Metal sektöründe adete bir fırtına esiyor. Metal işçilerinin Renault ve Tofaş’ta başlayan toplu eylemi giderek yayılıyor. Metal işçileri sadece işverene karşı değil Türk Metal’e karşı da direniyor. Arkalarında sendika desteği olmadan dahası üyesi oldukları sendikanın bütün karşı çabasına rağmen işçiler direniyor. Metal işçileri kendilerine sorulmadan imzalanan üç yıllık toplu iş sözleşmenin değiştirilmesini istiyor.
Türk Metal Sendikası'ndan istifa eden işçiler, oluşturdukları kendi öz örgütlülükleri ve dayanışma ile devasa bir eylemi yönetiyor ve Türkiye’nin lokomotif sektöründe, sermayenin en örgütlü olduğu sektörde kararlı bir direniş sergiliyor. Sadece bu nedenle bile metal işçilerinin toplu eylemi takdire şayan. Bu Türkiye’nin yakın tarihinde rastlanan bir durum değil. Bu metal fırtına sendikal düzeni sarsıyor. Bu fırtınadan çıkarılması gereken dersler var.
İlk ders: Sınıf diye bir olgu var ve bu olgu en beklenmedik zamanda kendini hatırlatıyor. Görmek istemeyenler olsa da sınıf kendini gösteriyor.
MESS’in, müfettişlerin ve sendikanın talihsiz açıklamasında iddia edildiği gibi metal işçilerinin toplu eylemi yasa dışı değil. Tersine hukuka uygun ve meşru. Eylem, ILO Sözleşmeleri, İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi kararları ve Avrupa Sosyal Şartı ile güvence altına alınmış barışçıl toplu eylemin son derece önemli bir örneği.
Eylem ulusal hukuk açısından da yasal. Yargıtay 7. Hukuk Dairesi Mersin Limanı'nda yapılan benzer bir eylemle ilgili olarak verdiği kararda (K. 2014/7643) iş bırakma eyleminin barışçı olduğu sürece hukuka uygun olduğuna hükmetti. O yüzden işçileri yıldırmaya dönük böylesi iddialara itibar etmemek lazım. Daha da önemlisi işçilerin asıl güvencesi birlikleri ve dayanışmaları. Artık işçileri otoriter sendikal mevzuatın cenderesine sıkıştırmak mümkün değil.
MESS ve işverenler işçilerin bu demokratik tepkisini iyi okumalı ve taleplerini karşılamalı. Metal sektöründe kurulan otoriter sendikal düzen ile, dayatma toplu iş sözleşmelerle ve grev yasakları ile daha fazla yürümek mümkün değil. Gün geliyor işçi zincirlerini kırıyor. MESS için ders alma zamanı.
Sendikalar için de ders alma zamanı. Metal direnişi son zamanlarda örneklerine rastlanmaya başlanan sendikasız direnişlerin en önemli halkası. Son yıllarda sendikasız işçi eylemleri kadar, üyesi oldukları sendikanın hantallığına ve pasifliğine tepki gösteren işçilerin hem işverene hem de sendikaya yönelik eylemleri görülmeye başlandı. Metal işçilerin eylemi bu tür direnişlerin tepe noktası.
Metal işçileri, makbul ve güdümlü sendikacılığı olduğu kadar 12 Eylül sonrası kurulan endüstri ilişkileri sistemini de sarsıyor. 12 Eylül sonrasında süngü zoruyla kurulan sendikal statüko ve endüstri ilişkileri rejimi sendikaları zayıflattı ve işlevsizleştirdi. Barajlarla ve yasaklarla beslenen bu rejim bir yandan sendikaları silikleştirirken öte yandan sendika içi demokrasiyi yok etti.
Sendikal barajlarla serpilen hantal, bürokratik ve işçiden kopuk sendika oligarşileri ortaya çıkmaya başladı. Sendikaların büyük bir bölümü işçi haklarını koruyan ve geliştiren örgütler olmaktan çıkarak, birer emek denetim mekanizması haline geldi. Sendikacılık zayıflatılırken, sendikaların büyük bölümü işçiler için cam duvarlı bir hapishaneye dönüştü.
12 Eylül öncesinde ezici çoğunluğu Türkiye Maden-İş Sendikası’nda örgütlü olan metal sektöründe darbeciler ve MESS, 12 Eylül sonrasında yeni bir sendikal düzen inşa etti. DİSK ve üyesi sendikaların faaliyetlerinin durdurulduğu, yöneticilerinin hapsedilip idamla yargılandığı bugünlerde metal sektöründe dikensiz gül bahçesi oluşturuldu. Türk Metal Sendikası 12 Eylül öncesinde küçük bir sendika iken Evren ve Özal’lı yıllarda büyük bir sıçrama kaydetti, MESS’in makbul sendikası haline geldi. Şu anda sendikalı işçilerin altıda biri Türk Metal üyesi.
Toplu iş sözleşmesi hazırlık sürecinde üyelerini sürece katmayan, temsilcilerini seçimle işbaşına getirmeyen, toplu iş sözleşmesinin imzalanmasında işçinin görüşünü almayan kısaca sendika içi demokrasiyi işletmeyen sendikacılıkla buraya kadar. Buyurgan, hantal, tepeden inmeci, işverenle uyumlu ama işçiyle bağı kopuk sendikacılık karşısında işçinin öfkesi patladı. Bursa’da yaşanan depremin temel nedeni budur. Şimdi sendikaların şapkayı önüne koyup düşünmesi lazım. Makbul sendikacılık için deniz bitti. Sendika oligarşileri domino taşı gibi sallanabilir.
Metal işçilerinin öz örgütlülüğüne dayalı bu eylem önemli bir dönüm noktası. Ancak bu direnişten kendi anlamı ve sınırlı ötesinde zorlama sonuçlar çıkarmamak, zorlama sıfatlar yakıştırmamak lazım. İşçiler kendi öz deneyimleri ile öğreniyor, kendilerine güveniyor ve mücadele yürütüyor. İşçiler birliklerini ve dayanışmalarını korurlarsa başarılı olurlar. Ve bu kazanım önemli bir kırılma yaratabilir, demokratik ve mücadeleci bir sendikacılığın önünü açabilir.
Metal işçilerinin şu an sendikaya öfkesi anlaşılabilir. Ancak bu öfkenin sendikasızlığa yönelmesi ciddi bir tehlike olur. Metal gibi devasa şirketlerin ve yoğun bir işveren örgütlenmesinin olduğu bir sektörde bir veya birkaç fabrikada tek başına mücadele etmek mümkün değil. Kazanımlar kalıcı olmaz. Türkiye’nin en büyük işveren örgütü MESS karşısında ayakta durabilmek için güçlü ve demokratik bir sendikal örgütlülük şart.
Metal işçilerinin direnişini yaratan iç örgütlülüğü ve dayanışması son derece anlamlı bir örgütlenme zeminine işaret ediyor. Mevzuata hapsolmayan, hantal ve buyurgan olmayan, işçinin gücüne dayanan, söz ve kararın işçiye ait olduğu bir sendikal örgütlülük mümkün. Metal işçileri terk edilmesi gereken bir sendikal zihniyeti terk etti, şimdi başka türlü bir örgütlenme ve başka türlü bir sendika zamanı.
Bu yazı Birgün’de yayınlanmıştır