Hani bir söz vardır, “su akar Türk bakar” diye. Bu lafı kim ettiyse, hiç iyi etmemiş. Zira AKP iktidarı kapitalist küreselleşmeye eklemlenirken yürüttüğü ‘çılgın’ kalkınmacı politikalarıyla sanki bu lafın aksini ispat etme yarışında. Doğanın ve kentin hiçbir alanı yok ki AKP’nin projelerinden nasibini almasın. Hesapsız kitapsız bir kalkınma modeliyle ne orman bırakıyor, ne su, ne hava, ne de kent. Zira eski Başbakan, yeni Cumhurbaşkanı Erdoğan da bir toplu tesis açılışında yaptığı konuşmada bu söze atfen şöyle demişti: “Artık ‘su akar Türk bakar’ yok. Artık ‘su akar Türk yapar.’ (1) İşte tam orada durup, sormak gerekir: “Yapar ama nasıl yapar?” Soruyu daha açık bir hâle getirirsek: “Doğayı teknolojik imkanlara güvenip sonuna kadar sömürdüğünde geriye ekolojik denge -dolayısıyla da sürdürülecek bir yaşam- kalır mı?” Bu aslında genel anlamıyla büyümeye bağlı kalkınma ekonomisi ve ekolojik denge arasındaki ters orantılı ilişkiyi ilgilendiren, dünyanın genelinde cevaplanması gereken bir soru. Ancak, AKP’nin pervasızca izlediği kalkınmacılık politikaları söz konusu olunca, iş orada bitmiyor. Çünkü hemen hemen tüm projeler demokrasi, temel hak ve özgürlükler hiçe sayılarak yürürlüğe sokuluyor. AKP, sivil toplumun çeşitli kesimlerinden gelen haklı itirazları dikkate almamakla kalmıyor; her tür girişimin sesi olabildiğince kesmeye, bu girişimleri bastırmaya çalışıyor. Projelerin gerçekleştiği bölgelerde yaşayanlar karar alma mekanizmalarından dışlanıyor. Sonuçta, oyunu AKP’ye veren, vermeyen herkesin mağdur olduğu bir sistem tam gaz ilerliyor. Bu işin bir başka boyutu da, doğanın ve kentin pazarlanacak birer mal olarak görülmesi. Piyasa ekonomisinin aktörleriyle kafa kafaya verip, kâr etmenin yollarını geliştiriyorlar. O zaman, Erdoğan’ın sözlerinin sonuna “birileri kârı, bazıları da cukkayı cebe atar” diye eklersek, resmin tamamı ortaya çıkmış olur.
***
Türkiye’nin ‘yeni’ liberal devletiyle, eski dışlayıcı ve baskıcı devletinin kendine özgü karışımı yoluna devam ederken, karşısında güçlenen, çeşitlenen ve yaygınlaşan bir sivil toplumu da bulmakta. Sivil toplum deyince bir parantez açmak gerek. Sivil toplum kavramı 1980’lerden itibaren üzerinde oldukça tartışılan bir konu oldu. Özellikle Latin Amerika ve Doğu Avrupa ülkelerinde liberal demokrasiye geçişte sihirli bir formül olarak görülmüştü. Türkiye’de de otoriter 12 Eylül rejimine karşı bir panzehir olarak bakılmıştı. Ancak sivil toplumu liberal düzenin bir parçası olarak görerek burun kıvıranların sayısı hiç de azımsanmayacak kadar çoktu. Çünkü birey merkezli liberal tanımına göre, sivil toplum bireylerin kendi çıkarlarını maksimize etmek için özellikle dernekler yoluyla faaliyette bulundukları, liberal/bireysel haklarını korudukları toplumsal alan. Devletin tam karşısında, piyasanın ise tam yanı başında konumlandırılıyor. Oysa, sivil toplumun liberal tanımından farklı tanımları da bulunmakta. Örneğin, Latin Amerika üzerine yaptığı çalışmalardan yola çıkarak alternatif bir sivil toplum tanımı geliştiren Philip Oxhorn’a göre, sivil toplum barışçıl şekilde bir arada var olan ve çeşitlilik içeren oluşum ve girişimlerden meydana geliyor. Bu sivil oluşumlar devletin tahakkümüne karşı direnirken, aynı zamanda siyasal alana katılım talebinde bulunmakta.(2) Bu tanımla, sivil toplumun içinde bulunan kolektif oluşumlara ve mücadelelere yer açılmış oluyor. Sivil toplumun sadece derneklerden ibaret olmadığı, toplumsal hareketleri, kampanyaları, toplumsal ağları da kapsadığı kabul ediliyor. Çeşitli kimliklerle -sınıfsal, etnik ve diğer- hareket eden aktörlerin tümünü içeren oldukça karmaşık ve çeşitlilik içeren bir alan olduğunun altı çiziliyor. Bu sivil toplum tanımını akılda tutarak, geçtiğimiz 15 gün içerisinde meydana gelen sivil toplum hareketlerinden bazılarını sıralayalım: - İstanbul Kent Savunması, Türkiye’nin yaşadığı en büyük travmalardan biri olan 17 Ağustos depreminin 15. Yıl dönümünde, İstanbul’da belirlenen 470 afet toplanma alanının 300 tanesine alışveriş merkezi veya dev binalar yapıldığının bilgisini paylaştı. “Nereye Sığınacak Bu İnsanlar” başlığıyla sosyal medya kampanyası başlattı. - İstanbul Kent Savunması, bölge yaşayanlarına, esnafına haber verilmeden oldubittiye getirilerek yapılmaya çalışılan Galataport projesinin ÇED toplantısını meşru olmadığı gerekçesiyle 19 Ağustos Salı günü engelledi. - 20 Ağustos Çarşamba günü Validebağ Gönüllüleri’nin yaptığı çağrıyla otoparka dönüştürülmesi planlanan Validebağ Korusu’na gelen yüzlerce İstanbullu, bariyerleri aşarak koruya girdi ve bu inşaata izin vermeyeceğini bir kez daha ilan etti. - İstanbul’un son kalan kuzeydeki ormanlarının alt sınırı olan Fatih Ormanı’na, Bilgili Holding ve Doğuş Holding ortaklığı tarafından 108 tane villa, lüks restoranlar, AVM ve 15 bin kişilik çok amaçlı salon yapılmasının planlandığını Kuzey Ormanları Savunması (KOS) resmi yazışmaları ele geçirerek ortaya çıkarmıştı. “Tek bir ağaç bile kesilmeyecek” denilerek pazarlanan proje, KOS ve İstanbul Kent Savunması’nın çağrısına uyan meslek odaları, dernekler ve mahalle dayanışmaları 23 Ağustos Cumartesi günü Bilgili Holding’e yürüyerek protesto etti. - Göztepe’deki 50 yıllık Yeşilbahar İlkokulu’nun öğrencilerine, velilerine ve Kadıköylülere sorulmadan İmam Hatip’e dönüştürülmesi planına karşı çıkanlar, Kadıköy Kent Dayanışması, Göztepe Okuluma Dokunma İnsiyatifi ve İstanbul Kent Savunması’nın ortak çağrısıyla 25 Ağustos Pazartesi günü önce Kadıköy İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü’ne, sonra Yeşilbahar İlkokulu’na yürüdü. - 3. Köprü ÇED raporunda “fundalık” olarak gösterilen, aslında meşe ve çam ağaçlarından oluşan bir koru olan 3. Havalimanı inşaat alanı içerisindeki Yeniköy köyünde kesilen meşeler ile ağaç katliam başladı. KOS bunu anında haber yaptı. - AKP’ye yakınlığıyla bilinen Limak şirketinin Siirt’in Botan Çayı üzerinde yaptığı ve işlettiği Alkumru Barajı’nın kapakları açıldı ve suya kapılan 40 kişiden 5’i hayatını kaybetti. Bu ölümler, yine Limak’ın neden olduğu Yeniköy’deki ağaç kıyımı ve 3. Köprü inşaatının yürütücülerinden ICA’nın şantiyesinde 1 işçinin hayatını kaybetmesi Ekoloji Meclisi, İstanbul Kent Savunması, İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi ve KOS’un ortak çağrısıyla 26 Ağustos Salı günü bir eylemle protesto edildi.
Bu sivil oluşumların ortak özelliklerine bakarsak: - Çoğu zaman iç içe geçen networkler olarak örgütleniyorlar. Böylelikle, oldukça esnek ve hızlı hareket edebiliyorlar. - Liderleri yok; üyeleri yok; kısıtlayıcı ve katı iç tüzükleri, kuralları yok. Doğanın, İstanbul’un genelinin ve mahallelerinin sorunlarını dert eden herkes içlerine girip, işin bir köşesinden tutabiliyor. - Kararlara eşit katılım konusunda büyük hassasiyet gösteriyorlar ve katılımcı demokrasi isterken bu hedefi kendi iç işleyişlerinde pratiğe döküyorlar. - Eşitlik, özgürlük, adalet ve demokrasi paylaştıkları temel noktalar. Ancak önceden yazılmış reçetelere, programlara göre hareket etmiyorlar. Mesele İstanbul’un genelini ilgilendiriyorsa İstanbullulara, bir mahalleyi ya da bölgeyi ilgilendiriyorsa oralarda yaşayanlara–buna kuşlar, hayvanlar, bitkiler, ağaçlar da dahil- yani sorunların doğrudan muhataplarına öncelik veriyorlar. - Karşı karşıya kalınan bir dizi meseleyi birbirinden kopuk, ayrı bir şekilde ele almıyorlar. Biliyorlar ki, Kuzey Ormanları’nın yok edilmesiyle, mahallelerin dönüştürülmesi aynı zihniyetin birer sonucu. Böylelikle sadece kendi dar meseleleri içerisinde kalmadan, bir diğerinin yardımına, desteğine koşuyorlar. - Sadece yürüyüş ya da gösteri yapmak gibi alışılmış repertuarları kullanmıyorlar. Tiyatro, müzik, fotoğraf gibi sanatın çeşitli alanlarını eylemlerinin içine katıyorlar. Kamp kuruyorlar; atölyeler düzenliyorlar. Farklı protesto biçimleriyle karşılarındakini şaşırtıyorlar. - Sosyal medyayı ve iletişim teknolojilerinin tüm imkânlarını sonuna kadar en etkin biçimiyle kullanıp ve anında sürekli bir bilgi akışı sağlıyorlar. Lafın özü, bir tarafta kalkınma, büyüme ve piyasa hedeflerini baskıcı uygulama ve politikalarla birleştirenler var. Karşılarında ise onların daha önce görmeye alışık olmadıkları şekilde örgütlenen, hareket eden bir sivil toplum. Toplumun içinden gelen taleplerin birbirini boğmadan diğerlerine eklendiği, zaman içinde alternatiflerini de oluşturan bu yeni sivil toplumun karşısında birincilerin işi oldukça zor.
(1) http://t24.com.tr/haber/artik-su-akar-turk-bakar-yok-artik-su-akar-turk-yapar,245876
(2) Oxhorn, Philip (2006) “Conceptualizing Civil Society from the Bottom Up: A Political Economy Perspective” içinde R. Feinberg, C. H. Waisman ve L. Zamosc (der.) Civil Society and Democracy in Latin America, Palgrave MacMillan.