Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan bir süre önce, Osman Kavala davasıyla ilgili attıkları Twitter mesajı nedeniyle 10 Batılı büyükelçiyi istenmeyen kişi ilan etmekle tehdit etti. Bu büyükelçilerden Amerikalı olanı, Dışişleri’yle müzakere edip, her iki tarafın da “karşıya geri adım attırdım” diyebileceği bir formülle işi “tatlıya” bağladılar. Bu konuyu konuştuğum Avrupalı bir büyükelçi, “müzakere sürecine bizi hiç katmadılar” dedi. “Yani” diye sordum. “Yani Ankara için varsa yoksa ABD. En çok Washington’u önemsiyorlar” dedi.
Rusya lideri Putin’in dünyanın süper gücü ABD tarafından muhatap alınmak istemesi misali, AK Parti iktidarı Washington tarafında gördüğü ilgisizliğe fena içerliyordu.
Tabii ABD’yle sağlıksız yürüyen ilişkilerin düzeltilmesini amaçlamak gayet doğal. Sadece ABD değil, herhangi bir ülkeyle ilişkilerin sorunlu yürümesinin kimseye faydası yok.
Nasıl ki Berlin Duvarı’nın yıkılması, 11 Eylül İkiz Kuleler saldırısı bir milat oluşturdu, 24 Şubat Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısı da yeni dünya düzeni (ya da düzensizliğinde) bir milat oluşturacak ve yine bir kez daha jeopolitik-realpolitik, Türkiye’nin sıkışmışlığına karşı elini rahatlatacak bir faktör olarak gündeme gelecek; hatta geldi bile. Tabii “jeopolitik” önemin “kurtarıcılığı” meseleye nereden baktığınıza ve elbette Ak Parti iktidarı (ve seçimler sonrası yönetimin) süreci nasıl yöneteceğine göre de değişir elbet. Sürecin kötü yönetilmesi, sıkışmışlığı daha da arttırabilir.
ABD’nin Afganistan’dan çekilme sürecinde Kabil Havalimanı'nın kontrolüne talip olup, Washington’a buradan bir çiçek atmak isteyen Ankara’nın hevesi kursağında kaldı. Şimdi Rusya-Ukrayna Savaşı üzerinden yeni bir fırsat penceresi açılmış durumda.
Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un birkaç yıl önce beyin ölümünü deklare ettiği, Cumhurbaşkanı’nın “NATO’nun Libya’da ne işi” var diyerek ötekileştirdiği, 70 yıllık üyeliğimize rağmen hâlâ hiçbir kararın bizim onayımız olmadan alınamayacağı gerçeğini ısrarla kabul etmek istemediğimiz NATO, önümüzdeki dönem Avrupa’da merkezi bir konum üstlenecek.
Burada; Batı, Ukrayna’yı yalnız bıraktı mesajıyla “bak bu Batıya güven olmaz” şeklinde Türkten Türke sübliminal mesaj verenlere yönelik olarak bir sonraki bölüme şöyle başlayacağım:
Ukrayna Cumhurbaşkanı Zelenski, NATO’yu suçlamakta haksız; zira NATO Ukrayna’da savaşmayacağını defaatle açıklamıştı. (Zelenksi de bunun farkında, ama savaş şartlarında elbet vicdani suçluluk yaratmak için propaganda yapacak).
Ancak aynı NATO; (yani Türkiye ve 29 üye ülke) bütün üye ülkelerin topraklarının her bir karışını koruyacağına dönük andını tazeledi. Buna Edirne’den Kars’a Türkiye’nin her bir karışı da dahil.
NATO, Baltıklar’dan Romanya’ya kadar, “doğu kanadındaki” askeri varlığını güçlendireceğini söyledi. NATO’nun ikinci büyük ordusuna sahip Türkiye de doğu kanadının bir parçası ve Rusya ile en uzun sınıra sahip NATO ülkesi.
Ancak Türkiye bir süredir, Batılı müttefiklerinin örtülü/açık silah ambargosu altında. Bunların başında da ABD geliyor.
2016 darbe girişiminde Rusya’dan anında gördüğü destek üzerine gaza gelip S-400 alan Ak Parti iktidarının bu tercihi nedeniyle, Türkiye beşinci nesil savaş uçağı F-35 ortak üretim programından çıkarılmıştı. Ayrıca parası ödenen iki uçağın teslimatı da yapılmamıştı. En son Amerikalı ve Türk diplomat/askeri yetkililer, Türkiye’nin zarara uğramadan programdan çıkış şartlarını konuşmak üzere müzakerelere başlamışlardı. Şimdi bu müzakerelerin durup yerine geri dönüş şartları konuşulur mu? Henüz o noktaya gelmek için daha erken.
Ancak hatırlanacaktır, Türkiye hava gücünün zafiyete uğramaması için geçen ekim ayında ABD’den 40 F-16 artı, mevcut uçaklarının ömrünü uzatabilmek için 80 modernizasyon kiti alımı talebinde bulunmuştu.
Biden yönetiminin bu talebe olumlu bakacağı; ancak azılı Türkiye karşıtlığı içindeki Kongre’den onay almanın ise hayli zor olacağı bilinciyle yapıldı bu girişim.
Ancak Rusya-Ukrayna Savaşı, Kongre’yi ikna için Türkiye’nin eline önemli kozlar verdi.
En basitinden Ankara artık şöyle diyebilir:
“Bir süredir bizi NATO’nun güvenilir müttefiki olmamakla, İttifak’tan ayrışmakla suçluyordunuz. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Suriye’deki Türk- Rus dengesi pamuk ipliğine bağlı olmasına rağmen, bir nevi Putin’in gözünün içine baka baka, yanında Savunma Bakanı ve istihbarat örgütü başkanıyla daha bir ay önce Kiev’e çıkarma yaptı. Putin’in canını sıkacağını bile bile, ortak dron üretimi kararına imza attı. Almanya çark etmezden önce, Ukrayna’ya alay eder gibi miğfer gönderdiği günlerde, Türkiye çatır çatır Ukrayna’ya Bayraktar’ları gönderdi. Şu anda Ukrayna’da insanlar “Patriot Patriot” diye değil “Bayraktar Bayraktar” diye slogan atıyor. O İHA ve SİHA’lar ki, Dağlık Karabağ’da kullanıldı diye, NATO müttefikimiz Kanada’dan ambargo yemişliğimiz var.
Bir zincir en zayıf halkası kadar güçlüdür. NATO’nun doğu kanadındaki en güçlü ordunun zafiyeti İttifak’a zarar verir.”
Peki S-400’ler ne olacak diye soracak olursanız.
Emekli büyükelçi Şafak Göktürk’e göre S-400’ler 23 Şubat’ta zaten ölüm döşeğindeydi, 24’ünde ise ölümü deklare edildi. Ben elbet bu kadar iddialı bir önerme yapamam; ama özellikle bu saatten sonra hiçbir şey olmamış gibi S-400’lerin ikinci parti alımının gündeme gelmesinin imkânsızlığı ortada.
Hafta sonu Ankara’da görüşmelerde bulunan Amerikan Dışişleri Bakan Yardımcısı Wendy Sherman’ın Sena Alkan’a demecinde de F-16, F-35 ve S-400’lerle ilgili olarak, “Belki artık bu problemi çözmenin, farklı bir yolunu aramanın zamanı gelmiş olabilir. Bu noktada neler yapılabileceğine bakacağız” demesi önemli.
Ankara’nın gerekmedikçe S-400’leri aktive etmeyeceğine dair, İngilizce okununca farklı, Türkçe okununca farklı bir güvencemsi formül üzerinde anlaşılması karşılığında Patriot sistemleri dahil yeni alımlar konusunda yoğun bir pazarlık dönemine girilebilir.
Türkiye’nin seçimlere gittiği gerekçesiyle “bekle gör” politikasına giren Washington’un Ak Parti iktidarının elini güçlendirecek böyle bir uzlaşıya seçimler öncesinde kapı aralayıp aralamayacağında biraz da Rusya - Ukrayna savaşının gidişatı belirleyici olacaktır.