Marx ile Marksizm birbirlerinden ayrılıyor. Yani şimdiye değin Marx hakkında bildiklerimiz, Marksizm okumalarına dayanıyor. Daha açık bir ifadeyle Marx aslında eksik biliniyor. Öyleyse Marx’a yeniden dönmenin tam zamanı.
Zira “Hegel’den ve kesinlikle Marksizmden sonra, para arzı kısıtlı oldukça ve yoksulluk gibi modern dünyaya özgü problemler, yoksul ve zenginin sahip olduğu fırsattaki farklılıklar, ekonomik zorluklar var oldukça Marx’ın teorileri yaşayacak ve önemli kalmaya devam edecektir…”
Amerikalı düşünür Tom Rockmore, Marksizmden Sonra Marx’la, bunun önünü açıyor. Artık, -reel sosyalizmi de kapsayan- bugüne değin takip ettiğimiz Marksizmi terk etmemiz gerekiyor. “Marksizmi Marx’ın görüşleri üzerine değil; Engels’in görüşleri üzerine doğruca temellendirilmiş bir teoriler koleksiyonu” olarak nitelendiren Rockmore, politik Marksizmin bırakıldığı andan itibaren yeni bir sürecin başlayacağına işaret ediyor. Bu yeni süreci ise, Marksizmden sonraki dönem olarak çıkarıyor karşımıza.
Ancak, resmi Marksizmin ardından Marx’ı anlamak için “Marksizm, Hegel, politik ekonomi, Marx’ın modern sanayi toplumuna ilişkin modeli ve kendi ayırıcı felsefi” katkısı gibi –olmazsa olmaz- beş koşul gerekiyor. Tabii bu maddelerin başında Marksizmin yer alması bir çelişki gibi görülebilir. Rockmore’un buna yanıtı ise “zemini temizlemek için ilk önce Marksizme, ondan sonra Marx’a dönme”nin faydalı olacağı yönünde. Bir de Hegel var tabii. Aslında, Marx’ı anlamanın en önemli problematiği Hegel gibi gözüküyor. Zaten düşünür de en çok Marx-Hegel ilişkisi üzerinde duruyor ki, bu da Marx’a giden yolun Hegel’den geçtiği anlamına geliyor. “Marx’ı, Hegel’in görüşlerinin dışına yerleştirerek ve ona karşıt bir konuma koyarak anlamak mühim bir hatadır. Marx’ı anlayabildiği ya da anlayamadığı kimi Hegelci görüşleri eleştirirken ya da redderken, bazı Hegelci görüşlerin ‘içerisine’ yerleşmiş ve görüşleri çözümleyen biri olarak görmeliyiz.”
Elbette ki, Hegel’in Marx üzerindeki etkisinin onun politik ekonomi eleştirisiyle ilgili olduğunu unutmamak gerekiyor. “Kant tarih-dışı bir düşünürdür; Hegel ise son derece tarihsel bir düşünürdür. Kant ile Hegel arasındaki temel fark, ikincisinin tarihe yüzünü dönmesinde yatar Kant sonrası Alman idealizmi, Fransız Devrimi’nin ardından giderek tarihsel bir tavır alır. Hegel’in derin tarihsel perspektifi, Marx’ın politik ekonomiye dair kendi tarihsel eleştirisini belirler…”
Sanayi Devrimi’nden beri sanayi toplumunu inceleyen Marx’ın iktisat teorisi çok önemli bir yerde duruyor. Aslında Marx “diğerleri gibi, kapitalizmin tanımlayıcı özelliği olarak gördüğü özel mülkiyetin ya da üretim araçlarının özel mülkiyetinin tarihsel olarak olumsal (contingent) bir biçimine dayanan modern sanayi toplumuna ilişken bir açıklama” getirse de, Marx karşıtı iktisat teorisinde, değer teorisine, metalara ilişkin açıklamalara, yabancılaşma görüşüne ve meta fetişizmi görüşüne rastlanmıyor. Tam da burada düşünür, Marx’ın ayırt edici özelliğini, onun felsefi fikirleri zemininde ele alarak, Hegelci çerçeveye oturtuyor.
“Marx, Marksistlerin, hatta onlar arasında en bilgili kişi olan Lukacs’ın çoğu kez iddia ettiği gibi, aslında Hegel karşıtı değildir; tam tersine temelde bir Hegelcidir. Aslıda Marx, kesinlikle Hegel’in öğrencilerinin en önemlisidir ve Hegel Alman idealist bir filozof olduğu için bir anlamda belirtilmelidir ki, Marx da Alman bir idealisttir. Bu özel anlamda, materyalizmi idealizmin ya da Marx’ı Hegel’in karşısına koyan Marksist çaba temelden bir yanlış içerisindedir…”
Şimdiye değin Marx’ın değil de Marksizmin bilindiği gerçeğinden hareket ederek, Marx’ı yeniden öğrenmenin başlangıcı olarak sunulan metinde, Engels ve Lenin’in rolleri fena halde sorgulanıyor. Marx’ı eksik yorumlama, tanıtma konusunda Engels ise başı çekiyor. “Engels’in kolaycı bir edebi uslubu ve birkaç bin yıldan fazladır tartışılan çok karmaşık felsefi sorunlara sürekli kısa yanıtlar verme eğilimi vardır… Engels’in filozof, Marx’ın iktisatçı olduğu fikri, ikincisinin felsefi görüşlerinin değerlendirilmesini uzun süre engellemiştir... Marx felsefe tahsili görmüş ve üniversiteden felsefe doktorası almıştır. Ancak Engels’in üniversite derecesi yoktu…Ayrıca Engels, felsefe doktrinlerin ve Marx’ın sırf felsefi yaratıcılığının sofistike bir değerlendirmesini yapabilecek donanımdan yoksundu da yoksundu... Ancak yeterli felsefi eğitimden yoksun olan Marksist kuşaklar, felsefi görüşler için Engels’i göz önüne aldı ve bu sebeple Marx’tan yüz çevirdi…”
Rockmore, “Engels’ten etkilenen ve Marx’tan yüz çeviren” Lenin’in -erken dönem- felsefi metni Materyalizm ve Ampiryokritisizm adlı çalışmasında, hep Engels’ten bahsedip, Marx’ı bir kez anmasını da buna örnek gösteriyor. Çok ciddi saptamalar yapıyor Rockmore. Marx hakkında öğrenilmiş ne varsa hepsini alt üst ediyor. “Marx 1883’te öldüğünde, yakın ortağı Engels’in yorulmaz çabaları sayesinde Marksist bir gelenek zaten oluşmaktaydı. Şu an Marx’ın en önemli felsefi yazıları olarak düşünülen şeylerin çoğu Marx hakkındaki Marksist görüş formüle edildikten sonra ancak yayımlandı. Diğerleri ortaya çıkamadı ya da Marx hakkındaki Marksist görüşle çeliştikleri zaman bastırıldı, hatta Marx’ın yazılarının sözümona ‘resmi’ koleksiyonlarına dahil edilmedi… Böylece bu eserleri doğru bir şekilde tartışma önemli ölçüde engellenmiş oldu.”
Teori ve pratik ilişkisinin ilk kez Marx’la ortaya çıkmayıp antik Yunan felsefesindeki varlığından hareketle, Marx’ın “diğerlerinden karekteristik olarak insan pratiğini modern sanayi toplumuna hükmeden iktisadi tarzda kavrama ilgisiyle” ayrıldığını göz önünde bulundurmak gerekiyor. Yani diğer felsefi teoriler gibi “Marx’ın teorilerinin önemi de soyut ya da mutlak terimlerle” tartmayıp, “çağdaş bir tartışmayla” ilgili değerlendirmek gerekiyor.
Tabii bütün bunlar, “politik Marksizm’in çabucak dağılmasıyla” Marx’ın fikirlerini–şimdilerde- harekete geçirmek için eşikte duruyor.
MARKSİZMDEN SONRA MARX
Tom Rockmore
Çev: Habip Türker
Ayrıntı Yay. 2014. S, 314