“Tüm bu insanlar
Ne kadar çok insan
Hepsi el ele
Elele kendi park hayatlarında
Anlıyor musun?”*
Açılış parçamız ünlü Brit-pop grubu Blur’den Parklife. Yayınlandığı 90’larda hit, günümüzde ise klasik hâline gelen şarkıda, Blur grubunun üyeleri her gün Londra’da stüdyolarına giderken geçtikleri parkın içindeki hayatı kendi gözlerinden anlatıyorlar. Şarkı, parkta yaşanan çeşitlilikten, özgürlükten ve rahatlıktan dem vurmakta.
Artık bizim de Blur’unki gibi özgür, çoğulcu ve rahat bir parkımız var: Gezi Parkı.
İşin henüz çok başındayız. Park şu anda hâlâ kurtarılmaya çalışılıyor. Bunun içinde önemli bir eşik geçildi. Hem de yeni bir siyasetin önü açılarak.
Gezi Parkı’nda ise hem siyasi, hem toplumsal bir an yaşanıyor. Orada toplumsal hayat yeniden kurgulanmakta ve düzenlenmekte. Bu süreç de oldukça siyasi. Ama bildiğimiz anlamda kurumlardan ve elitlerden ibaret bir siyaset değil. Artık kişisel ve kamusal ayrımlarının ortadan kalktığı, kişisel olanın ya da çevre gibi meselelerin merkezinde yer aldığı bir siyaset.
***
Girişi daha da uzatmaya gerek yok. Gezi Parkı Direnişi’nin son zamanların -belki de tüm Türkiye tarihinin- en heyecan verici, umut vadeden toplumsal muhalefeti olduğu ortada.
İçerisinde birçok ilki barındırmakta. Örgütlenme biçiminden, seçilen eylemlere; kapsayıcılığından, aktörlerine birçok konuda yenilikler göstermekte.
Bu yenikliklerle beraber, devlet-toplum ilişkilerinde yeni bir dönem açılabilir. Henüz çok erken olduğundan, kestirmek güç. Bundan sonra demokratik taleplerin, çevreyle ilgili isteklerin yurttaşlar tarafında nasıl dile getirildiğine bağlı. Gerektiğinde sivil itaatsizliğe başvuran toplumsal hareketlerin sürekli, yoğun ve yaygın olabilmesi belirleyici olacak.
Genel olarak, demokrasinin derinleşmesi ve katılımcı hâle dönüşmesi için direnme konusunda direnmek gerek.
***
Aynı derecede önemli diğer bir konu ise, iktidarın bu taleplere vereceği cevabın şekli ve içeriği.
Sosyal hareketler dinamik süreçlerdir. Eylemciler bir hamle yapar; karşıtları cevaplarını verir. Eylemciler bu cevaplar karşısında yeni hamleler geliştirir. Bu böyle sürer gider.
Yani, sosyal hareketler bir tür satranç maçına benzetilebilir. Her iki tarafta karşısındakini şah-mat edene kadar çeşitli yollar dener; stratejiler geliştirir. Birbirinin bir veya birkaç hamle sonrasını hesap eder.
Oysa Gezi Direnişi’nde durum biraz farklı. Oyunculardan biri –Gezi Direnişçileri- oyunu satranç gibi oynamak istiyor. Ama, diğer oyuncu -hükümet ve özellikle de Başbakan Erdoğan- sadece poker oynamayı biliyor. Gelen kartlara göre anlık seçimler yapıyor; başarısız olduğunda diğer kartlara yöneliyor. Yani, yeni paradigmayı anlamaktan uzak. Tek bildiği eski savuşturma, sindirme ve bastırma yolları.
Bunu Erdoğan’ın yurtdışı dönüşünden itibaren verdiği tepkiler üzerinden okuyabiliriz.
Erdoğan, yurtdışı gezisinden hemen sonra iki konuşma yaptı. Bu konuşmalarda sırasıyla üç farklı yol izledi. Poker jargonuyla açıklarsak:
Blöf yaptı… Erdoğan havaalanı çıkışına kendi taraftarlarını yığdı. Böylelikle, ‘evde zorla tutulan kalabalıkları’ ete kemiğe büründürmek istedi. Bir anlamda protestocuları kendi silahlarıyla vurmak istedi.
Genel olarak protesto düzenlemenin dört temel mantığı vardır. Eylemciler protestoları yoluyla kararlılıklarını, birlikteliklerini, davalarının önemi ve de en önemlisi sayılarını göstermek isterler. Basit bir denklemle, sokak ve meydanlarda yürüyen protestocuların sayısı arttıkça iktidar sahiplerinin duydukları rahatsızlık/korku artar.
Erdoğan’ın havaalanındaki mitingi, protestocu kitlelerin beklenmedik sayısına karşı alınan bir tavırdı. Ancak kitlenin hem niteliği, hem de niceliği oldukça zayıftı. Sayıları Gezi Parkı’nı sadece gün içinde ziyaret edenlerinkinden bile azdı.
Öte yandan, sloganlardan anlaşıldığı kadarıyla, Erdoğan’ı karşılayanlar ağırlıklı olarak eski Milli Görüş çizgisine yakın, daha militan bir gruptu. Ancak, AKP değişik kesimlerden oy almayı hedefleyen -ve alan- bir kitle partisi (catch-all party). “Yol ver gidelim, Taksim’i ezelim” diyen bir militan güruhtan ortalama AKP seçmenin haz etmemesi pek muhtemel.
Kart istedi… Özellikle belediye başkanı olduğu döneme gönderme yaparak, kendisinin çevreci olduğunu ilan etti. Ben binlerce ağaç diktim, size ne oluyor demeye getirdi. Bir anlamda çevrecilerden rol çalmaya çalıştı.
Ama olmadı. Mesela Greenpeace nükleer santral, termik santral, küresel ısınma ve diğer birçok ekolojik meselenin yanında tek başına ağaç dikmenin çevrecilik olmadığını anında bir açıklamayla hatırlattı. Üstelik Gezi Parkı’nın da kendi içinde önemi olduğu kadar sembolik bir anlamı olduğu aşikar. Diğer tüm ekolojik meselelerde siyasal karar alma süreçlerinin katılımcı ve kapsayıcı olması istenmekte.
Sadece ağaç dikme meselesi dikkate alındığında bile, Erdoğan’ın ‘çevreciliği’ ikna edici olmaktan uzak kalmakta. Ağaçların dikildiği yerler yollar ve otobanlar, insanların erişimine kapalı ve ekolojik bütünlüğü olmayan yapay alanlar. Erdoğan’ın ‘çevreciliği’ hâlâ insanı doğaya yabancılaştırmakta.
Rest çekti… Bunlar yetmedi. Olayı dış mihraklara, karanlık güçlere, ana muhalefete, ‘faiz lobisi’ gibi üçüncü aktörlerin etkisine çekti. Kendilerine karşı olanların komplosundan bahsetti ve buna karşı İstanbul’da yaşayanların büyük bir bölümünü hiçe sayarak Gezi Parkı’nı yıkacaklarını söyledi. Yani, Gezi Direnişi’ni eski tip söylem, gerilim ve yarılmaların içine çekmeye çalıştı.
Oysa, CHP bu direnişte dış kapının mandalı olarak yer almakta. Her ne kadar protestocular arasında CHP’liler olsa da; ama isteyerek, ama mecburen CHP bu direnişte kurumsal olarak yer al(a)madı.
Diğer yandan, darbe lafının sözünü bile etmeye gerek yok. Protestoların tek bir anında bile eylemcilerin askerleri göreve çağıran ne bir sözü, ne de fiili oldu.
***
Kısaca, Erdoğan’ın pokeri tutmuyor. Yeni talep ve aktörler eski kategorilere sığmıyor. Bu da Erdoğan’ın bu işi anlamlandıramamasına neden oluyor. Karşı karşıya kalınan alışık olunmamış şekilde şiddeti dışlayan, yaratıcı, pür-i pak sivil bir direniş.
Diğer oyuncu neler mi yapıyor? Gezi Parkı şu an için sağduyulu, akıllı ve bir o kadar da heyecanlı duruşunu sürdürüyor. Kendi işine bakıyor. Taksim Platformu makul ve –şu an için- birleştirici taleplerinin arkasında durmaya devam ediyor.
Peki ne olacak? Devlet-sivil toplum ilişkisi eninde sonunda kalıcı olarak dönüşecek. Ama dönüşümün yönü, derecesi ve etkileri hem iktidarın hem de Taksim Direnişi koalisyonunun tutum ve tercihlerine bağlı olacak.
Bu satırların yazıldığı esnada, Kadir Topbaş’ın Taksim platformu ile görüştüğü haberi T24’te yayınlandı. Zaten birkaç gün önce Başbakan Vekili Bülent Arınç ile görüşülmüştü. Yine şu anda, Gezi Parkı olaylarının görüşüldüğü AKP Merkez Karar ve Yönetim Kurulu toplantısından nasıl bir sonuç çıkacağı belirsiz.
Ama tutun ki Gezi parkı hakkında olumlu bir sonuç çıktı. Bu bile devlet-toplum ilişkilerinin artık demokratikleştiği anlamına gelmez. Sadece iktidarın da satranç oyununu kabullendiğini gösterir. Çünkü, sırada daha Kanal İstanbul’dan, nükleer enerjiye bir çok mesele var. Her birinin karar alma mekanizmaları sorunlu ve kalkınmacı hükümetin hiçbirinden ödün vermeye niyeti yok.
Peki aynı direnişler ekoloji ve demokrasi ile ilgili diğer alanlarda sergilenebilir mi? Dönüşen bir sivil toplumun ürünü olan Gezi Parkı Direnişi sivil toplumun içerisindeki aktörler arasındaki birçok ilişkiyi de dönüştürmeye başladı. Tüm bu yenilikleri ve gelecekteki olumlu/olumsuz hareket-içi gelişmeleri incelemeden paragrafın başındaki soruya cevap vermek mümkün değil. O da sonraki yazıların konusu.
* “All the people So many people They all go hand in hand Hand in hand through their parklife Know what I mean?”
** Park hayatı.
*** Sosyal Hareket-satranç benzetmesi Bergama hareketi için eski Bergama Belediye Başkanı Sefa Taşkın tarafından kullanılmıştır.