Bazen her şeyi bırakıp kaçasınız gelmiyor mu? Kaçabiliyor musunuz peki? Hayalini kurmak bile insanı bir parça ferahlatıyor. Dünyanın, ülkenin onca derdi varken kendi meselelerimiz küçümsenebilir belki ama öyle olmuyor. Önce biricik kendimiz varız, sonra herkesin önem sıralaması değişecektir.
Artık iş aslanın ağzında değil midesinde derdi babam yıllar önce bence o mideden yakaladığımız işler bizi öğüttü ve dışkı olmak üzereyiz. Ülkemizde işsizlik oranı 2015 Haziran TUİK verilerinde yüzde 9,6. Böyle olunca bulduğun işte iki kişilik işi sana iteleseler de yapıyorsun mecbur. Dışarıda senin yerini alabilecek bir sürü bekleyen var. Bu dile gelmeyen baskıyla her yeni gelen iş gününe şükrederek gidiyoruz. Bu arada kaçımız bitirdiği okullara uygun işlerde çalışabiliyor, hayalini kurduğu şartları sağlayabilmiş, baskı görmeden özgürce üretebiliyor sorusuna girmiyorum bile. Hemen herkes borçlu, yaşamsal ihtiyaçları olmasa da sahip olmak istedikleri yüzünden borçlanmış ve onları ödeyebilmek için her verilen işe sorgulamadan koşabiliyor. Aile olma sıralaması içinde zaten toplumun dayattığını, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın sayı olarak da belirtip yap(a)mayanı yarımcık ilan ettiği çocuk meselesi sonrası, onların eğitimi vs. derken çalışacaksın kardeşim, hem de eşekler gibi çalışacaksın.
Sonra bir gün, bir anda değil ama bir gün bittiğini, tükendiğini hissetmen hiç uzak bir ihtimal değil. Böyle yaşamak ve çalışmak zorunda olan herkesin soyadı Uzerli ye dönebilecek yani. Tabii mevcut şartlar aynı olanakları sağlayamasa da çıkış aramak için geç kalmamak lazım.
Nedir bu ‘tükenmişlik sendromu’, şehirlilerin uydurduğu şımarıklık mı?
Koskoca WHO (Dünya Sağlık Örgütü) tanımlamış bu durumu 1998 de ve demiş ki; fazla çalışmayla ortaya çıkan aşırı duygusal yorgunluk ve bunun sonucunda iş ve sorumluluklarını yerine getirememe durumu. Buradaki tükenmişliğin fiziksel değil duygusal olması işleri karıştıran kısım, zamanında fark edilip önlem almakta genelde geç kalınmasının sebebi. Yoksa fiziksel yorgunlukta ayakları uzatırsın, yatarsın bir güzel de uyku ertesi güne bir şeyciğin kalmaz. Ruh öyle mi? tamiri zor ve uzun zaman alıyor. Tükenmiş birey bunu ya duygusal çöküş ya duyarsızlaşma ya da azalmış başarma motivasyonu şeklinde yaşar. Bunların her birinin bireyin rutin hayatını, işlevselliğini ve tepkilerini ciddi oranda etkileyeceği açıktır tabii. İş, ailevi sorumluluklar, bireysel sorumluluklar, yardıma muhtaç yakının bakımı gibi o sırada sürdürmeye çalışılan uğraş ile ilgili istek, güç, gayret, olumlu duygu ve davranışlar gittikçe azaltarak, yetersiz kalmaya neden olur. Anlıyoruz ki sadece mesaili işler değil, sorumluluk olarak üzerimize yapışmış her şeyin sonunda tükenme ihtimalimiz var.
Bu negatif motivasyon, ilgi ve istekteki azalma genel bir enerji kaybı, bireyin kendisi ile ilgili olumsuz duygu ve düşüncelerine, yetersizlik ve başarısızlık hissinin gelişmesine sebep olabilir. Bunlara ek olarak, başkalarına karşı da ilgi kaybı, negatif duygu ve davranışlar ortaya çıkabilir ki bütün bunlar bireyi çevreden uzaklaşmaya, ilişkilerde çatışmaya veya kendi içine kapanmaya zorlar.
O zaman bunun nasıl başladığını anlamak lazım, yani ayak seslerini duyarsak zamanında tedbir almayı kolaylaştırabiliriz. Toplumsal olarak moral kaynaklarımız tükenmenin hemen kıyısındayken bireysel olarak da tükenmeyelim hiç olmazsa. Ama gene de her şeyi bırakıp kaçmak harika olmaz mıydı?
Psikologlar bu süreci 4 evrede açıklamışlar. Bence her şey 3'e ayrılabilir, giriş gelişme ve sonuçtur hayat dediğin. Bize öyle öğrettiler, derslere başlamadan her gün marşlar söyledik, antlar içtik ve edebi metinleri hep üçe ayırıp inceledik öğrenciliğimizde. Neyse ki arada farklı sorular sormamız gerektiğini söyleyen öğretmenlerimiz oldu da (onlar atanmayı beklerken istemedikleri mesleklerde çalışıp, yanlış kurşunların önünde can vermeyen şanslılardı) biz de şimdi ağzımızın tadıyla sorgulayıp, çalışıp sonra da tükenebiliyoruz. Gene gitti benim kafa konuya döneyim en iyisi.
Efendim birinci evre idealistlik evresi olarak tanımlanıyor. Bu evrede yüklenilen sorumluluklar altında birey zorlandığını fark ettikçe kendi gücünü daha fazla arttırarak bu durumdan çıkma çabasına giriyor. Bu sırada yüksek bir umut ve enerji ile dolu ve bu nedenle kendi gerçeğine, kapasitesine ve şartlarına uymayan boyutlarda beklentiler içine kolaylıkla girebiliyor. Bu evrede kişi için mesleğini ya da o sıradaki sürdürdüğü uğraşısı her neyse, onu her şeyin önünde tutarak uykusuzluğa, gergin çalışma ortamlarına katlanıyor. Kendine ayırması gereken zaman ve enerjiden çalarak gücünü tamamen bu amaç için harcıyor. Arada ona gaz veriyorlar aslansın, harikasın, sen yaparsın... Bunu sağlarken de aşırı bir uyum çabasına girdiğinden ve kendi enerjisini aşırı tükettiğinden habersiz kurbanımız gecesini gündüzüne katarak aynı paraya ya da biraz üstüne çalışmaya devam ediyor. Bu durum tanıdık geldi mi size? O zaman dikkat!
Ancak bu süreç giderek yorucu olmaya başlar. İkinci evrede birey, yani herhangi birimiz olabilir bu birey, zamanla isteğinin ve umudunun azaldığını hissetmeye başlıyor. Verdiği çabanın beklentileri karşılamadığını, karşılaştığı güçlüklerden, daha önce umursamadığı ya da yok saydığı bazı noktalardan giderek rahatsız olmaya başladığını görerek duygusal olarak çöküş içine girdiğini fark ediyor. Yani bir anlamda aydınlanma evresi denebilir. Buradaysanız da hala umut var tünelin ucunda ışık görünüyor.
Bu fark edişler bireyde aşırı engellenmişlik duygusu oluşturuyor. Engellenme adı alan bu 3. evrede birey karşılaştığı tüm olumsuzlukları değiştirmenin zorluğu karşısında kendisini engellenmiş ve çaresiz hisseder. Bu durumdayken uyum sağlamaya odaklı olarak tüm savunma mekanizmaları harekete geçse de yetersiz kalır. Ortaya uyum bozucu savunmalar çıkar ve bireyin sorunla başa çıkma gücünü daha da bozarak tükenmişliği daha da belirgin hale getirir. Artık o ışık çok zayıflamış durumdadır ve bu pozisyonda devam etmeye çabalanırsa tünel maalesef tamamen karanlık bir boşluk olacaktır. Ani öfkelenmeler, karşı çıkmalar, umursamama, ya da aşırı tepki gösterme, şüphecilik gibi güven sorunları ile uyku - iştah bozuklukları ve diğer fiziksel hastalık belirtileri, özellikle de kaygı endişe halinin oluşturduğu solunum ve mide-barsak sistemine ait belirtiler gözlenebilir.
Tüm çabaların boşa çıkması ise zamanla bireyi bir tepkisizliğe götürür ki, işte bu 4. ve son dönem olan apati evresidir. Bu evrede çevresel olaylara duygusal olarak tepki vermede azalma, donuklaşma ve duyarsızlaşma ortaya çıkar. Belirgin bir umutsuzluk hali ve daha önceden inanılan değerlere karşı derin bir inançsızlık hakim olur. Mesleki ve toplumsal iletişim performansı tamamen düşebilir. Bu dönemde rapor talebi, istifalar, bakım verdiği kişilere karşı ilgisizlik, görevini yerine getirememe sık görülür. Yani geçmiş olsun, sistem sizi öğüttü sindirdi demek.
Tükenmişlik sendromu açısından daha fazla risk altında kimlerin olduğunu söylemek zor değil. Elbette herkesin zorluklar karşısında dayanma kapasitesi, savunma mekanizmaları ve motivasyonları farklı olacağından riskli gruplarda olup aslanlar gibi zorluklara direnenler olacaktır. Kronik hastalığı veya fiziksel engeli olanlar, kronik bir hastaya, zihinsel ya da fiziksel bir engelliye ya da yaşlı bakıma muhtaç birine bakım verenler, sağlık ve eğitim sektörleri gibi insan ile doğrudan ilgilenen mesleklerde çalışanlar, baskı, engellenme, kıtlık, şiddete maruz kalma ve benzeri zorlanma koşulları altında uzun süre yaşamak durumunda kalanlar ve bu sayılan durumlara daha fazla maruz kalmaları nedeni ile de özellikle kadınlar daha fazla risk altındadırlar.
Bireyin kişilik özellikleri, yaşı, cinsiyeti, aldığı eğitim, sorunlarla başa çıkma kapasitesi ve yöntemleri, medeni hali, sosyal desteği, işinden maddi-manevi doyum durumu, işin riskleri, zorlukları, tehlikeleri, tehdit unsuru olabilecek diğer etkileri ve işverenin yapısı, adaletsizliği, sunduğu kısıtlı imkanlar gibi özellikler, tükenmenin ortaya çıkışını kolaylaştırıcı etkenlerdir. Evlilik gibi sosyal desteğin varlığı, işinde deneyimin ve sorun çözme becerisinin artışı, çalıştığı işe olan ilgi ve sevgisi, iş ya da zorunlu olarak yaptığı eylem dışında kendisi için yaptığı faaliyetler ise tükenmeyi durdurabilecek ya da riski azaltabilecek özellikler olarak sıralanabilir. Bu durumu zayıflık olarak görmek en büyük yanlışlıklardandır. Zaten bireyin aşama aşama bu noktaya gelmesi hep başarısız sayılmamak için gösterdiği fazladan çabalardan kaynaklanmaktadır. Herkesin bir gün kaçıp gitmeye hakkı vardır, güzel olmaz mıydı?
Tükenmişlik sendrom depresyon ile karıştırılabilir. Her ikisi de insanın motivasyonunu azaltıp hayattan zevk almasını engeller ama aralarındaki en önemli fark depresyondan kaynaklanan olumsuz duygular hayatın tümüne yayılmışken (iş, aile, sosyal ilişkiler, diğer aktiviteler vs.), tükenmişlik sendromu sadece yapılan işle ilgilidir. İş şartları düzenlendiğinde iyileşme de başlayacaktır.
İş ile ilgili kontrolün bireyin elinde olmaması; mesai saatlerinin, ne kadar çalışılacağının, görev tanımının net olmaması, hangi işleri yapacağının kararının çalışana bağlı olmaması durumu yani belirsizlik ve kontrolsüzlük baş düşman. İşyerinde rahatsız edici ilişkilerin olması gene bir sebep olabilir ama ideal ortamlarda kaçımız çalışabiliyoruz? Etik anlayışla çalışılan yerin veya kişilerin etik anlayışı uyumsuz ise, sürekli zamanla yarışarak yetiştirme kaygısı varsa, kaygı altında odaklanabilmek için daha fazla enerji harcamak zorunda kalınıyorsa gene tükenmek için ideal bir ortamdasınız demektir.
Tükenmişlik sendromu maalesef kendiliğinden geçmez. Çoğu insan çok çalışmanın kötü değil, tam tersine iyi bir şey olduğuna inanır. Bu nedenle hiç durmadan, dinlenmeden çalışır. Oysa böyle bir çalışma temposu uzun süremez ve en sonunda fiziksel ve ruhsal çöküntüye neden olur. Eğer üstünde durulmazsa veya müdahale edilmezse, daha ciddi problemlere neden olabilir: Aşırı yorgunluk, uykusuzluk, ilişkilerde problemler, kaygı bozuklukları, depresyon, alkolizm, kalp hastalıkları, strese bağlı hastalıklar, obezite, bağışıklık sisteminin zorlanması ve buna bağlı olarak hastalıklara karşı direncin düşmesi gibi geniş yelpazede hayat standardını bozar.
Hayatınızdaki önceliklerinizi gözden geçirin ve önceliklerinize sadık kalmaya gayret gösterin. Sorulardan ilki şu olmalı ‘sizin için hayatınızda önemli olan nedir?’ Aile mi, sağlık mı, iş başarısı mı? Eğer aile olduğunu düşünüyorsanız, uzun saatler çalışmak, yorgun eve geldiğinizde ailenize zaman ayıramamak bir süre sonra sizde kızgınlığa, bıkkınlığa ve işinizden soğumanıza neden olur. Önem verdiğiniz aktivitelere yer verin. Sizi tükenmiş hissettiren faktörler neler? İş yoğunluğu mu, çalışma saatleri mi, etrafınızdaki kişilerle yaşanan çatışmalar mı, destek alamamak mı? Problemin kaynağını ortaya çıkardıktan sonra çözüm yolları daha belirginleşecektir. İş vereninizle ya da iş arkadaşlarınızla konuşun. Hissettiklerinizi onlarla paylaşın ve destek isteyin. Yoğun temponun ve istemediğiniz şartların sağlığınızı bozmasına izin vermeyin. Gün içinde sık sık kısa aralar verin. Sevdiklerinizle, ailenizle, arkadaşlarınızla vakit geçirin. Sosyal desteğin, olumsuz duygularla baş etmekteki faydası bilimsel araştırmalarla da ispatlamıştır, bu nedenle sosyalleşmeyi hafife almayın. İşinizin, etrafınızdaki kişilerin, çalışma yoğunluğunun size uygun olup olmadığını gerçekçi olarak değerlendirin. Uygun olmadığını düşünüyorsanız alternatifleri inceleyin ve daha severek, tutkuyla yapabileceğiniz, ilgi alanınıza, hayallerinize daha uygun bir işte çalışıp çalışamayacağınızı araştırın. Spor yapın. İnsanlar yoğun olduklarında en önce vazgeçtikleri spordur, oysa düzenli spor stresle başa çıkmanızı kolaylaştırır. Her gün yeterli miktarda uyumaya çalışın. Dinlenmek için en az haftada 1-2 gün ayırın. Eğer tüm gün ayıramıyorsanız bile gevşemek ve dinlenmek için kendinize mutlaka fırsatlar yaratın. Sağlıklı beslenin. Mutlaka bir hobi edinin. Günlük hayatın rutini dışında yaptığınız her aktivitede, beyniniz ve vücudunuz tatile çıkmış gibi hissedecektir. Sorumluluklar ağır geliyorsa paylaştırın.
Ya da şartlarınız uygunsa her şeyi bırakıp bir süre gidin, saklanın çok güzel oluyor.