Barack Obama Ekim 2009’da Nobel Barış Ödülü’ne layık görüldüğünde daha iktidarda bir yılını bile tamamlamamıştı. Hatta kendisi bile şaşırmış, bir ara ödülü almak için Oslo’ya gitmemeyi bile düşünmüştü.
Üst üste 8 yıl iktidarda kalan oğul George Bush dünyaya öyle bir yaka silktirmişti ki, ABD’nin daha barışçıl siyaset izlemesine teşvik olur gerekçesiyle, Nobel ödülü şaşkınlıkla karşılansa da tam olarak bir infial de yaratmamıştı.
Nobel komitesinin genel sekreteri 2015’te ödülü Obama’ya vererek yanlış yaptıklarını söylediğinde, “olur mu hiç,” diyen çıkmadı. Obama, bırakın ilk dönemini, başkanlıkta kaldığı 8 yıl boyunca Nobel Ödülü’nü alacak bir performans sergilemedi. Aksine, kapatacağım dediği Guantanamo’yu kapatamadı; gizli dinleme krizleri onun döneminde yaşandı.
ABD Başkanı Joe Biden’la da benzer bir süreci yaşayacakmışız gibi görünüyor.
Biden özellikle uluslararası ilişkiler anlamında selefi Trump ne yaptıysa yapmayacağını söyledi. Trump öngörülebilir değildi. Müttefiklerine danışmadan, haber vermeden kafasına göre kararlar alıyordu. Ve açık bir şekilde özellikle de Avrupa’ya “Savunma konusunda artık elinizi taşın altına koyun; bana güvenmeyin. Orta Doğu’da da jandarmalık yaparak vakit kaybedemem, varsa yoksa Çin Çin Çin,” diyordu.
Neden? Çünkü Trump artık Orta Doğu’daki bitmeyen savaşların, götürüsünün, getirisinden fazla olduğunu, Irak, Afganistan işgallerinde ölenlerin çoğunun oy deposu olarak gördüğü, orta, alt sınıftan geldiğini görüyordu. Üstüne, orta ve alt sınıfların ekonomik olarak daha da gerilemesinde fatura Çin’in ekonomik üstünlüğüne kesildiği için, biran önce Çin’le rekabete odaklanması gerektiğinin de farkında idi.
Aslına bakarsanız Biden da farklı düşünmüyor. Ancak Trump’tan farklı olarak, “Amerika geri döndü” sloganıyla müttefiklerine, “Ben de istikameti Çin’e çevirdim ama merak etmeyin sizi ihmal etmeyeceğim. Bana güvenebilirsiniz. Trump gibi sizi açıkta bırakmam” dedi.
Dedi ve dakika bir gol bir tersini yaptı. Afganistan’dan çekilmenin son aşamasını müttefikleriyle danışma ve eş güdüm yapmadan başlattı.
Afganistan fiyaskosu Biden’a özellikle gelecek sene yapılacak Kongre seçimlerinde oy kaybettirmeyecek. Ancak bunun uluslararası siyaset ve özellikle de Türkiye’nin bölgesel politikalarını etkileyecek sonuçları olacaktır.
Her şeyden önce Avrupa, Biden’a güvenemeyeceği, hatta Biden’dan hemen sonra Trump ya da bir benzerinin geri dönebileceği kaygısıyla kendi savunmasına dönük yeni arayışlarını arttıracaktır. Avrupa’da bu konuda derin görüş ayrılıkları olduğu için bu sürecin kısa sürede şekillenmesi beklenmemeli. Bununla birlikte Türkiye’nin bu süreci yakından izlemesi gerekecek.
Afganistan’da yaşananlar NATO’nun gelecekteki misyonunu şekillendirecek NATO 2030 adlı stratejik konsept belgesiyle ilgili çalışmaların başladığı döneme denk geldi. Bu belgenin gelecek yılki NATO zirvesinde kabul edilmesi bekleniyor.
Son gelişmeler, başta Fransa olmak üzere, stratejik özerklik yanlılarının, yani ABD’den mümkün olduğunca bağımsız askeri işbirliği yapılanmalarına girelim diyenlerin elini güçlendirdi. ABD, İngiltere ve Türkiyesiz bir AB’nin askeri anlamda ciddi bir varlık göstermesi uzak ihtimal. Bununla birlikte emekli Büyükelçi Alper Coşkun’un Diplomasi Koridoru adlı sitede yayınlanan yazısında vurguladığı gibi, NATO içinde gayri resmi bir AB kozasının oluşup NATO’daki sürecin şekillenmesinde belirgin bir rol oynaması beklenebilir.
Böyle bir durum NATO’nun bütünlüğüne zarar vereceği gibi Türkiye’nin de çıkarlarına aykırı olacaktır. Bu nedenle iç politikada oy toplayacağım diye gereksiz kavgalara girmek yerine, Türkiye’nin AB’nin kilit ülkelerini yakın markajda tutmasında fayda olacak. NATO’nun güç kaybetmemesi, özellikle son gelişmelerden sonra elini daha güçlü hisseden ve NATO müttefiklerine ve tabii Türkiye’ye de karşı daha agresif politikalar izlemesi muhtemel Rusya’nın dengelenmesi açısından önem taşıyor.
Bu arada Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın geçen hafta Avrupa liderleriyle yaptığı telefon görüşmelerinde, Afganistan’daki gelişmelerin Türkiye’nin AB’nin PESCO projesinde yer almasının önemini ortaya koyduğunu söylemesini not etmek gerek. AB’nin 23 üyesinin savunma alanında daha sıkı işbirliği ve eşgüdüm yapmak için 2017’de imzaladığı anlaşmaya katılmak istemesi, Türkiye’nin bir yandan NATO’nun güç kaybetmesini önlemeye çalışırken diğer yandan NATO dışı yapıların dışında da kalmak istemediğini gösteriyor.
Öte yandan Avrupa’nın ABD’ye dönük güvensizliği, Orta Doğu ülkeleri için de geçerli. Bölgesel işbirliği arayışlarının artacağı bir döneme giriyoruz. Bölgede bir istikrar abidesi olarak göremeyeceğimiz Irak’ın Suudi Arabistan’la İran arasında arabuluculuğa soyunması, Cumartesi (28 Ağustos) Bağdat’ta Fransa’dan Mısır’a devlet liderleri düzeyinde konferans düzenlemesi gözden kaçmamalı. Konferansa Dışişleri bakanı düzeyinde katılım muhtemelen Cumhurbaşkanı’nın bu aşamada Mısır lideriyle aynı kareye girmek istememesinden de kaynaklanmış olabilir.
Ancak bölgede ABD’ye güvensizlik, Türkiye’nin uzun süredir sorunlu olduğu Orta Doğu ve Körfez ülkeleriyle ilişkilerini düzeltmek için önemli bir fırsat penceresi açabilir. Libya’dan Suriye’ye Türkiye’ye hasım pozisyonlarda olan Birleşik Arap Emirlikleri’nin iki numarasının Ankara’ya gelmesi boşuna değil.