Konunun Sezen Aksu'ya gelmesine hiç şaşırmıyorum. Çiftçiler, kadınlar, sanatçılar, yazarlar, gazeteciler, azınlıklar, LGBTQ bireyler, politikacılar, onlar, bunlar, şunlar... Konu bir gün o ya da bu şekilde herkese gelebilir. Ve konunun konuyla da alakası olmayabilir. Her zaman başka bir tartışma konusunu gölgelemek için bir şey üretilebilir. Ne neden neden, ne sonuç sonuçken yazacak bir şey bulamıyorum, her şey anlamsız geliyor, sadece dilim değil zihnim de tutuluyor. Zaten bu isteniyor. Üzülüyorum, umutsuz hissediyorum. Üstüme bir yas hâli, bir kara bulut çöküyor. Uzakta yaşamak bu çaresizlik duygusunu azaltmıyor.
Günlerdir yazılan çizilenlerin üzerine ben ne ekleyebilirim ki. Susmak hiç olmaz ama "Sezen canımız... Sezen Türkiyedir. Sezen üzerinden bizi kutuplaştıramazsınız. Neredeyse 5 jenerasyon Sezen şarkılarıyla büyüdü. Çok üzgünüm..." gibi klişelerin ötesine geçecek bir şey yazamıyor kalemim. Sesini sonuna kadar açıp Kutlama'yı dinlerken, haber sitelerinde Sezen Aksu'nun nazik, bir o kadar da zeki cevabı düşüyor önüme. Yeni yazdığı "Avcı" şiirinin sözlerini görünce gözümden iki damla yaş akıyor. Okumayanınız kalmamıştır ama Aksu'nun şiirini tekrar hatırlayalım.
AVCI
Sen beni üzemezsin Zaten çok üzgünüm Nereye baksam acı Nereye baksam acı Ben avım sen avcı Vur bakalım…. Sen beni sezemezsin Dilimi ezemezsin Nereye baksam acı Nereye baksam acı Kim yolcu kim hancı Dur bakalım… Beni öldüremezsin Sesim, sazım, sözüm var benim Ben derken ben herkesim
Twitter'da yorumlara bakıyorum. Bir anda Avcı'nın sözlerinin onlarca farklı dile çevrildiğini görüyorum. İşin kaynağına ulaştığımda ilk çeviriyi yapanın Yayıncı Rober Koptaş olduğunu fark ediyorum. Koptaş şiiri Ermenice'ye çevirip, paylaşmış. Sonra başka biri Latince yazılan Yunanca ağzı Smyrneika'ya, bir başkası Süryanice'ye çevirmiş. Lazca, Kürtçe, Arapça, Yunanca, İngilizce derken "Avcı" ilk gece 29, ertesi sabah 35, Pazartesi sabahına kadar da 56 dile çevriliyor.
Duygulanıyorum. Ülkemdeki bu zarif protestoya imza atan insanların varlığı, zor zamanlarda gösterdikleri dayanışma örneği, umutlandırıyor beni yine. Sezen'in koparılmak istenen dili kuş oluyor, farklı kültürlere, farklı hayatlara, farklı dünyalara ulaşıyor. Çünkü dil güçtür, çünkü dil özgürlüktür. Avcı'nın sözlerinin kuş diline dahi çevrildiğini görünce gülümsüyorum. Üstümdeki o karanlık bulut bir nebze olsun dağılıyor. Yazma isteği geri geliyor. Hemen yayıncı Rober Koptaş'a ulaşıyor, Avcı'yı Ermenice'ye çevirme fikrinin nasıl aklına geldiğini, şiirin farklı dillere çevrilmesi karşısında neler hissettiğini soruyorum. Buyrun sohbetimize.
- Avcı'yı Ermenice'ye çevirmek nasıl aklınıza geldi?
Sezen Aksu'ya yönelik tehditler ve onun hedef haline getirilmesi her gün benzerlerini defalarca yaşadığımız türden duygular uyandırdı bende. Kızdım, ürktüm, bir şeyler yapmak istedim, çaresiz hissettim. Hepsi bir arada. Sonra Sezen Aksu'nun açıklama metni, oradaki duruşu, görmüş geçirmişliği, geri adım atmaması ve boyun eğmemesi beni çok duygulandırdı. Bilgisayar başındaydım ve çalışıyordum, neredeyse hiç düşünmeden "Avcı"yı Ermeniceye çevirmeye başladım. Günlük hayatımda Türkçe ağırlıklı dil olsa da ben iki dilli bir hayatın içindeyim. Yayıncılık yaptığım için iki dil arasında metinsel bazda sık sık gidip geliyorum. Yani benim için çok doğal bir hareketti.
- Hangi duygularla çevirdiniz şiiri?
Çeviri yaparak Sezen Aksu'nun dizeleriyle biraz daha baş başa kalmak, onu biraz da benim kılmak istedim sanırım. Bitirdikten sonra, paylaşırken bir çağrı yapsam ve herkesten kendi anadiline çevirmesini istesem mi diye düşündüm fakat sonra "Cumartesi akşamı kimse uğraşmaz, çağrı da havada kalır" diye çekinip bundan geri durdum.
- Böyle güzel bir tepki almayı bekliyor muydunuz?
Hiç beklemediğim şekilde ben daha şiirin çevirisini paylaşır paylaşmaz insanlar yeni çeviriler yapmaya ve yaymaya başladılar. Çok hızlı gelişti her şey. Çok şaşırdım ve Sezen Aksu'nun sesine ses kattığımız ve onun muktedire karşı duruşunu hep birlikte büyüttüğümüz için mutlu oldum. Bunu el birliğiyle yapmamız ve bu kadar kendiliğinden ve sahici gelişmesi çok değerliydi. Ben suya ilk taşı atıp küçük bir dalga yaratmış oldum. O dalgayı binlerce, on binlerce insan büyüttü. Bu da bana bir arada durmanın ne kadar güçlü olduğunu hatırlattı bir kez daha. Bizimki küçük bir jestti, benim umudum daha büyükleri, çok daha büyükleri için de yan yana durabileceğimiz koşulları birlikte yaratabilmek. Bunda hepimize tek tek görev düşüyor.
- Kaç dil oldu?
56 dil oldu. Gerçekten inanılmaz çeşitlilikte, Türkiye içinden ve dışından çok farklı coğrafyalardan örnekler var. Romanların dili Romanes/Romaniden Java diline, Lubuncadan Esperantoya, Ladinodan Tatarcaya, Elf dilinden kuşdiline, Mors alfabesinden Galceye her biri ayrı bir dünya olan dillere çevrildi "Avcı". Bütün bu diller bir arada çok güzel durdular ve bence bu bize bir şeyler söylüyor olmalı.
- Avcı'nın sözleri size ne ifade etti?
Bugünün Türkiyesinde, bu kadar cesur durabilmenin tarihi bir çıkış olduğunu düşündüm. Sezen Aksu hem onu Sezen Aksu yapan yerden milim sapmadı, hem de bunu kendi sanatı ve üslubuyla ama karşısındakinin de anlayacağı dilde yaptı. Burada inanılmaz bir kudret var bence. Dolayısıyla bir ışık olduğunu, "perde-i zulmet"i paralamak için yol açtığını düşündüm.
- Siz hiç kendinizi av olarak hissettiniz mi?
Ben de hepimiz gibi zaman zaman av gibi hissediyorum bu memlekette. Üstelik Türkiyeli bir Ermeniyseniz bunun bir "his"ten fazlası, çok muhtemel bir ihtimal olduğunu etinizle kemiğinizle bilirsiniz. Sorunuz bana Arat Dink'in 19 Ocak 2010'da babasının anıldığı gün yaptığı konuşmada söylediği "Yüz yıl önce avdık, şimdi yem olmuşuz" sözlerini de hatırlattı. Durumu çok çıplak bir şekilde ifade ediyor bu cümle ama bizler aynı zamanda bu ülkenin mücadele tarihinin de farkında olan ve o tarihin bir parçası olmak için çalışan insanlarız. Dolayısıyla, bazen yeise düşsem de, ben av olmaya itiraz etmek üzere kurulmuş bir hayat yaşamaya gayret ediyorum. Bu bazen söz söyleyerek oluyor, bazen iş eyleyerek oluyor, bazen kitap yayımlayarak oluyor, bazen güzel bir iş yapana şapka çıkararak oluyor, çokça da itiraz ederek ve itiraz edenlerle yan yana gelmeye çalışarak oluyor. Karınca kararınca, o mücadele çorbasına kendi tuzumuzu katmaya çalışıyoruz. Ancak direnen özneler olmaya gayret ederek av olmaktan çıkabiliyor insan.
- Bir yayıncı olarak "dil"in önemi sizce ne?
Seviyorum demek isterim aslında sadece, ama çok seviyorum. O kadar gerçek ki bu sevgi, adeta elle tutulur bir şey gibi. Dil varlığın evidir deniyor sık sık Heidegger'e atıfla. Biraz kitsch olacak biliyorum ama bana aynı zamanda ekmeği gibi de geliyor. Türkçe benim anadilim, Ermeniceyi sonradan öğrendim ve bu iki dilin bir sürü şeyi o kadar tatlı geliyor ki bana, bazen ağzımın suları akıyor güzel bir şey okuduğumda, duyduğumda, öğrendiğimde. Yazmayı da, düzeltmeyi de, kısaltmayı da, konuşmayı da, yıkıp yeniden yazmayı da, dinlemeyi de, bütün bunların sanatını ve matematiğini de seviyorum. İşimin bütün bunlar etrafında olmasından dolayı da mutluyum.
- Şu anki duygularınız ne? Sezen "Konu memleket" diyor ama memleket insanının zor zamanlarda umut veren bir dayanışma gücü de var değil mi?
Acılı bir coğrafyada yaşıyoruz ve şiddet tarihinin içinden çıkamıyoruz. Katman katman, bastırıla bastırıla gelmiş zulüm ve adaletsizlikler son bulmadı, aksine yeni yollarla devam ediyor. Şu dönemde umutlu olmak için çok nedenimiz yok, elbette şiir çevirileri de devasa şiddet mekanizmaları karşısında çaresizler ama mücadele için, direnmek için, taş üstüne taş koyarak bir şeyler inşa etmek için inat ve inanca sahip olabileceğimizi hatırlayacak çok örneğimiz var hem bu ülkede, hem de dünyada. Faşizm'in yenilebildiği bir yüzyıldan geldik, pekâlâ yine yenebiliriz.