Önünüze bir yapboz tahtası koyun. Bomboş bir alandasınız şimdi. Bir tabula rasa durumu yani. Eğer bir felsefeci olsaydınız, hayatınız boyunca biriktirdiğiniz düşlerinizi birer tez haline getirip, önünüzdeki o boş yapbozun çukurlarına tek tek yerleştirecektiniz. Eğer bir sanatçı olsaydınız; bir yazar, bir ressam, bir müzisyen… o boşluklara, bir tını, bir dize, beyaz ya da kara bulutlar altından gözüken bir yeryüzü yerleştirecektiniz. Bir hukukçu olsaydınız eğer, size boş bir alan kalmayacaktı. Çünkü hukuk bir yapı, bir kımıltı, nefeslerin birbirine karıştığı dirimsellik, boşluklara doldurulmuş yaşamlar isteyecekti sizden. O yüzden en son sırayı size verdiler. Sizin işiniz vicdanla adaleti iç içe geçirip, yerlerine özenlice koyulmuş dirimselliklerin arasına yerleştirmek olacaktı. Tıpkı bir binayı ayakta tutan çimento ve demir gibi.
Niye biliyor musunuz? Tıpkı bir çimento, bir demir işlevi gören vicdan ve adalet olmadan o kımıltılar, o dirimsellikler birbirlerinin eksikliklerini, yanlışlıklarını, güzelliklerini, çirkinliklerini tartacak ne bir düşünceye ne de bir araca sahip olamayacaklarından kendi değerlerini heba ederek yerleştikleri boşluklarda yitip gideceklerdi. Geride koskocaman bir haksızlık kalacaktı (kaldı). Hesabı sorulması gereken, sorulmadıkça da insanı insan yapan, hayatı bütünleyen sevgiyi, güveni, dostluğu, aşkı haksızlığın önüne atacaktı (attı). En son olarak geride boş çuvallardan ibaret insanlar kalacaktı (kaldı).
Daha önceki binlercesini saymıyoruz… Hemen şimdi, şu soluk alıp verdiğimiz şimdiki zaman hattında genç bir kadını (Hande Kader) (trans diye) yaktılar. Önce tecavüz ettiler sonra yaktılar. Duydunuz mu? Gördünüz mü? Yürüdüğünüz şimdiki zaman hattında bir şey daha oldu. Bir yazar vardı (Aslı Erdoğan) tanıyor muydunuz? Hayatı kutsamak, kafamızı gözümüzü yaralayan gerçekleri hizaya getirmek için yazıyordu, hepimiz için. Gerçeklerle doğru ilişki kurmak için… Siz tanımayabilirsiniz belki. Dünyaya sorun, onlar bileceklerdir. İşte o kadını gerçeklerle siz daha iyi ilişki kurun diye yazdığı için önceki gün tutukladılar. Duydunuz mu? Gördünüz mü? Aynı hattayız halen, aynı zaman hattında. Bir adım daha atın, ama gözlerinizi yummanız gerekecek! Zira çok feci bir şey daha oldu. Yaşadığınız topraklarda göçmenler var. Onların binlercesi dünyaya dağılırken sularda can verdi. Binlercesi tıpkı çöplüklere atılan atıklar gibi sağa sola dağıldı. Yaşadığımız topraklarda onların dokuz aylık bebeğine tecavüz ettiler (Suriyeli bir ailenin bebeği). Duydunuz mu? Gördünüz mü? Şimdi aynı hatta durun uzaklaşmayın sakın! Geriye doğru çeyrek bir adım atın. Kürt illerinde yaşayan genç bir adamdan aylardır haber alınamıyor (Hurşit Külter). “Kanalizasyonda yatıyor” diye bir ses duyduk başlangıçta. Adam sır oldu, yok oldu. Siz duydunuz mu? Gördünüz mü? Sanmayın ki bu kadar. Aynısının tıpkısından çok yakın geçmişte binlercesi var. Her şey çok tazeyken hani, kulaklarımıza yeni üflenmişken hani, belki birilerimiz görür duyar diye…
Ama görmediniz de, duymadınız da boş bir çuvaldınız çünkü. Adalet-vicdan sıvasını esirgediler sizden. Vicdanın, adaletin, hukukun… o yapbozun karalerine yerleştirilen bütün dirimselliklerin temel harcı olduğunu bile bilmiyorsunuz. Güçlerini bütün zorbalıklarıyla kullananların -kendilerinin için bile olsa- bu temel harca ihtiyaçları olduğunu niye öğrenmek istemiyorsunuz (!?) Bari siz söyleyin onlara bilmeyenler olarak. “Bir yerlerden bir şeyler duyuyoruz, bir şeyler görüyoruz” deyin. “Adalet-vicdan sizin için de gereklidir” deyin. Yarın aynı duruma düştüğünüzde tutukladığınız o yazar, yakılan o genç kadın, kaybettiğiniz o genç adam, “sizin için de -inanın- aynı çığlığı atardı” deyin. “Tecavüz edilen o bebekle hepimizin insanlığı bir kez daha öldü” deyin. Hakkın, hukukun, vicdanın herkes için gerekli olduğunu söyleyin. Ne olur, duymadık, görmedik… demeyin.