Olağanüstü bir zaman dilimini tüm dünya birlikte yaşıyoruz. Kurmaca dünyasının romanlarından, filmlerinden çıkmış, kehanetlerde yıllar önce tarif edildiği söylenen bir virüs tümüyle bizim sandığımız dünyanın düzenine el koydu. Uzağımızdayken çok da ciddiye almadık. Tıpkı kar yağdığında yolları kapanan köyler kadar uzak ve olağandı Çin’deki salgın. Çünkü kar henüz İstanbul’a yağmamış, virüs Avrupa’ya ulaşmamıştı. Malum, 'İstanbul'a kar yağmadan Türkiye'ye kış gelmez'di!
Bir anda karşılaşmadığımız bu virüse ansızın yakalanmışız gibi davranan yetkililer ve hâlâ vurdumduymaz davranan halkımla ortak kaderi en acımasızından paylaşmak durumundayız. En önemli ve uygulanabilir basit görünen tedbir evde kalmak ve hijyen konusunda aşırıya kaçacak kadar hassas olmak. Bu tedbirin geciktiği her gün hastalık doğrusal değil üssel olarak artıyor. Yani 2 iken 3, 3 iken 4 olmuyor. Her hastanın ya da taşıyıcının karşılaştığı kişi sayısı günlük belli çarpanla hesaplanıyor. En basiti hasta günlük 20 karşılaşma yapıyorsa ve diyelim ki 10 bin hastanın olduğu bir zamana gelindiğinde her gün iki kat artışla ilk gün 20 bin, ikinci gün 40 bin, üçüncü gün 80 bin hastaya ulaşır, yani bu hıza dünyanın hiçbir yerindeki sağlık sistemi yanıt veremez.
İşleyebilir bir sistemi kilitlemek gene insanın marifetidir yani. Bunun büyük ölçüde cehaletle ilgisi varsa da tamamını açıklamaya yetmez. Bireysel yaşamlarımızla o kadar meşguldük ki kolektif yaşamı unuttuk. En güzel örneğini de iklim krizindeki tavırsızlığımızdı. Yerküreyi sonsuz sömürme hakkımız olmadığını, dünyanın diğer ucu sandığımız yerlerdeki felaketlerin bizi de vurabileceğini küçük örneklerle görüyorduk aslında. Nükleer felaketler, seller, yangınlar, yükselen sular, öngörülemeyen yer kabuğu hareketleri vs. aslında tüm dünyanın sorunuydu, ortak tavır alamadık. Sonra "Hani nerede, görmüyoruz ki o zaman yok" denilen yeni tip Koronavirüs (Covid-19) salgını bize dünyada herkesin ve her şeyin birbiriyle ne kadar yakın ilişkide ve birbirine nasıl da muhtaç olduğunu gösterdi.
Kısıtlamalar ve tedbirler için ille de öngörülebilir şeylerin yaşanmasına gerek olmamalı. Doğadaki canlılardan en önemli farkımız aklımız madem kullanabilmeliyiz. Bilim, işte tam da bu zamanda devrede olmalı ve tüm siyasi erklerin, milletlerin önünde olmalı. Ama bu fırsatı da gün gün kaçırıyoruz. Siyasi ya da ekonomik gerekçelerle kısa vadede kârlı sanılan tüm hesaplamaların maliyeti sağlık çalışanlarının omuzundan, emeğinden çözülebilir sanılıyor.
Ama sağlık sistemindeki sorunlar kendi içinde o kadar büyük ki, ekonominin hâlini de yanına koyarsak vaka sayısı İtalya düzeyine çıkmadan bile çökme tehlikesi içindeyiz. Bu salgın ile öğreneceğimiz çok şey olacak. Yeni yaşama şekillerine alışmak, empati yapabilmek, sağlığın kıymetini bilmek, sevdiklerini kaybetmenin bu kadar yakın olabileceğini ensende hissetmek ve çaresiz kalmak. Ve bu çaresizlikte eşitlenmek.
Herkesin başına kolluk kuvveti koyamazsınız, eğitimle insanları sorumlu bireyler olarak yetiştirmeyi becerseydik "kendi OHAL'lerini" onlardan talep etmek çok mantıklı ve insani, harika bir fikir olurdu. Ama gerçeklerin öyle olmadığını ilk güneşli hafta sonunda gördük, asker uğurlamasında gördük, "hayvan bağlasan yaşamaz" denilen yurtlardan kaçmaya çalışan sorumsuzlarda gördük. O nedenle eğitimdeki siyasi elin de artık doğru olmadığını anlamak gerekiyor. "Salgından bunu mu çıkarttın" derseniz valla epey şey çıkarttım da, yazabileceklerim sınırlı.
Sağlık sisteminde iyileştirme şehir hastaneleriyle, kendini beş yıldızlı otel sanan özel hastanelerle halka anlatılınca herkes salgınla beraber bir şaşkın oldu. Mesela "Bizde Koronavirüslü hasta yok, kim bunları yazıyorsa hakkında yasal işlem başlatacağız" diye veryansın eden özel hastane yönetimi gördük. Dostum sen hastanesin, bak hatta artık pandemi hastanesi oldun, 15 gün önce kendini otel mi sanıyordun da "müşteri(!) kaybetme korkusuyla" kendini komik duruma düşürdün. Yani can simidi gibi düşündüğümüz özel hastanelerde genel olarak zihniyet bu. Gelgelelim devletten ya da üniversiteden vazgeçmeye zorlanan, nice doktorları yetiştirecek hocalar, kıymetli meslektaşlarım da bu hastanelerde layıkıyla çalışmaya devam ediyorlar. Keşke sistem onları olmaları gereken yerlerde tutmayı başarabilseydi.
Gerçekten göğüs göğüse mücadele eden kahraman sağlıkçılara gelecek olursak, her gün arkadaşlarımızın bir kısmının Covid-19 pozitif olduğu haberlerini alıyoruz. Dünyadan gelen istatistikler bu yönde. Yaşlı ve riskli gruplar dışında en büyük kayıplar sağlık çalışanlarından olacak. İlave tedbir olarak sahaya her kanaldan işgücü olacak sağlıkçılar çekiliyor, emekliler bile sisteme çağrılıyor. Bu olağanüstü bir dönem. Branş doktoru demeden, ihtisası tamamlamamış, mezun olmamış demeden birçok doktor, hemşire, teknisyen, laborant sisteme katılıyor. Bilim kurullarına ek olarak Türkiye’nin en büyük STK larından biri Türk Tabipleri Birliği böyle bir süreçte sadece siyasi sebeplerle dışlanıp, görüşü alınmıyor olması hâlâ bazı egoların kapının arkasında bırakılamadığını bizlere acıklı şekilde gösteriyor.
Medya kanallarının sorumluluk gösterip artık her ...okolog doktorların saçma sapan, halkı yanıltan konuşmalarına izin vermemesi ya da para karşılığı ekranda reklamını yapmak üzere boy gösteren doktorlardan vazgeçerek doğru şeyler söyleyen, değerli hocalarımızdan görüş alma zamanları.
Bu dönemde doğru bilgiye ulaşmak için şeffaflığından kuşku duyulmaması gereken en önemli kurum Sağlık Bakanlığı’dır. Bizi toplum olarak şaşırtın ve bu kez güven duymamız için sağlık çalışanlarının ihtiyacı olan malzemeleri, çalışma saatlerini, güvenliklerini eksiksiz tamamlayın. Şu anda ekonomik olarak desteklenmesi gereken birinci öncelikli kurum sağlık ve onunla bağlantılı her şeydir. İkincisi sanırım konut kredisi??? Ekonomi benim anladığım bir şey değil ama ülkenin kasasındaki paraların bu kadar kötü projelerle, belli gruplara pay edilmesi sonucunda işsiz de kalınacak, evsiz de, aç da. Ama kredisiz kalınmayacak, devlet sözü.
Doktor olarak ben bu yazıyı yazabilme lüksündeyim henüz. Bu nedenle çoğu meslektaşımın duygularına tercüman olacak diye düşündüğüm "saat 21.00 de sağlık çalışanlarını alkışlama nezaketine" de birkaç şey söylemek isterim. Yıllar içinde mesleğimizin onuru ayaklar altına alındı. Doktorlar şiddet gördü, öldürüldü, televizyon kanallarında alçakça haberlere malzeme edildi, davalar açıldı, tehditler aldı, Alo 184'ten şikâyet edilmeleri için halka yol gösterildi… Şimdi o hattan salgın için yardım istiyor halkım, ne ironi. Neyse asıl diyeceğim şu ki çok zor zamanlarda virüs tedavisiyle alenen tehdit altındaki bizlere, bir de şiddet görme ihtimalimizi tekrar hatırlatmayın. Biz tıp etiğine inanan doktorlar kin tutmayız, insan ayırmayız, ailemizin, sevdiklerimizin önüne hastalarımızı koyar öyle çalışırız. Kendi özel yaşantılarımız ne eğitim hayatımızda, ne de devam eden meslek hayatımızda ön planda olmaz. Bugünler geçecek, alışkın olduğumuz hayatlarımıza dilerim en kısa zamanda ve en az kayıpla ulaşacağız. Bugün bizi alkışlayan ellerin, bize sevgi, şükran, minnet duygularını ifade eden herkesin bu topluma da bunu hep hatırlatıyor olmasını diliyorum. Motivasyonumuz alkışlardan çok iyileştirebildiğimiz hayatlardır. Tüm meslektaşlarıma kolaylıklar, tüm dünyaya da sağlık diliyorum.