Atık toplayıcılarına yönelik baskı(lar) yeni değil. Atık malzeme toplayıcılığı işini yapanların belirli aralıklarla birtakım güçlerle karşı karşıya geldiklerini geçmiş yıllardan ve yakın dönemlerden biliyoruz. Yakın dönemler derken, geçtiğimiz gün yine sahnede onlar vardı. Ancak bu kez karşımıza çıkan manzara başka. Konu atık toplama işinden çok göçmenlere yönelik politikayla ilgili gibi gözükse de...
Epeydir köpürtülen Suriyeli sığınmacılara yönelik düşmanlık kampanyası sonunda çöplükte patladı. Zira çöplükler patlar! Kentleri ve yaşam alanlarını çöplükten ayrı düşünmek yanılgıdır zaten. Sokak aralarına belli aralıklarla yerleştirilen çöp konteynerlerinin her boşaltım sonrası gittiği yolun sonunda sadece devasa pis kokulu yığıntılardan oluşmuş kent tepeleri de bir fotoğraftan ibaret değil sadece.
Kâğıt, şişe, plastik, yemek artıkları şeklinde ayrıntılardan oluşan çöplüklükler her ne kadar 'geri dönüşüm' teknolojisi (yemek artıkları hariç) adı altında eski kullanıcılarına tekrar dönmeye aday olsa da, anlaşılan o ki, bu geri dönüş yolu hiç de düz değil. Söz konusu teknolojinin yetkinliği ayrı bir tartışma konusuyken, bu geri dönüş yolunda nelerin olup bittiği ise daha önemli gibi gözüküyor.
Geçtiğimiz yılda yayımlanan bir haberle (Ali Can Polat 1 Ekim 2021) beşyüz bine yakın atık toplayıcısına yönelik zorbalığa tanık olmuştuk. Bu zorbalığın altında ise söz konusu işi tek bir şirkete verme iddiası öne sürülüyordu.
Adı üstünde çöplük, neresinden çekiştirilirse çekiştirilirsin yine aynı anlamı veriyor: çöplük. Çöp yani... Ama işte bizim çöp dediğimiz şey üzerinde hiç de çöpten dolaplar dönmüyor. O çöplerden birtakım adamlarca mafyatik oluşumlar tam da çöp konteynerlerinin durduğu yerlerin yakınındaki bankalarda, resmi binalarda, lüks konutlarda aklanarak bilinen o 'saygın' şeylere dönüşüyorlar.
Yoksul ve çıplak insan elinin değdiği o 'pis' şeyler, bu ellerin elinden türlü dolaplarla alınıyor demek dramatik olabilir. Ama son günlerde arz-ı endam eden Suriyeli çöp toplayıcılarına yönelik baskılar, çoktandır rant kavgalarına dönüşmüş bir alanla ilgili daha temel bir sorunun olduğunu açık ediyor.
Bu alandaki savaşın uzun bir geçmişe (yaklaşık 20 yıl) dayandığını göz önünde bulundurursak hiç de haksız sayılmayız.
Oysa ki ne kadar da masum bir alan gibi gözüküyor değil mi (?) Yani dışarıdan, uzaktan bakıldığında bir takım yoksul insanlar atıkları toplayıp hem kendilerine, hem de ülke ekonomisine katkıda bulunuyorlar diye sevinenler bile olabilir. -Ama yanlış anlaşılmasın, bu işi yapanlar elbette ki masum!- Öten yandan, atık toplama işi öyle nazik sözcüklerle dile getirilecek bir şey değilken, işin öznelerine de aynı şiddetin sirayet etmesi doğal karşılanmalı.
Öyle ki yapılan işin literatürü bile oluşmuş "vahşi toplayıcılık" olarak nitelendiriliyor. Tıpkı vahşi kapitalizm gibi. Görünen o ki, ülkede yaşanan tüm vahşet çöplüklerde daha bir belirginleşerek suretini buluyor.
Merdiven altı diye bilinen alanlarda kayıt dışı çalıştırılan çocukların ve kadınların sayıca fazlalığı yapılan araştırmaların istatistik raporlarında mevcut. Daha başka alanlar da var elbette. Ama en görünen, en çıplak, en dipte olan "vahşi toplayıcılık" yapanlara yönelik baskılar yaşadığımız ülkeyle ilgili hazin bir görüntü oluşturuyor.
Tekrarlarsak, en en alttakilerin var olmak için girdikleri amansız mücadelede karşılaştıkları baskılar yeni değil. Belirtildiği ve iddia edildiği gibi bu alana uzanan eller şirketleşerek tek olmak isteyenlerin rengini taşıyor. Suriyeli göçmenlere yönelik düşmanlık politikaları/kampanyaları ise başka bir hezimet şeklinde çöplüklerde patlıyor.