Gecenin bir yarısı, gribal enfeksiyonun da etkisi ile üzerime aldığım bir battaniye ile bahçedeki kanepede ürpertimi gidermeye çalışıyorum. Uyku gelmiyor.
Kucağımda mülteci kedimiz Bulut. Mırıldıyor.
Öylesine, Ortaçeşme'yi teğet geçerek ufuktaki Hidiv Kasrı'na doğru dalmışım. Çınnn!!!
Telefonumun WhatsApp uygulamasından gelen uyarı beni kendime getiriyor. Alıp, şifremi girip, ekrana bakıyorum. Gecenin o saatinde önemli olabileceğini düşünüyorum.
Tanımadığım bir Türkiye numarası. Profili büyütüp resmi inceliyorum. Genç, kaşı piercingli, kolları dövmeli, burnu estetikli bir delikanlı. Diş kliniği afişi önünde poz vermiş.
Anlam veremeden ne yazdığına bakıyorum: "Barbaros Bey, sizin numaranıza çok zor ulaştım, acil görüşmemiz lazım. Çok önemli bir mevzu var, arayabilir miyim?"
Cevabım, "Buyurun" oluyor. Derhal telefonum çalmaya başlıyor.
"Alo buyrun kiminle görüşüyorum?"
Kendini bile tanıtmadan lâfa giriyor: "Amerika'dan arıyorum. Kedi maması işine girmeye karar verdim. Buraya geleli 10 ay oluyor. Sizin renk bilimi uzmanı olduğunuzu söylediler. Bana derhal ambalaj renkleri lazım."
Buyur burdan yak diyorum içimden… Ekliyorum: "Anlamadım?"
Hiç nefes almadan aynı şeyleri yineliyor ve ekliyor. "İşim çok acil, hemen lazım!.."
Kendimi toparlayıp soruyorum: "Ar-ge ve Ür-ge'niz nedir? Firmanız ne? Ambalaj için gramaj, depolama, muhteviyat, hedef kitle, bütçe, pazarlama stratejiniz ne? Hangi eyalet?"
Bir nefeste soruveriyorum.
Cevap hazır: "Onlar sonra yapılacak. Burada baktım Amerikalılar kedi mamalarına çok para ödüyor. Mesela Avrupalılar turuncu rengi seviyormuş. Siz işin uzmanısınız diye sizi aradım. Yapıverin bize…"
Sakin olmaya çalışarak erinmeden yanıt veriyorum. "Bakınız güzel kardeşim. Size sorduklarımın eylem planı ve snopsisi olmadan, projeleri bilmeden, ürünü tanımadan ambalaj işi yapılmaz. Renk meselesi işin en sonundaki kısımdır. Üstelik ciddi mesai ister ve de bütçe ister. Bir reklam ajansı ve ekibe ihtiyacınız olacak. Bizim şirketimizin bunlarla uğraşacak vakti de yok."
Bir an sessizlik oluyor. Sonrası malum: "Bana sizin çok yardımsever olduğunuzu söylediler. İsteseniz yaparsınız. Ama siz ünlüler hep böylesiniz. Ne olur sanki yapıversen!"
Derin bir nefes alıyorum. Kucağımda mırıldanan kedim Bulut bile stresimi farketmiş olacak ki o da kulaklarını dikmiş. İletişime son vermek için, "Kusura bakmayın, vaktim yok, iyi geceler, size de başarılar" diyerek telefonu kapatıyorum.
Ülkenin gençliğinin, son 20 yılda, kolaycılar, hadsizler ve hayal tacirleri tarafından nasıl da heba edildiğini bir kez daha fark ediyorum.
Bahçenin ayazı biraz daha ısırıyor. Kedimi kucaklayıp yatağıma yollanıyorum. O nasıl olsa yediğinin markasına, modeline, rengine vakıf değil, yeterli ve sağlıklı olanla mutlu.
Ben de onunla…