Umut binbir ayaklı. Umut güneşte saklı, Umut edenler haklı, Umut insanın hakkı...
Nazım Hikmet
* * *
Hayat bu, Bir bakarsın her şey bir anda son bulur. Hayat bu, Son dediğin an her şey yeniden can bulur.
Şems-i Tebrizi
20 yıllık görev süresince mevcut iktidar bizi çok üzdü ve yıprattı. Halkı kutuplaştırdı, ayrıştırdı, en doğal hakkımız olan protesto hakkımızı elimizden alarak susturmaya, cezalandırarak korkutmaya kalktı, hakaret etti, aşağıladı, eğitim sistemini bitirdi, yargıyı, hukuk sistemini bitirdi, adaleti mumla arar hale getirdi, fakirleştirdi, pahalılık ve enflasyonla yüzleştirdi, rantın yanında oldu, doğayı katletti, gençler işsiz kaldı, özgürlüklerini kaybetti, umutlarını kaybetti, imkanı olan eğitimli ya da nitelikli milyonlarca işçi ülkeyi terk edip gitti. 20 yıldır çekilen çileyi terazinin bir tarafına koyuyorum, son 1 ayda yaşadıklarımızı diğer tarafına... Şu son 1 ayın çilesi daha ağır çekiyor.
Bugün 6 Mart 2023 [E. N. Yazı kaleme alındığında.] Hayatımız duralı tam bir ay oldu. Birçoğumuz hâlâ bir kar küresinin içinde sallanıyoruz. Başımız kürenin bir dibine çarpıyor, bir cam tavanlarına... Fakat bu kar küresinin içinde bereleri ve eldivenleriyle kartopu oynayan mutlu çocuklar, şehirlerin simgesi yapılar, bir bankın üzerinde romantik bir şekilde oturan çiftler yok. Yıkıntı var, çadırlar var, toz duman var, soğuk, çaresizlik, ölüm, acı var! Kar değil, kan küresi! 85 milyonun başı dönüyor sarsıntıdan. Hayatını kaybeden canlarımızın, henüz bulunamayan kayıplarımızın, evsizlerimizin, öksüzlerimizin, yerle bir olan şehirlerimizin ve kaybolan kültürel mirasımızın acısı bir taraftan kalbimizi ince ince oyarken, diğer taraftan her gün felaketin başka bir boyutuyla, başka bir skandalla yüzleşip travmatize oluyoruz. Topluca nefes alamaz hale geliyoruz.
"Kahramanmaraş Depremi artık yakın filan değil, ayağımızın altında" diye son birkaç senedir, haykıran bilim insanlarına ve sivil toplum kuruluşlarına nasıl kulak tıkanır, ilk 48 saat deprem bölgesine nasıl ve niye yardım ulaşmaz, bu en kritik saatlerde sosyal medya yasağı nasıl getirilir, deprem vergileri nerede, Türkiye Cumhuriyeti'nin en itibarlı kuruluşlarından Kızılay nasıl holdinge döner de çadır satar, kan satar, Merkez Bankası sanki özel bir bankaymış gibi bizlerin parasıyla nasıl bağış yapar, deprem bölgesi olan Türkiye'de, üstelik can ve mal kaybı büyük olan 17 Ağustos ve 12 Kasım depremleri yaşandığı halde, memleketin en önemli, en güvenilir kamu kurumlarınan biri olması gereken Yapı Denetim nasıl özelleştirilir, yepyeni binalar nasıl kağıt gibi yırtılır, daha yıkılmamışken, havadayken toz duman olarak dağılır, dünyanın her yerinden maddi ve manevi yardım yağarken halen nasıl bazı depremzedelerin temiz su gibi en temel ihtiyaçları karşılanamaz, insanlar nasıl hâlâ çadır arar, kadim kentler sarsıntılar devam ederken bir yıl içinde nasıl tekrar kurulur ve bunlar gibi birçok deli soruyla sallanıyor bizim kar küresi. İçi perişanlık, tükenmişlik, çaresizlik.
Üstelik bu yaşanan süreç sanki olası İstanbul Depremi'nin de önden çekilmiş filmi oldu. Betona dönmüş, itinayla çirkinleştirilmiş, medeniyetlerin beşiği güzelim İstanbul'umuza olası bir depremde neler olabileceğini canlı canlı izleyen İstanbullular panik oldu. Alelacele evlerini satıp şehri terk edenler, kiralık apartmanlarının depreme dayanıksız olduğunu anlayıp yeni yer arayanlar, fahiş kiralardan dolayı taşınamayanlar, kalın eşofman altıyla uyuyanlar, komodinlerinin üzerine kask, düdük, bir büyük pet şişe su koyanlar... Uykusuzluk, suçluluk hissi, panik atak, depresyon, anksiyete, baş ağrıları, mide bulantıları, boyun ağrıları, nedeni bilinmeyen bir anda türeyen rahatsızlıklar. Stres, endişe, üzüntü önce beynimizi, sonra bedenimizi hasta ediyor. Kar küresinin içindeki halkın yüzde 6'sının şehirleri, evleri başlarına yıkılmış, geri kalanı da çaresizlikten, korkudan hastalanmış sallanmaya devam ediyor.
Depremi engelleyemeyiz. Ama hazırlıklı olabiliriz. Bu kadar. Tek istediğimiz buydu. 1999 depremlerinin üzerinden 24 yıl geçmesine rağmen gördük ki bir arpa boyu yol kat edememişiz. Tam tersi geriye gitmişiz. Üstüne geçtiğimiz cuma altı kişiden oluşan umut masasından bir kişi de kalkıp gitmiyor mu? Oturduğu masayı itibarsızlaştırmaya ve masadakileri de birbirine düşürmeye çalışarak... Biz bu kadar kötü yönetilmeyi hak etmedik! Hem iktidar, hem bazı muhalefet liderleri tarafından... Durdurun artık şu kar küresini...
Bugün 6 Mart 2023. Bugün ilk kez içimde bir umut yeşeriyor. Kemal Kılıçdaroğlu, nam-ı değer Bay Kemal Millet İttifakı'nın ortak Cumhurbaşkanı adayı olarak gösteriliyor. Giden de dönmüş elbette, gidecek başka bir yeri varmış gibi. Olsun, sağlık olsun. Siyasette olur böyle kazalar. Gün birlik günüdür. Yeter artık ettiğimiz kavga!
Kılıçdaroğlu adaylığı açıklandıktan sonra "Yunus Emre, bölüşürsek tok oluruz, bölünürsek yok oluruz der. Biz Yunus Emre'den aldığımız ilhamla Türkiye'nin bütün renklerini aynı sofrada buluşturmak için yola çıktık. Bu sofra Halil İbrahim sofrası, tek bir çocuğun dahi yatağa aç girmemesidir. Bizim soframız, barışın ve kardeşliğin sofrasıdır. En büyük gayemiz Türkiye'yi bereketli, huzurlu ve neşeli günlere taşımaktır. Allah'ın izniyle bunu hep birlikte başaracağız." diyor. Cuma günkü olaydan sonra kendisi sadece, dürüst, kibar, güvenilir bir lider olduğunu değil, restlere boyun eğmeyen, güçlü, barışçıl, hoşgörülü bir lider olduğunu da gösteriyor. Adaylığı memleketimize hayırlı, uğurlu olsun.
Bilindiği üzere Halil İbrahim sofrası bereketlidir, çok çeşitlidir. İçindeki her yemeği sevmek zorunda değilsiniz, ama sofranın bereketine saygı gösterebilir, bütününü beğenebilirsiniz. Bizim memleketimizde sofra kültürü önemlidir. Sofraya oturan her bir kişinin lokması, söyleyeceği sözü bitmeden masadan kalkılmaz. Sofraya birlikte oturulur, birlikte kalkılır. Bay Kemal, cuma gününden beri yaşanan süreçte bu mesajı da kuvvetli bir şekilde vererek, bana kalırsa destekçi sayısını artırıyor.
Kar küresinin baş döndüren sallanma hızı biraz yavaşlıyor. İçimde başka bir Türkiye hayali... 10-20 yıl sonra eğitim sisteminin, hukuk sisteminin, yargının tıkır tıkır işlediği, topraklarımıza yeniden adaletin geldiği, ekonominin düzeldiği, gençlerin umutlu olduğu, halkın refah düzeyinin yükseldiği, ülkemizin her yerinde kentsel dönüşümün, depreme karşı iyileştirme ve güçlendirme çalışmalarının yapıldığı, doğanın katledilmediği, yeşile saygı duyulduğu, rantın, hırsızlığın, haksızlığın bittiği, gidenlerin geri döndüğü bir Türkiye... Öyle hasretiz ki o gelecek günlere...
O güne kadar ilgimizi, alakamızı deprem bölgesine, depremzede canlarımızın ihtiyaçlarına çevirmeye, kayıplarının acılarıyla uğraşırken elimizden geldiğince onların yaralarını sarmaya, sorumlu vatandaşlar olarak bu felakete sebep olanların takipçisi olmaya devam edeceğiz. İlk ve birincil görevimiz bu. Sonra, yavaş yavaş, kar küresini hep birlikte, el ele durduracağız, onaracağız, içine güzel, sağlam binalar, parklar, bahçeler, bahçelerde oynayan mutlu çocuklar koyacağız. Kar çocuklar için soğuğun değil, oyunun sembolü olacak. Topluca travmatize olan ülke için bugün umutlu bir gün. Büyük usta Nazım Hikmet'in dediği gibi; "Umut binbir ayaklı. Umut güneşte saklı. Umut edenler haklı. Umut insanın hakkı..."
Ayşe Acar kimdir? Ayşe Acar 10 Ağustos 1974'de doğdu. İstanbul Teknik Üniversitesi Fizik Mühendisliği bölümünü bitirdikten sonra 1996 yılında Sabah Gazetesi'nin reklam departmanında işe başladı. Sonraki yıllarda NTV ve Vatan Gazetesi'nin reklam departmanlarında yönetici olarak çalıştı. Kariyerini değiştirmesine yol açan olay, 2004 yılında ikizlerine hamile kalmasıyla gerçekleşti. Yazı işlerindeki arkadaşlarına hamilelik maceralarını anlatırken, kendini hafta sonu eklerinde köşe yazarı olarak buldu. Ayşe'nin İkizleri'nin ilk yazısı Vatan Gazetesi'nde 11 Eylül 2004'de yayımlandı ve çocukları Defne ile Ege'nin ilkokula başladığı 2011 yılına kadar sürdü. Nisan 2009'da "Anneee! Anne oluyorum!" isimli ilk kitabı yayımlandı. Bu süre zarfında Vatan Gazetesi'nin hafta sonu eklerinde spor, sanat, siyaset, iş, moda dünyasının etkili isimleriyle röportajlar yaptı. Ayşe 2017'de, ikizleri ve dört ayaklı çocuğu Mişka ile Kanada'nın Vancouver şehrine göçtü. Kanada'nın iklimine, kültürüne ve farklı bir dilde yaşamaya alışırken ortaya göç sürecinde yaşadığı zorlukları ve düştüğü gülünç durumları esprili bir dille anlattığı ikinci kitabı "Kanadalılaştıramadıklarımızdan mısınız?" (2019-Kara Karga Yayınları) çıktı. 2019 yılında T24'te Göç Hikâyeleri köşesini yazmaya başladı. Yeniden başlamanın gücünü anlattığı ve Kanada'da yaşam ile ilgili ipuçları verdiği yazıları, birçok yeni göçmen için rehber niteliğinde oldu. Ayşe Acar aynı zamanda Oksijen Gazetesi için yurt dışında yaşayan başarılı göçmenlerle röportajlar yapıyor ve Vancouver'da çok dilli kampanyalar yürüten bir reklam ajansında müşteri ilişkilerini yönetiyor. |