Yaşamak zorundasın kardeşim! Ölmek yasak!.. Yaşayacaksın. Kul olacaksın. Sana ne denirse onu yapacak, sana ne gösterilirse ona tapacaksın
İnsanlar doğarken adlarını, cinsiyetlerini, genetiklerini ve ailelerini seçemiyor. Bu nedenle ha bire şekillendikçe şekilleniyor. Ta ki kendi doğrularına kendileri karar verene dek…
Zaten sahip olduğumuz bedenimiz dışında neyimiz var ki? Dünyaya geldiğimiz coğrafya kaderimiz değil mi? Kunduralarımızı yapan da başkası, giysilerimizi üreten de başkası, yediklerimizi pazarlayan bile başkası. Daha aklı selim olmadan fallusumuzu kesen de, neye inanacağımıza karar veren de başkası…
“Tabiat Ana” değil de “Devlet Baba” işin içine girince yaşamın adı oluyor laf salatası. Madem doğarken kararları başkası veriyor, neden ölürken kararları biz veremiyoruz?
Yaşam hakkı kadar ölüm hakkını neden tartışamıyoruz?..
Örneğin din hanenize size sormadan bir isim konuyor. TC’de normal vatandaşlara sadece 3 seçenek sunuluyor: İslam, Hıristiyan ya da boş. Musevi yazdırmak için Havra’dan belge isteniyor. Hindu, Budist ya da ateist yazdırmak ise yasak.
Yanlış duymadınız. Yasak!
Atatürk’ün 1938 Kasımında ölümünden sonra acilen toplanan Bakanlar Kurulu kararı ile Aralık 1938’de Krematoryumlar da yasaklanıyor. Ölü beden yakmak yasak ama Büyükadada atlar, Anadolu’da kediler canlı canlı yanabiliyor.
Bir Alevi cenazesi zorla camiye sokulurken Ezidisinden Zerdüştüne herkes inancını saklamak zorunda bırakılabiliniyor.
Ötenazi yasak, intihar günah.
Yaşamak zorundasın kardeşim! Ölmek yasak!..
Yaşayacaksın. Kul olacaksın. Sana ne denirse onu yapacak, sana ne gösterilirse ona tapacaksın.
Şaman olman da yasak , pagan olman da. Alışacaksın!..
Alışmayacağım! Ne bana dayattığınız dogmalara, ne bana zorla sunduğunuz ayrımlara ne de bana kabul ettirmeye çalıştığınız kimliklere.
İster kadın olacağım ister erkek. İster inanacağım istersem inkar edeceğim.
İster anadilimde yaşayacağım istersem seçtiğim dilde.
İstersem vicdani red yapacağım istersem vatandaşlık değiştireceğim, size ne!..
Sokun kafanıza: Düşündüğüm dilde sevişeceğim, ama düşmanımın dilinde savaşmaktan vazgeçmeyeceğim asla!
Siz değil misiniz hergün şekilden şekile giren. Kafanıza saç ektirip bedavaya mutluluk çubuğu dilenen.
Ne burnunuz kaldı yapılmamış ne de botokslu kaşlarınız.
Size mi soracağım bedenime dövme işlerken? Yoksa kulağıma küpe takmak için sizden mi izin almam gerekecek? İzin belgesini kim verecek? Harç ücreti ne olacak? Damga pulu dilinizden mi doğacak?
Siz değil misiniz kendi kimliği ve inançlarını zorla başkalarına dikte eden… Hadi oradan! Dayattıklarınız sizin ama sahip olduklarım benim olarak yaşayacağım.
Var mı itirazı olan? Ne kanunla ne de din kitaplarıyla, ne gelenek ne de göreneklerinizle beni yeneceğinizi mi sanıyorsunuz. Geçiniz. Eşeğinizi Bor’un pazarında değil Niğde’nin sokaklarında gezidiriniz; ancak lütfen tecavüz etmeyiniz!..
Mehmet Pişkin kendi yaşamına son verirken tokat gibi bir kayıt seyrettirdi size. Engin Cezzar gibi Gülriz Sururi de bedenini kaçırdı sahte şölenleriniz ve törenlerinizden…
Siz yine de tekbir naraları ile uğurladınız ateist Cem Karaca’yı Teşvikiye’den.
Çok sıkıldım soymak için mezar inşa eden insan esaretinden!..