Marksist Klasikleri Okuma Kılavuzu, çok yazarlı bir çalışma. Eserde, Türkiye’den ve dünyadan etkin Marksist kuramcılar bir araya gelerek, Marksizm okuyucusuna rehberlik ediyor. Tabii, Taner Timur’un Marksizm klasiklerinin okunmasına dair giriş yazısında çizdiği uzun bir hattın üzerinden başlıyor bu yolculuk. Timur, daha başlangıçta, okuyucunun adımını attığı tünelin ucuna kadar ışık tutarak bu rehberliğin önünü açıyor. Ardından da sırasıyla, Aijaz Ahmad, August H. Nimtz, Cem Eroğul, David McNally, E. Ahmet Tonak, Ellen M. Wood, Erkin Özalp, Haluk Gerger, Haluk Yurtsever, Heather Brown, Korkut Boratav, Metin Çulhaoğlu, Micheal A. Lebowitz, Nail Satlıgan, Neil Faulkner, Prabhat Patnaik, Sungur Savran, Taner Timur ve Vijay Prashad okuyucunun daha rahat yürümesi için, onun ellerinden tutuyorlar.
Marksist klasikleri okumak neden gerekli? Friedrich Engels’in İngiltere’de Emekçi Sınıfın Durumu buna yanıt niteliğinde. Zaten çalışma da Engels’in sözkonusu yapıtıyla başlıyor. Zira Engels’in sanayi devrimini yapmış İngiltere’ye gidip kent merkezlerine yığılan geniş işçi kesimlerinin yaşamını gözlemlemesiyle başlıyor bütün hikaye. Engels’in 1840’larda gözlemleyerek betimlediği İngiltere’deki emekçi kesimlerle 2013’lerin dünya emekçileri arasında kısa bir mesafe bulunuyor. Aradan geçen iki yüzyılın sonunda, Engels’in gözleriyle 1840’ların İngiltere’sindeki resmi sabitleyerek, bugünün tüm emekçi dünyası için genelleştirmemiz zor olmuyor. Zira kapitalizm, içinde bizlerin de olduğu söz konusu emekçi yığınlarının şöyle bir içine dalarak bir kısmımıza kendi çevresinin ferah görünümünü seyretmemiz için, -ama sadece seyretmemiz için- bir yer veriyor. Büyük sefaletleri ise sürekli çoğaltarak, mekanizmasını daha bir yetkinleştiriyor. Okuma kılavuzu da zaten Marksizme başlangıç teşkil eden Nail Faulkner’in ele aldığı, Engels’in İngiltere’de Emekçi Sınıfın Durumu’yla başlıyor. “2010’da, Taiwan kökenli (Foxconn) şirketinin tesislerinde iş arkadaşlarının 18’i intihara kalkıştı... Guardian gazetesinde şöyle yazıyordu. Lijia Zhang, sözlerine şöyle devam ediyordu: Bazı çalışanlar ve emek örgütleri, işçi ölümlerinden kimi etkenlerin sorumlu olduğunu belirttiler: Düşük ücretler, kimi zaman 16 saati bulan uzun çalışma saatleri ve insanlık dışı muameleler...” 1800’lerin ortalarında Engels İngiltere’ye gittiğinde derinden etkilenecektir. “Manchester, atölyeli evlerden, kanallardan ve nehir kıyılarından oluşan bir şehirken, peş peşe sıralanmış kalitesiz apartmanlardan, tekstil fabrikalarından ve demiryollarından meydana gelen bir şehre dönüştü. Bunlar olurken, hızla artan nüfusunun önemli bir kesimi için yaşam giderek daha bunaltıcı olmaya başladı.” Bir sınıfsal durum sözkonusuydu. Zira “sınıflar arasındaki keskin mesafe, bütün bir burjuvazinin, işçilerin içinde yaşadıkları koşullara karşı sergilediği cahilce kayıtsızlığa bakarak” gözlemlenebiliyordu. “Bir seferinde, böyle bir burjuvayla birlikte” Manchester’a giden Engels, onunla, “sağlıksız yapı yönetimini, emekçi mahallelerinin ürkünç koşullarını” konuşur. “Böyle kurulmuş başka bir şehir görmedim” der. Adam onu sakin sakin dinledikten sonra tam ayrılacakları köşede şöyle der: “Ama gene de, burada çok para kazanılabilir; iyi günler efendim.”
Emekçi sınıfı gözlemlemek için gittiği İngiltere’de, bir kaç yüzyıl sonrasını da görmek durumunda kalan Engels, Mark’ın tüm insanlık için yolunu açmasına ön ayak olup, böylelikle, yola birlikte koyuluyorlar. Marksizm klasiklerini okumanın önemine de yanıt olan İngiltere’de Emekçi Sınıfın Durumu, bugün, dünya emekçi sınıfının içinde bulunduğu duruma yerini bıraktığından, -Marx da bunu öngördüğünden- Marksizm klasiklerini okumanın önemi daha bir aciliyet kazanıyor. Engels’in yapıtından sonra, Marks ve Engels kolları sıvayıp, 1845 sonu ile 1846’nın ilk yarısında Alman İdeolojisi’ni yazıyorlar. Ardından, -bir aşamadan sonra Lenin’in de dahil olduğu-, Felsefenin Sefaleti, Komünist Manifesto, Louis Bonaparte’ın 18 Brumaire’i, Grundrisse, Ücret, Fiyat ve Kar, Kapital, Kapital’de Komünizm Tasarımları, Fransa’da İç Savaş, Gotha Programının Eleştirisi, Ütopik Sosyalizm ve Bilimsel Sosyalizm, Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni, Ludwig Feuerbach ve Klasik Alman Felsefesinin Sonu, Rusya’da Kapitalizmin Gelişmesi, Ne Yapmalı?, Ulusların Kaderlerini Tayin Hakkı, Emperyalizm: Kapitalizmin En Yüksek Aşaması, Nisan Tezleri ve Ekim Devrimi, Devlet ve Devrim, ‘Sol’ Komünizm: Bir Çocuklu Hastalığı gibi temel yapıtlar geliyor. Söz konusu yapıtların ortaya çıkış süreçlerinin, gelişim aşamalarının tek tek ayrı yazarlarca ele alındığı rehberde, Marksizm süreçsel bağlamlarından koparılmadan okuyucuya bir bütünlük çerçevesinde sunuluyor. Sadece bu kadar değil tabii. Asıl olarak, kapitalizmin yapısının tahlil edilmesini de kapsayan, bir paradigma gereksinimiyle karşı karşıya olduğumuz gerçeğinin altını çizmek gerekiyor. Altını çizdiğimiz bu paradigma ise çok önemli. Aksi taktirde, düşünce kodlarını içselleştiremediğimiz ya da bu paradigma olmadığı taktirde, anlama olanaklarına sahip olamadığımız bir yapıtı, sadece kelime düzeyinde kavrama tehlikesiyle karşı karşıya kalmamız hiç de şaşırtıcı olmaz. Marx, Engels ve Lenin’in en temel yapıtlarının, onların ortaya çıkış dinamikleriyle, tarihsel süreçleriyle takip edilerek, tek tek ele alınması Marksizmi kavramanın önemli bir başlangıç noktasını da aşarak, yolun yarısına kadar bizi getirdiğini rahatlıkla söyleyebiliriz.
Tüm bu paradigmanın ve külliyatın kurucuları, tarihi maddeciliğin oluşturucuları elbette ki zaman zaman geriye dönerek, kendi derinliklerine dalarak, “-Hegel’in ‘gün batarken uçuşa geçen Minerva kuşu’ metaforundaki gibi- (kendilerine-bana ait) yukardan bakma ihtiyacı” duyuyorlar. Taner Timur, Ludwig Feuerbach ve Klasik Alman Felsefesinin Sonu bölümündeki yazısında, “geçmişle bitip tükenmeyen bir hesaplaşma sürecine” işarete ederek, bunun “en büyük durak noktaları ” olduğunu söylüyor. Zira Hegel’le birlikte sistematik felsefe biterek, felsefe tarihinde yeni bir dönem başlıyor. Bu hiç de kolay olmuyor çünkü, “Hegel’in sistemi ‘hala değerini koruyan sayısız hazineler’ içeren ‘mistik bir zarf’ içinde sunulmuştu ve öncelikle Almanya’da bütün tartışmalara damgasını vuran bu dini kılıfın yırtılması” gerekiyor. Ancak Feuerbach, din ve felsefeden kopmasa da eleştirel tutumuyla bir adım önde duruyor. “Marx ve Engels Alman üniversitelerinde okunan ve okutulan düşünürler haline” gelemiyorlar? Marx, Kapital’in yayınlanmasından kısa bir süre sonra, Alman üniversiteleriyle ilgili öğretici bir tecrübesini dostu Dr. Louis Kugelmann’a yazdığı bir mektupta şöyle anlatıyor: Alman Üniversitesi’nde iktisat dersi veren bir öğretim üyesi (privatdozent), bana, (Kapital’de) yazdıklarımın kendisini tamamen iktan ettiğini, fakat durumunun, kendisini tıpkı ‘diğer meslektaşları gibi’, kanıtlarını açıklamamaya mecbur ettiğini yazdı. Bu uzman mandarinlerin Bu uzman mandarinlerin korkaklığı ve öte yandan da burjuva basınının susuş kumkuması bana çok zarar veriyor.”
Engels’in İngiltere’deki tespitlerinden sonra başlayan süreç, ekonomik, siyasal, sosyal olgu ve olaylara yönelik temellendirilmiş bir alan açıyor. Marx’ın ömrünü adadığı bu dahiyene çabanın, kapitalizm için nasıl bir potansiyel korku kaynağı olduğunu söylemeye gerek yok. Zira dünyanın tüm emekçileri, Marxsizmle interaktif bir ilişki kurduğu andan itibaren, kapitalist yapı, tuzla buz olmasa da kendine çeki düzen vermek zorunda kalabilir. Zaten bugün geldiği aşamada küresel kapitalizmin, kendi çıkmazlarını daha iyi görmek için Marksizm’den gizli gizli beslenmediğini söyleyebilir miyiz(?!) Bu durumda, Marx’ın eserlerinin içinden en öne çıkan ve ekonomi politiğin eleştirisi olan Das Kapital’i, küresel kapitalizmin kafasına vurmak bile, onun beyninin yerle bir olmasına neden olabilir. Kapital’de formüle edilmiş her bir teori ve yazının, kapitalizmin ebedi ve değişmez bir sistem olmadığını gösterdiğini belirtmekle yetinelim şimdilik.
MARKSİST KLASİKLERİ
OKUMA KILAVUZU
Yordam Kitap
2013. s,