Bir kitaba giriş sözleri:
"Uzun ve sakin bir ırmak gibi akıp gidiyor zaman. Bir belgeselin epik anlatımında çoğalıyor olaylar, insanlar, görüntüler, sesler... Kim bilir belki de galaksinin bir diğer köşesindeki ileri bir uygarlığın arşivlerine de kaydoluyorlar. Tarih belirliyor ve belirleniyor. Zaman ve mekân ikilisine egemen olmaya, yön vermeye çabalayan insanlar, kurumlar, şirketler, sivil örgütler, devletler, çıkar ortaklıkları, ülkü paydaşlıkları ve sınırlar ötesi iletişim ağları ile şekilleniyor bugünün gündemi ve yarının yol haritası. Bir yaz gecesi rüyalarında bazen geleceğin harabelerini görüyoruz, bazen gerçekleşecek hayaller tarihini."
Büyükada, Eylül 2011
Kitabın konuları küresel eğilimler, ekonomi, demokrasi, teknoloji...
Enerjiobur uygarlık, gelir dağılımı, pandemiler, savaş, terör, göç ve iklim değişikliği gibi riskler; yeni teknolojiler, uzay, barış, sanat, bilim, eğitim, kadın hakları, gençlik… Kaygılar ve umutlar…
Bu düşünceler okyanusunda yanıtı aranan kaçınılmaz T.C. kimlik sorusu: "Türkiye nereye gidiyor?"
Geleceğe yönelik insan hayallerinin en etkililerinden Uzay Yolu dizilerinin ilk kuşağında, yıldızlara doğru açılan evrende yol alan uzay gemisi ilerlerken fondaki ses "Uzay: son sınır!" derdi. Serinin son kuşağında aynı açılış "Zaman: son sınır!" diyerek tanımlıyor evreni.
NASA/ABD, ESA/Avrupa ve CSA/Kanada ortaklığının yeni başarısı Webb Uzay Teleskobu bu vizyonu bilimselleştiriyor. Uzayın sonsuzluğunda serpilen trilyonlarca, evet insan ölçeğinde tahayyülü zor bir nicelik, trilyonlarca yıldız ve galaksinin sadece daha net ve uzak görüntüleri değil bize ulaşan. Aynı zamanda kozmik bir zaman makinesi söz konusu. Webb'den gelen fotoğraflarda geçmişe bakıyoruz. Çok uzaklardaki yıldızların ışığının Güneş sistemimize erişme zamanı dikkate alındığında, 13 milyar yıldan daha eski zamanlar görüntüleniyor. Bazı galaksilerin Big Bang'den sadece 100 milyon sonraki görüntüleri bunlar. Star Wars filmlerinin başlangıcındayız belki de: "çok eskiden, çok çok uzak bir galakside"…
Konulara ve sorunlara mesafe alarak bakmak her zaman faydalı. Yerel ve günlük yaşamımızı ilgilendiren gelişmeleri geniş ölçekte ve ülkelerin sınırları ötesindeki etkileşimleri ile anlamaya çalışmak iyi bir yöntem.
Çok yakından bakınca miyop olma riski var zaten. Tabii tam tersi de doğru. Sürekli çok uzaktan bakınca da hipermetrop olmak, genel manzarayı görüyorken, yakında olan bitenin bulanıklaşması olası. Eşzamanlı olarak uzaktan ve yakından, küresel ve yerel bakış en iyisi. Sadece fiziksel olarak değil; alan ötesinde zaman boyutunda da konulara mesafe almak faydalı. İnsan doğasının yakalayabildiği kadarı ile anlık akışlarında yaşamak, düşünmek, hareket etmek. Her konuyu geçmişi ve geleceği ile anlamaya çalışmak. Şimdiki zamana odağı kaybetmeksizin, güncel konuları geniş zamanlarda anlamaya önem vermek; ve ilerlemek. Görecelendirmek böylece günlük meseleleri, kaygıları, korkuları. Sağduyulu, soğukkanlı olmaya çalışmak.
Kimler geldi, geçti 4,5 milyar yıllık gezegen tarihinin insanlar tarafından yoğrulan birkaç bin yılcık, minicik diliminde? Güç peşinde uygarlıklaşan insanlar, üretim tarzları, tüketim alışkanlıkları, krallıklar, iktidarlar, sınırlar, zaferler, esaretler… İhtişam, sefalet, fetret, cahiliye devirleri… Mal, mülk, borç, harç, düğün ve cenaze… Sanat, bilim, kültür… Yaşarken erişilen keyiflerin mutluluğu, uygarlığın başarıları, eserleri ve de yıkımları, acıları…
Bu da geçer ya hû. Önemli olan tarihin akışını görebilmek, zamanı hissedebilmek. "Boşlukta bir noktayız, uzayın ve zamanın sonsuzluğunda trilyonlarca galaksi var." Bu doğru. Diğer taraftan, bu gerçek bizi şimdiki zaman ve mekânda etkisiz bir yaşam türüne dönüştürmemeli. Hızlı teknolojikleşme çağında, insanlığın küresel ve yerel boyutlarda bütünleşen varoluşu bu düşüncelerin dalgalarında sörf yapmaktır belki de.
Müthiş bir veri ve bilgi tufanı çağındayız. Aynı zamanda dezenformasyon virüslerinin de hem küresel boyutta hem de mikroskobik ölçekte insanların ve dolayısı ile toplumların zihinlerine rahatça zerk olabildiği bir çağ. Belki blokzincir, kuantum bilgisayarı veya daha ileri teknolojiler sayesinde veri ve etki analizlerinin saydamlık ve doğruluğu pekişecek. Ekonomik ve toplumsal değişimin zaman ve alan sürekliliği boyut değiştirecek. Böylece devlet-vatandaş ilişkisi de değişecek. Vatandaşların resmi karar alma süreçlerine katılımı daha doğrudan ve belirleyici olacak. Dijital çağın demokrasisi filizleniyor belki de şimdiden; diyalektik evrim içinde. Anti-tez evrelerini şiddetle hissediyoruz.
Hayaller hasretleri tanımlar ama gerçekçi olabilirler. Yarının yaşamını bilgi temelli araştırmalarda ve yaratıcılık eksenli mecralarda düşünüyoruz. Kitaplarda, internette, basında, sosyal medyada, konferanslarda, filmlerde, video oyunlarında, metaverste, şu an elimizdeki cihazda, karşımızdaki ekranda bilgi tufanı kasıp kavuruyor zihinlerimizi.
Gelecek zamanların kâhini değiliz. Kısa vadede, önümüzdeki beş-on yıl için ise durum farklı. En yakın geleceğin teleskobunda aydınlık ile karanlık, iyimserlik ile karamsarlık karışıyor. Dünyada durum karışık: pandeminin tahribatı, Rusya'nın komşusunu işgali, artan küresel enflasyon, enerji tedarik sorunları, Batı dünyasının tutarsızlıkları, Çin'in yükselişi ve kırılganlıkları, Orta Doğu'nun "Orta Doğu" olmaya devam etmesi, "genç" Afrika'nın kederi… Derinleşen gelir dağılımı, kamu borcu, göçmen politikaları, siyasetin finansmanı ve dezenformasyon sorunlarının demokrasileri tehdit eder hale gelmesi. Biraz daha ötesinde dijital dönüşüm sancıları. Ve en önemlisi iklim değişikliği; gezegenin doğal kaynakları ile uyumlu bir uygarlık olamamanın yarını değil, artık bugünü tehdit ediyor olması.
Bu küresel ortamda ülkemizde, günlük yaşamımızda da doğal olarak ciddi sorunlar var. Düzeltme gerek bu cümleyi. "Doğal olarak"? "Ciddi sorunlar"? Yetersiz kalır bu tanımlamalar. Demokrasi, hukuk, yargı, eğitim, ekonomi, devlet, göçmenler, doğa, tarım, sanayi, esnaf, işsizler, gençler… Kâhin olmaya gerek yok. Teleskoba veya gözlüğe de gerek yok. Türkiye yıkıma gidiyor. Olağanüstü ve vahim sorunlar artık geleceğin, daha doğrusu "yakın, çok yakın geleceğin harabeleri"ni şekillendiriyor. Sadece gençliğin kaliteli eğitime erişimi, çalışan gençlerin koşulları, çalışma ve eğitim yaşamının ikisinde de yer alamayan gençliğin durumunu dikkate almak bile derin kaygı kaynağı. Gençlerin hayalleri, umutları, yetenekleri ve eylemleri ile güzelleşebilir ancak geleceğin teleskop görüntüleri.
Küresel ortamda çok olumsuz eğilimler zaten var. Fakat ülkeler, toplumlar bir şekilde batar, çıkar, ilerler. Türkiye de öyle. Ne var ki bu arada yüzyıllık Cumhuriyet kazanımları yıkılıyor. Veriler berrak. Mevcut ekonomik kriz, Türk Lirası'nın değeri, enflasyona neden olan politika tercihleri normal değil. Ülkenin kredi risk primi anormal yüksek. Eğitim, sağlık, yargı, tarım, teknoloji, yatırım ortamı, kadın hakları gibi her temel alanda yılların birikimleri eriyor Antarktika buzları gibi. Etnik, dinsel ve sosyal fay hatları hareketli. Bunun üzerine bir de hatalı göçmen politikalarına haklı eleştirilerin ötesinde bizzat göçmenlere, insanlara karşı toplumsal tepkilerin çoğalması kaygı verici. Sosyal basınç artıyor.
Türkiye önümüzdeki yıllarda bu vahim sorunlarla mücadele edebilecek liyakat, yetenek, yaratıcılık, azim ve onur sahibi insan sermayesine sahip. Sorunlar vahim fakat çözümleri mümkün; galaksiler arası seyahat teknolojisi gerekmiyor. Bilgi, bilim, yönetişim ve siyasi irade gerektiriyor. Katılımcı, yenilikçi, ilerlemeci, çevreci ve özgürlükçü bir 22. yüzyıla seyahat Anayasası gerektiriyor. Temel milli değerler, demokratik ilkeler ve kalkınma ülkülerinde toplumsal uzlaşı gerektiriyor.
Evrenin enginliğinde önemsiz, yaşam döngümüz için belirleyici önemde bir alan ve zaman içindeyiz.
Geleceğin arkeologları değil, mimarlarıyız; kısmen de uzay yolcularıyız.
Kitabın güncellenmiş baskısına önsöz:
Geleceğin harabeleriGerçek hayaller tarihiAkıyor geniş zamanlar
Brüksel, Ocak 2015*
* Bahadır Kaleağası, Dünya Nasıl Değişiyor? Türkiye Nereye Gidiyor?, Doğan Kitap, 2016