Küresel sermayeyi yatırıma ikna etmek için “işçimiz ucuza çalışır, çok çalışır, hasta olmaz” diye dil dökmek nasıl bir zihniyettir? Düşen ücretlerle ve uzayan çalışma süreleriyle övünmek ve bunu “yatırım ortamının iyileştirilmesi” olarak pazarlamak nasıl bir siyasettir? Yurttaşları için “sosyal hukuk devleti” yaratmakla yükümlü olan bir devlet çalışma koşullarının kötüleşmesi ile övünebilir mi?
Türkiye’de olur! Başbakanlığa bağlı T.C. Başbakanlık Yatırım Destek ve Tanıtım Ajansı (TYDTA) bunu yaptı. 2006 yılında 5523 sayılı kanunla kurulan Yatırım Ajansının görevi “ülkenin ekonomik kalkınmasında gereksinim duyulan yatırımların artırılması için Türkiye'de yatırım yapılmasını özendirmek” olarak tanımlanmış. TYDTA kendini “Türkiye’nin sunduğu yatırım olanaklarını küresel iş dünyasına tanıtma ve yatırımcılara Türkiye’ye yapacakları yatırımların her safhasında destek verme görevini üstlenmiş tek resmi kuruluş” olarak tanıtıyor.
Ajans yatırıma özendirme görevini başarıyla yapıyor! Yatırımcıyı özendirmekle yükümlü bu resmi kuruluşun resmi Internet sitesinde (invest.gov.tr) “Türkiye’ye Yatırım Yapmak İçin 10 Neden” başlığı altında şu inanılmaz ve itiraf gibi gerekçeler yer alıyor:
“Azalan reel birim ücretle birlikte artan çalışan verimliliği”
“Avrupa’daki en uzun çalışma süreleri ve çalışan başına ortalama hastalık izninde en düşük oran (haftada 53,2 çalışma saati ve çalışan başına yıllık ortalama 4,6 gün hastalık izni)”
“İşverenlerin sosyal güvenlik payına % 80’e varan destek”
Başbakanlığa bağlı bir kuruluş işçilerin reel ücretleri azalırken çalışanlarının emek verimliliğinin arttığını söyleyerek, küresel sermayeyi Türkiye’ye çağırıyor. Aslında bundan bir teselli çıkarabiliriz. Yıllardır sendikaların, bilim insanlarının gündeme taşımaya çalıştığı bu gerçek resmen teyit edilmiş oluyor. İşveren çevrelerinin “maliyetlerimiz artıyor, rekabet edemiyoruz” iddialarının gerçek dışı olduğu resmen doğrulanıyor.
“Azalan reel birim ücretle birlikte artan çalışan verimliliği” ekonomi-politik literatüründe mutlak ve göreli yoksullaşma ile sömürünün birlikte artışı anlamına geliyor. Verimlik sabitken reel ücretlerin düşmesi tek başına yoksullaşma ve sömürü artışı anlamına geliyor. Reel ücretler düşerken emek verimliliği artarsa sömürü ve yoksulluk katmerlenmiş oluyor
Aslında Ajansa teşekkür etmeli, bu çıplak gerçeği ortaya koyduğu için…
TYDTA Avrupa’daki en uzun çalışma sürelerinin ülkemizde olduğu gerçeğini de gözler önüne seriyor. Haftalık ortalama çalışma saatlerinin 53,2 saat olduğunu göğsünü gere gere vurguluyor. Yatırımcıları bu “cazibeli” iş ortamına çağırıyor. Demek ki, çalışma süreleri ne kadar artarsa küresel sermaye o kadar kolay cezbediliyor. Enerji Bakanı Taner Yıldız, “günde 16-17 saat çalışalım, Cumartesi de çalışalım” derken haklıymış!
Haftalık çalışma süresinin 53,2 saat olduğunu söylemek, yasa dışı bir uygulamayı devlet olarak ifşa etmek ve övmektir. Ülkemizde yasal haftalık çalışma süresi 45 saattir ve fazla çalışma süresi yılda 270 saati aşamaz. Fazla çalışmada işçinin onayı şarttır. Diyelim ki bütün işçiler gönüllü olarak fazla çalışma yapıyor. O halde bile ortalama çalışma süresi 50 saati geçemez. Mızrak çuvala sığmıyor. Yasa dışı çalışma sürelerini Ajans da itiraf ediyor.
Çalışanların az hastalık izni kullanmasıyla övünen TYDTA, işverenlerin sosyal güvenlik primlerinin yüzde 80’inin desteklendiğini de ekliyor.
Yatırım ajansının “işçimizin ücreti düşüktür, çok çalışır, az hastalanır” gerekçeleri yeterince ikna edici olmaz ve küresel yatırımcıyı çekmezse, yeni cazibe unsurları olarak şunları da ekleyebilirler:
Ey küresel yatırımcı, bunlar kaçmaz: İşçimiz ucuzdur, çok çalışır, hasta olmaz, yeter ki sermaye gelsin canını bile verir.
Not: “Nedir bu oburluğuz?” başlıklı yazısı ile (Radikal, 15.03.2012) konuya dikkatimi çeken Berrin Karakaş’a teşekkür ediyorum