Normal şartlarda Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan istese Avrupa'ya özellikle de Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron'a çatacak daha iyi bir fırsat bulamazdı.
AK Parti kongresinde yapacağı konuşmadan bir gün önce Fransız televizyonunda "Erdoğan, Avrupa'ya kafa tutan sultan" isimli 2 saat süren bir program yayınlandı. Macron'un da katıldığı program üzerinden "şahsım" hedef alınıyor diyerek "Eyyy Avrupa" demesi için çok sebep vardı.
Hayret ki dış politikayı; kendi standartları açısından hiç alışık olmadığımız kadar sakin bir üslupla geçiştirdi.
"Ülkemizin milli menfaatlerine saygı gösteren hiçbir ülkeyle çözülemeyecek sorunumuzun olmadığına inanıyoruz. Önümüzdeki dönemde dostlarımızın sayısını artırıp husumetlerimizi gidererek bölgemizi bir huzur adasına çevirmekte kararlıyız," dedi. Doğu Akdeniz konusunda da dengeli bir dil kullandı.
Bu makul söylemi, Avrupa Birliği'nin (AB) bugün başlayacak ve ilk gününde Türkiye'nin de konuşulacağı devlet ve hükümet başkanları zirvesine bağlamak gerekiyor. Elbet bazı rötuşlar olacaktır, ancak AB dışişleri bakanlarının hafta başında yaptığı toplantıdan çıkan sonuçlar, zirvede alınacak kararlara dair bize fikir veriyor.
Gözden kaçmış olabilir; AB'nin Aralık zirvesinde alınan kararda, Türkiye'nin üye ülkelere karşı tek yanlı adım ve "provokasyonlarda" bulunduğu belirtilirken, cümlenin içine "Avrupa liderleri" de yerleştirilmişti. Yani Erdoğan'ın Avrupa liderlerini kişisel olarak hedef alan açıklamalarının da "sorunun" bir parçası olduğu vurgulanmıştı.
AB dışişleri bakanlarının Pazartesi günkü açıklamasının bu cümleyle başlaması "sadece ülkelere değil; liderlere yönelik söylemleri de takip ediyoruz," anlamına geliyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın bu nedenle de Macron'u kişisel olarak hedef almadığını varsayabiliriz.
Şimdi denebilir ki; Erdoğan'la Macron önce yazıştılar ardından da Mart başında telefonla konuştular; buzları erittiler. Ancak sıkıntı şu ki; Avrupa'da kimse Erdoğan'a güvenmiyor. Daha iki ay öncesine kadar, Fransızlara Macron'dan kurtulmaları tavsiyesinde bulunup ardından, hiçbir şey olmamış gibi "Cher Emmanuel" dedikten sonra, yeniden "Macron beynini doktora göstersin" demeyeceğinin garantisi yok.
İşte tam da bu nedenle; Pazartesi günkü toplantıdan, Türkiye Doğu Akdeniz'de gerilimi azaltmış görünse de, "bu süreç hâlâ kırılgan" mesajı çıktı. "Henüz tam ikna olmadık, Doğu Akdeniz'deki bu sükunetin kalıcı olup olmayacağını anlamak için zamana ihtiyacımız var" dendi.
Bu tespiti yaptıktan sonra da Türkiye'yi bu "yapıcı yolda" tutmaya teşvik için bir dizi açılım önerisinde bulundular. Yaptırımları askıya alalım, göç anlaşmasını revize edip, mali yardım verelim, gümrük birliğinin yenilenmesi için müzakereleri başlatalım; ekonomi, enerji, siyasal gelişmeler, dış politika gibi alanlarda üst düzey diyalog kuralım dediler.
Ancak metnin pek çok yerinde, tüm bunların, Türkiye'nin tavrına bağlı olarak geri çevrilebilir olduğunun da altını çizdiler.
Üstüne; eğer Türkiye yapıcı tutumundan vazgeçerse diye ek bir dizi de yaptırım önerileri getirdiler.
Bunların arasında en can yakıcı olabilecekleri son üç maddede sıraladılar:
- Avrupa Yatırım Bankası ve diğer finansal kuruluşların faaliyetleri de dahil olmak üzere Türkiye- AB ekonomik işbirliğine kısıtlamalar getirilmesi
- Türkiye'ye seyahat edilmemesinin tavsiyesi de dahil, Türk ekonomisi için önemli olan turizm gibi farklı sektörleri de hedef alacak önlemler
- Bazı ürün ve teknolojilerin ithalat ve ihracatı da dahil enerji ve bağlı sektörlere yönelik önlemler
Yani Türkiye onların tanımıyla Doğu Akdeniz'de son dönemde sergilediği yapıcı tutumdan vazgeçerse bunun "siyasi ve ekonomik bedeli olacağını" açıkça metnin içinde ifade ettiler.
Türk ekonomisinin kırılgan durumu göz önüne alınıp, tam da yaz öncesi turizm gelirlerinden beklentilerin arttığı bir dönemde gelen bu uyarı, dış politika söyleminde süngünün neden düştüğünü net bir şekilde açıklıyor.
AB, bugün yüz yüze gerçekleşmesi beklenen zirveyi pandemi nedeniyle sanal ortama aldı. İlginçtir; zirve Yunanistan'ın milli gününe denk geliyor. Yunanistan Osmanlı'dan bağımsızlığını elde etmesinin 200'üncü yıldönümü için çok büyük planlamalar yapmıştı; ancak pandemi kutlamalara büyük darbe vurdu.
İngiltere Prensi Charles'ın da katılacağı kutlamalara Fransa Cumhurbaşkanı Macron'un da katılması planlanmıştı; ancak son baktığımda Fransa'yı Savunma Bakanının temsil edeceğine dair bir haber gördüm.
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in, son dönemlerdeki Amerika-Yunanistan yakınlaşması nedeniyle kendisine yapılan daveti reddettiği belirtiliyor.
Bakalım, Yunanistan liderleri bu fırsatı Türkiye'yi eleştirmek için kullanacaklar mı? Öyle olursa, bakalım yanıt hangi düzeyde gelecek; Dışişleri Bakanlığı'ndan mı yoksa Cumhurbaşkanı, alışık olmadığımız bir şekilde bu fırsatı da kullanmamayı mı tercih edecek?