Türkiye'de mesajlaştığım insanlara "Nasılsınız?" diye sorduğumda ilk kez "İyi değiliz." "Hayatta kalmaya çalışıyoruz." gibi cevaplar alıyorum. Hani adetten de olsa "İyiyiz" denir ya, onu bile diyemiyorlar.
Arkadaşım içinde bulunduğumuz dönemi bir nevi savaş dönemi olarak adlandırıyor. Evlerimizi de sığınaklara benzetiyor. İnsanlar sığınaklarını terk etmeye korkuyor. Bir yandan da iş, güç, hayat gailesi devam ediyor.
Yaşadığım Kanada'nın British Columbia Eyaleti'nde de vaka sayıları arttı. Eve aynı aile harici misafir kabul etmek yasaklandı, restoranlar yine sadece aynı aileye mensup kişileri kabul ediyor.
Memleketimizi, ailemizi özlerken, buradaki dostlarımızı da özlemeye başladık.
Yılbaşı yaklaşıyor. Şu acayip senenin bitmesine 1 ay kaldı. Aklıma eve ışık asmak geliyor. "Hiç olmazsa biraz içimiz açılır" düşüncesiyle depodaki kutuların arasında yılbaşı ışıklarını arıyorum.
Size de öyle olur mu, bilmem. Ben ne zaman bir şey aramak için kutu karıştırmaya başlasam ne aradığımı unuturum. Eski mektupları, eski fotoğrafları, hatıra defterlerini bulur, onlara dalar giderim. Bu sefer kartpostallarımı buluyorum ve sizlerle onların öyküsünü paylaşmak istiyorum. Sığınak günlerine, tat katması dileğiyle...
İyi bir filatelist (pul biriktiren kişi) olan babam, ilkokulda bana koleksiyoner olmanın önemini anlatmıştı. 1900'lü yılların başından başlayıp, o güne yani 1985'lere kadar biriktirdiği pullarını bana gösterirken demişti ki;
"Bak kızım, burada tarih yatıyor. 1931 tarihli Mustafa Kemal Atatürk'ün resmedildiği bu pul, Türkiye Cumhuriyet'inin ilk modern puludur ve şu anda antika değerindedir. Hitler'in resmedildiği 1943 tarihli bu Alman posta pulunu, Münih'te bir bit pazarında bulmuştum. 1958 tarihli bu Mısır pullarını, henüz 17 yaşında bir gençken Kahire'den almıştım. Üzerinden 25 yıl geçmiş bile... Dünyayı tanımanın yolu pullardan geçer kızım. Küçük bir posta pulunun üstünde bir ansiklopedi kadar bilgi vardır. Benim için içlerinde en kıymetlisi Mısır pullarıdır. 17 yaşımın hovardalığı saklıdır onlarda..."
Merakla sormuştum: "Peki ben koleksiyoner olabilir miyim baba?"
- Elbette... İstediğin her şeyi biriktirebilirsin.
- Mesela?
- Eğer istersen pul, anahtarlık, peçete, kartpostal... Ne bileyim aklına ne gelirse...
"Kartpostal" diyorum heyecanla...
"İyi seçim." diyor babam gülerek ve çekmecesinden yaklaşık 10 tane kartpostal çıkartıyor. Bak bunlar bizim aileye gelen ve benim hatıra diye sakladıklarım... Bunlarla başla...
O günden itibaren herkes benim için kartpostal biriktiriyor. Piyanist teyzem Arın Karamürsel, dünyanın her yerinden ona gelen kutlama kartlarını okuduktan sonra bana yolluyor. Babamın Almanya'da yaşayan arkadaşları her yaz Türkiye'ye geldiğinde içinde Almanca kutlama mesajları olan kartlar getiriyor. Eve bayram veya yılbaşı için gelen hiçbir kart atılmıyor.
Ben de biriktirdiğim paralarla kırtasiyeden kartpostal alıyorum. Çünkü bir gün ben de büyüyeceğim ve aynı babamın Mısır pulları hikâyesindeki gibi, ben de kendi çocuklarıma "Bunları 10 yaşında Çengelköy Kırtasiyesi'nden almıştım." diyebileceğim.
Sanıyorum kartpostal biriktirme merakım 14 - 15 yaşıma kadar sürüyor. Bu süre zarfında yüzlerce kartım oluyor. Arada onları çıkartır, yatağıma serer, üstündeki resimlere bakarak hayaller kurardım. Simli kartlarıma, simleri dökülecek diye dokunmaya kıyamazdım. Almanca olanlara bakar, üzerinde ne yazdığını merak ederdim.
Claudia diye birine gönderilen İngilizce kartlar vardı mesela... Kimdi acaba bu Claudia, kartları nasıl bana ulaşmıştı? Anladığım kadarıyla yetişkin bir oğlu ve uzak memleketlerde yaşayan dostları vardı. Ona yollanan tüm kartlar hasret sözcükleri ile doluydu.
Sonra Işıl Erke imzalı ve "Sevgili Hocam" diye başlayan birçok yeni yıl kartım vardı. Işıl Erke kimdi? Acaba teyzemin piyanist öğrencilerinden biri miydi? Neredeydi şimdi? Zarfları olmadığı için birçok kartın hangi ülkeden atıldığını anlayamıyordum.
Zarfsız kartpostallar ise favorimdi. Üstlerinde posta pulu bile oluyordu. Bir taşla iki kuş! İçlerinde 20 Temmuz 1925 tarihli ve "Mama" imzalı bir tane vardı ki, benim için paha biçilmez değerdeydi. Acaba Mama hayatta mıydı? Hayattaysa kartı yolladığı çocuğuyla birlikte miydi? Yoksa dünyanın bambaşka köşelerine mi savrulmuşlardı.
Hep bu insanların hayatlarını merak ettim. Onlarla ilgili kendimce hikâyeler uydurdum ve onlara hayat verdim.
22 yaşında anne ve babamla yaşadığım evden taşınıyorum. Kanada'ya gelmeden önceki 20 yılda ise birçok ev değiştiriyorum. Anne baba evinden taşınırken kartpostalları yanıma almak aklıma gelmiyor. Sonrasında onlara ne olduğunu da hiç merak etmiyorum. Bana göre tarih değil, çocukluğun tatlı anılarıydı onlar.
Babam gibi iyi bir koleksiyoner olamamış, tarihe sahip çıkamamıştım. Hoş babam da çıkamamış, paraya sıkıştığı bir dönemde tüm pullarını satmıştı. Babamın Mısır Pullarını kimin aldığını merak ettim hep. Onun 17 yaşına, ilk gençliğine, hovardalığına acaba kim sahip çıkmıştı?
Bundan 4 yıl önce, Kanada'ya taşınmadan önceki günlerden birinde annem bize geliyor. Son derece doğal bir hareketle çantasından kalınca bir zarf çıkartıyor; "Bunları babanın çekmecesinde buldum. Eski karpostallar...Çocuklar sevebilir." diyor.
"Bakayım" diyorum. O an bile kartpostalların benim olacağı aklımın ucundan geçmiyor. Öyle unutmuşum onları. Zarfı açtığımda gözlerim parlıyor. Mama, Claudia, Işıl Erke ve hocası... Bütün eski dostlarım orada... Hepsine sanki en son dün hikâye uydurmuşum gibi... Her bir kartpostalı dakikalarca, büyük bir iştahla inceliyorum.
Ben çocukken, henüz yeni oldukları için, çok da kıymet vermediklerimi keşfediyorum. 1981 tarihli bir kart, o yıllarda komşumuz olan Ajda Pekkan'dan gelmiş. Yeni yılda bütün arzularımızın gerçekleşmesi dileğiyle, bizi hasretle öpmüş.
Diğer bir kart 1986 tarihli... Kapı komşumuz Erol Deran'ın Galeri Baraz'da gerçekleşen kişisel resim sergisinin davetiyesi. Davetiyenin kapağını Çengelköy yalıları süslüyor. Birinde babaannemin arkadaşı otururdu. Resmi görür görmez kendimi 5 - 6 yaşlarında rutubetten parkeleri şişen yalının odalarında keşfe çıkarken buluyorum, Boğaz'ın yosun ve tuz kokusu burnuma geliyor.
Babam, kendi pullarına sahip çıkamasa da, benim kartlarıma sahip çıkmış, annem ise onları bulup bana iade etmişti. İnceleme faslı bittikte sonra çocuklarımı karşıma alıp, onlara koleksiyoner olmanın önemini anlatmış, kartların her birinde tarih yattığını, içlerinde en sevdiklerimin ise 10 yaşlarında Çengelköy Kırtasiyesi'nden aldıklarım olduğunu söylemiştim; "32 yıl olmuş bile. Onlara iyi bakın çünkü içinde çocukluğum saklı" demiş, onlardan biriktirecek bir şey bulmalarını istemiştim. Çocukken kafamda hayalini kurduğum sahne birebir gerçekleşmişti.
O günün üzerinden de 4 yıl geçiyor. Vancouver'daki evimde kolilerin içinde, yılbaşı ışıklarını ararken kartpostallarımı buluyorum. Tekrar diziyorum onları masanın üstüne... Çengelköy'deki o ilk evime gidiyorum.
Uzaklardan gelen o kartlar, uzaklarda beni evime döndürüyor.
Yılbaşı ışıkları değil ama dokunmaya kıyamadığım kartlarımın hâlâ ışıl ışıl parlayan simleri 2020 Kasım'ının son gününde bir süreliğine de olsa bana Korona'yı filan unutturuyor, dünyamı aydınlatıyor.