Görünen o ki Biden Amerika'sı Erdoğan Türkiye'sinden umudu kesti.
Washington'da "Türkiye önemli. Yine de ara ara Türkiye'nin suyuna gidelim; Türkleri Rusya'ya itmeyelim" diyen ekip karşısında "Erdoğan iktidarına kafa atmazsak, başımız daha çok ağrır" diyen ekip baskın çıktı. En azından şimdilik.
Başlangıçta küçük de olsa bir şans tanındı Ankara'ya. Açılan kredi AKP yönetiminin geçmişte yaptığı pragmatik u dönüşlerinden değil, Türkiye'nin, hâlâ önemini koruyan jeostratejik konumundan kaynaklanıyordu.
Beyaz Saray'da, Trump gittiğine göre Ankara da ona göre siyasetini hizalandırabilir diye düşünüldü.
Gerçekten de Ankara'dan sıcak mesajlar çıkmaya başladı. Ancak Washington bu söylemin altının doldurulmasını istiyordu; özellikle de Rusya'dan alınan S-400'ler konusunda. Sonuçta Ankara'dan S-400'lerle ilgili tatmin edici sinyal gelmedi.
Biden'ın Ermenilerin soykırım iddialarını kabul edip buna 24 Nisan'da başkanlık açıklamasıyla resmiyet kazandırması da Ankara'ya açılan düşük kredinin daha da azaldığını gösterdi.
Burada ilginç olan Türkiye'yi doğrudan ilgilendiren bir konuda Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın, tepkisini beklenenden çok daha zayıf tutup, "eyy Biden" yerine "Sayın Biden" diyerek, ABD başkanına dönük alttan alan bir tavır sergilerken, geçen haftaki İsrail-Filistin krizinde öfke patlamasını Amerikan yönetimi yerine direk Amerikan Başkanına yönlendirip, Biden'ı "eli kanlı" bir lider olarak tanımlaması.
Ankara'dan meslektaşım Serkan Demirtaş'ın yaptığı saptamada söylediği gibi, Erdoğan ikili ilişkileri, bölgesel krizlerden ayırıp, İsrail- Filistin çatışmasını ABD'ye kolayca çatabileceği rahat bir alan olarak görmüş olabilir. Ancak Erdoğan'ın söylemi Washington'dan diplomasi çevrelerini bile şaşırtan sert bir karşılık buldu.
Yahudilere yapılan zulümler konusunda tarihi sicilinin temiz olduğu, tersine baskıdan kaçan Yahudilere kucak açmakla övünen bir ülke olarak Türkiye'nin lideri Amerika tarafından Yahudi karşıtı olmakla suçlandı.
Yani Biden, Kasımpaşa jargonuyla "senden gelen hiçbir şeye eyvallahım yok" dedi.
Giderek kesinleşmekte olan bir şey varsa o da Washington'un gelecek seçimlerde olası bir iktidar değişikliğine oynadığı. Seçimlere kadar geçecek süre içinde ise Ankara'yı idare edip, "tabii tabii" demek yerine, "senin atarlanmaların bana sökmez güzel kardeşim" şeklinde özetleyebileceğim bir tavır içinde.
Amerikan yönetimi, Beştepe'nin kendisine "fırsatını bulsak bir bardak suda boğarız da şimdilik iyi geçiniyor gibi görünmemiz gerekiyor" şeklinde yaklaştığının farkında. O nedenle Beştepe'deki diplomatik kodları okumaktan yoksun takıma "bizden günah gitti" dercesine, sinir uçlarıyla oynayacak adımları atmakta sakınca görmüyor.
Örnek vermek gerekirse; bölgesel konularda hâlâ doğrudan temasa geçilmiş değil.
Mayıs başında Ulusal Güvenlik Konseyi'nden bir heyet Bağdat'ta temaslarda bulundu. Geçtiğimiz hafta da Amerikan Dışişleri Bakanlığı ile Ulusal Güvenlik Konseyi'nden üst düzey bir heyet önce Erbil'e gitti. Aynı heyet Suriye'nin kuzeyinde de bir dizi temas gerçekleştirdi. Bu temasları Libya ziyareti izledi. Amerikan Dışişleri'nden Joey Hood'un başkanlığındaki heyetin Libya ziyareti 2014'ten bu yana yapılan en üst düzey ziyaret oldu.
Türkiye; Irak, Suriye ve Libya'da gelişmelerin seyrini etkileyen önemde bir rol oynarken, bu heyetin Ankara'ya uğramaması dikkat çekici.
Denebilir ki, çok daha üst düzey bir isim, Dışişleri Bakan yardımcısı, gelecek hafta Ankara'ya gelecek. Yine de; ilk üst düzey ziyaretin Biden yönetimi devraldıktan 4 ay sonra gerçekleşecek olmasını not etmek gerek. 14 Haziran'da Biden-Erdoğan görüşmesi olmasa belki daha da gecikecekti bu ziyaret.
Gözden kaçmaması gereken bir başka konu da geçen hafta Amerikan Maliye Bakanlığı'nın Türkiye'den bir şirket ve üç kişiyi IŞID'e mali kaynak sağlama suçlamasıyla yaptırım listesine aldığını açıklaması.
Yapılan açıklamada şu cümle kritik:
"IŞID Irak, Suriye ve Türkiye'de para hizmeti sağlayan kilit kişi ya da şirketleri kullanarak, mali işlemlerdeki dahiliyetini gizlemeye çalışıyor."
Buna benzer kararlar 2020, 2019'da da alındı.
Burada önemli olan şu: Geçmişte terörün finansmanıyla ilgili bilgiler Türk tarafı ile paylaşılır; Türk tarafı önlem alır; bizim de ruhumuz duymazdı. Demek ki artık perde arkasında bu türden bir diyalog ve işbirliği yok. Türk tarafı önlem almadığı için mi ABD her sene yaptırım listesine yeni şirket ve kişileri ekliyor?
Denebilir ki, "ABD de FETÖ'nün finansmanı konusunda bir şey yapmıyor." Zaten İçişleri Bakanı Süleyman Soylu'nun da göreve geldiğinden bu yana ABD'yle güvenlik alanındaki işbirliğini azalttığından övgüyle bahsettiği anlaşılıyor.
Ancak burada söz konusu olan Türk toplumunun güvenliği. Türkiye'de çok sayıda insanın hayatını yitirmesine neden olmuş bir terör örgütünün finansörleriyle ilgili önlem alınmamış olma ihtimalini düşünmek bile istemiyorum.