Sessizce girdi hayatımıza Onur Yaser Can. Tam dokuz yıl önce gazetelerde bir intihar haberiyle tanıdık onu. ODTÜ mezunu bir mimar olan Can, genç yaşında (28) hayatına kıymıştı. Haber, gazete sütunlarında göründükten sonra kayboldu. Ama dört yıl sonra aynı haber bu kez başka bir şekilde karşımıza çıkacaktı yine. Bu kez Can'ın annesi Hatice Can'dı intihar eden. Bir önceki haberi hatırlayanlar "Neler oluyor bu aileye?" diye düşünmüş olabilirler. Sahiden de neler oluyordu(!?) Onur Yaser Can, esrar bulundurmak suçundan narkotik şubeye düştüğü andan itibaren aile için nasıl bir süreç başlamıştı?
Kendisini göz altına alıp sorgulayan, ilgili narkotik şubenin işkence, cinsel taciz ve baskıları sonucu intihar ettiği öne sürülüyordu Onur Yaser Can'ın. Avukatına verdiği bilgide de şöyle diyordu; "Gözaltında çırılçıplak soyuldum. Duvara yaslanmamı söylediler. Bir süre çömeltilerek bekletildim. Bu süreçte ağlayan, polislere yalvaran bir kişinin sesi dinletildi, tokatlandım, sözlü olarak aşağılandım. Polislerden biri beni telefonla emniyete çağırdı ve önceki ifademden farklı bir ifade imzalattılar. Muhbirlik yapmam söylendi..."
Anne Hatice Can'ın intiharıyla ilgili yorumlara gelince, "oğlunun acısına dayanamadığından..." intihar ettiği yönünde olmuştu. Anne Hatice Can'ın nasıl derin bir acı yaşadığını tahmin edebiliyoruz. Ama onu intihara götüren -ikinci- önemli nedenin adaletsizlik olduğunu es geçersek, aileye de topluma da haksızlık etmiş oluruz.
Zira Hatice Can'ı intihara götüren yolun taşlarının dizilişini takip ettiğimizde, karşımıza, oğlunun intiharına neden olan sorumluların hiçbir şekilde ceza almamasının yanısıra, olayın üstünün örtülmeye çalışılması yönünde gösterilen çaba çıkıyor. Can'ın "Çıkış Doktor Raporu"nun işkence şüphelisi polislerin yanında hukuk dışı olarak düzenlendiğini, savcının salıverilmesine yönelik talimatına rağmen daha sonra yeniden emniyete götürülüp, bir süre daha tutulduğunu öğrendiğimizde, gelişmelerin seyrini de öngörebiliyoruz. Serbest bırakıldıktan bir gün sonra "tarih hatasının düzeltilmesi" için tekrar emniyete çağrılan Can, bir avukat vasıtasıyla sorunu çözmeye çalışsa da, emniyete giden avukata ifadesinin bir örneğini vermeyen ilgili görevliler, "dosyada gizlilik kararı var" diyerek avukatı geri çevirmek isterler. Ancak, avukat ısrarlı davranarak belgeleri alacaktır. İki kez işkence gören Can, üçüncü kez emniyete çağırılınca da oturduğu evin balkonundan (3 Haziran 2010) atlayarak intihar edecektir.
Sonrasında neler olduğuna baktığımızda ise, Can'ın intihar etmeden birkaç önce anne ve babasını aradığını, yanına (İstanbul'a) gelmelerini istediğini öğreniyoruz. Sonra da ailenin işkence yapan polisler hakkında suç duyurusunda bulunduğunu. Annenin psikolojik tedavi görmeye başladığını, işkence yapan polislerin ceza almadığını, soruşturmada işkence iddiasını kanıtlayabilecek nezaretteki kamera görüntülerinin (talebe rağmen) savcılık tarafından incelenmediğini, savcının (Muammer Akkaş) işkence şüphelisi polisler hakkında takipsizlik kararı verdiğini, aynı savcının -daha sonra- FETÖ davasından açığa alındığını, İstanbul Valiliği'nin işkence şüphelisi polisler hakkında soruşturma izni vermediğini; ailenin takipsizlik kararına itiraz edip valilik kararını kaldırttığını... Böylelikle, ailenin verdiği mücadele sonucu dava (16 Mayıs 2012) açılması sağlandığını ve sonuçlandığını. Ama şöyle; şüpheli polislere işkenceden değil, "delil karartmadan" 2 yıl hapis cezası verilerek.
Ailenin avukatı Ercan Kanar'ın söz konusu davada yargılanmayan sorumluların da mahkemeye çıkarılması için itirazda bulunduğuna tanık oluruz sonra. Dönemin Narkotik Şube Müdürü Cengiz Melbeyoğlu ve Komiser Hakan Aydın ile polis memurları Muhammet Ongun, Şükrü Velioğlu, Yunus Başay ve Onur Ülker ile ilgili mahkemenin suç duyurusunda bulunmasını talep edecektir Kanar. Talepler reddedilince de itirazını Anayasa Mahkemesi'ne taşıyacak; bütün bunların ardından Hatice Can'ın intiharı gelecektir... Yıllar sonra da baba Mevlüt Can'ın.
Baba Mevlüt Can ise, bu ayın ilk haftasında (7 Ekim) hayata veda etti. Ölüm nedeni aort damarının yırtılması olarak yazılsa da siz bu ölümü, oğlu ve karısının ölümünün toplamı olarak okuyun. Tabii bir de adaletsizliğin.
Bu hikayenin son halkasına (şimdilik) gelince, önceki günlerde (25 Ekim), Çağlayan İstanbul Adliyesi 6. Ağır Ceza Mahkemesi'nde tamamlandı. Narkotik Şube Müdürlüğü’nde görevli polislerden Salih Bahar ve Soner Gündoğdu yargılandı.
Bu uzun hikayenin sonu ise, "İyi hal indirimi uygulayarak sanıklara ayrı ayrı 6 yıl 5 ay 15 gün hapis cezası verilmesine..." diye bitti.
Aileden geriye kalan tek kişi, Can'ın kızkardeşi Ezgi Sevgi Can, daha mahkemenin başında yaptığı beyanat konuşmasında, "dosyayı ve delilleri inceledik" diyen hakime verdiği yanıtla sonucu özetlemişti aslında: "Adalet için çok geç kaldınız!"