Her gün o kadar çok duyguyu peş peşe yaşayabiliyoruz ki ne yazsam diye düşünecek zaman olmadan bu gün yaşananlar sana dokunmadan geçtiyse bile en çok iki gün sonra mutlaka yazmak, ağlamak ya da haykırmak istiyorsun.
Acının, üzüntünün ya da çok heyecan verici herhangi bir duygunun yazılabilmesi için hep içimde soğuması için bir süre gerekir derdim. Şimdi ise vakit yok anlıyorum. Daha büyüğü her an kapını çalabilir. Bir kadını mı öldürdüler? Yazmalısın. Dünyanın bir yerinde uçak mı düştü? Yazmalısın. Seçim sonuçlarına mı canın sıkıldı? Yazmalısın. Gene gazeteciler mi tutuklandı? Yazmalısın. En sevdiğin arkadaşın hamile mi kaldı? Bundan okura ne ama yazmalısın. İstanbul’a yeni festivaller geliyormuş, hadi ne duruyorsun? Yazmalısın. Bombalar patlıyor, hadi yazmalısın belki sen yazamayacaksın ya da seni okuyamayacaklar bir dahaki sefere çabuk olmalısın.
Duyguları dinlendirmek, süzgeçten geçirmek, damıtıp kısacık cümlelere dünyaları sığdırmak ustalık ister elbette. Yıllardır çıraklığından çıkamadığım şu yazı dünyasında gene de cüret edip bir şeyler yazmak istemek çok masum bir eylem.
Konuya neresinden gireceğimi bulamadığım ülkesinin kusup attığı insanlar, bir anda adı mülteci oluveren yer yüzünün vatansız evlatları. Her birinin boyunu aşan insanlık hikayelerini görmezden gelmeyi başarabildiğimiz bu insanların çok kısa süre önce aynı bizimkine benzer düzenleri, hayatları vardı aslında. Ufak bir bedenin tüm soğukluğuyla kıyıya vurması kanımızı dondurmuştu. Oysa her gün adlarını bilmediğimiz, sayılarından haberdar olmadığımız, bir çoğunun hiçbir zaman mezarı bile olmayacak kaç hayat boğuluyor dünyanın alçak düzeninde. Neleri göze alıyorlar bu insanlar ‘güvenli!’ topraklara ulaşmak için biraz hayal edelim. Empati, bizlerin hiç kaybetmemesi gereken en yorucu ama en insan yapıcı duygu bana kalırsa. Gözümüzü sımsıkı yumalım, hayal edelim. Parklarda uyuyan, oradan geçerken bizi tedirgin eden ya da yüzünü hiç göremediğimiz çoktan ölmüş olan, daha kaçma kararı alamadan evinin önünde parçalanan, sığınma kamplarında yemek kuyruğunda titreyerek bekleyen, okula gidecek yaşta olmasına rağmen trafikte camımızı tıklatıp para isteyen, erkeklere satılmak üzere kandırılan, üç kuruş bile olmayan yevmiyelerle çalıştırılan, kundağındayken kaçırılan, Avrupa’yı güvenilir sanıp günlerce yürümeyi, açlığı göze alan ve daha niceleri, gözlerimizi hemen açmak istedik dayanmak mümkün değil bu yaşatılanlara. Ama görmezden gelebiliyoruz, sanki bize hiç olmazmış gibi.
Aslında öyle bir anda olabilecek kadar yakın ki.
Ülkenin içindeki hukuksuzluktan, hırsızlıktan, çürümüşlükten büyük bir başıbozukluktan şikayetçiyiz ya ben asıl bir gün bunu bile mumla arayacak noktaya gelebileceğimiz günlerin yakınlığından korkuyorum. Ülkenin bir kısmı hendeklerin başında savaşırken diğer kısmı camların arkasında kulakları tıkalı, gözleri bağlı çalışarak ülkenin vergi sistemine katkıya devam etmekte. Bunu tek cümleyle geçiyor olmam asıl yazmak istediğimden uzaklaşmamak için. Ülkede olanların duyabildiğim, okuyabildiğim kadarıyla oldukça farkındayım ve geleceğe umutla, bugüne sonsuz mutlulukla sahip çıkmak ne yazık ki pek mümkün olmuyor.
Ve bir gün bu topraklar bizi de kusarsa? Suriye’nin bugün halkını ya kendi topraklarında ya yollarda ölüme sürüklediği duruma düşersek? Bir planınız var mı? Kanada vatandaşı olmaktan daha yapıcı ve yaratıcı mesela. Bugün kaç Suriyeli aç uyuyor, tecavüze uğruyor, battaniyenin altında titriyor, yollarda yürüyor, hastalığı tedavi edilemiyor, okula gidemiyor, yıllarca yaptığı iş yerine güvencesiz üç kuruşa çalıştırılıyor, dolandırıcılar tarafından botun içinde yazın serinlediğimiz sularda boğulup kıyıya vuruyor ya da derinliklerde yitip gidiyor...
Tüm insanlığın başına gelme olasılığı olan bu durumlar savaşın girdiği her toplulukta masum insanların hayatta kalmak için seçtikleri, insan onurunu lime lime eden bir hal. Geride bıraktıklarını düşünün? Sıradan hayatlarımız ne kadar da biricik aslında. Bir deprem sonrasını, selin ardından evsizliği düşünün. Ölmediğinize sevinirsiniz ama zaman uzadıkça, sefalet arttıkça, sizi ölmekten beter eder yaşam şartları. Ölülerinize üzülecek vaktiniz olmaz. Hep mahcubuzdur hayatta kalan olmaktan ama hala, inadına yaşam arzusudur bizi mücadelenin içinde tutan. Bu yolları akrabalarıyla yürüyen, savaştan kaçan çocukların hayalleri olabilir mi? Hep kayıp bir nesil doğurur ardından savaşlar. Yıkıp yok ettiği sadece o gün öldürdükleri, sakat bıraktıkları değildir, hayatta kalan ruhları paramparça edilmiş ötekilerdir de aynı zamanda.
İnsanlığın başlangıcından itibaren barbarlıklar şekil değiştirerek devam ediyor. Bunu engellemek için kurallar, düzenler bulurken insanlık, yıkmak için de yolları çeşitlendiriyor. Dünya küçük bir kasabaya döndü. Uzağında sanarak atılan bombalarla ölenlerin akrabaları artık bombayı atanların sistemini tehdit ediyor. Savaşmamak en zoru gibi, barış en imkansızı neredeyse. Dünyanın ders alması diye bir şey olmaz, insanların, toplumların bunu becerebilmesi gerekir. Toplumsal hafızaları hep taze tutma çabası bundandır.
Milyonlarca insanın hayatlarıyla, hayalleriyle ve gelecekleriyle alay etmeyi bırakın artık. Dünya üzerinde kimse kimseye dokunmasa bile yeterince acı var, bizi bize bırakın. Becerebildiğimiz kadarıyla insanca yaşama onurumuzu ve hakkımızı kullanabilelim.
İstersek bir sırt çantasına sığdırıp hayatlarımızı yaşamaya çalışırız ama bu biz istersek olmalı, başkalarının kararlarıyla buna zorlanmamalıyız. Bugün vatansız kalmayı bir kez daha hayal edin ve savaşları durdurun.