Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan New York'ta Paris İklim Anlaşması'nın önümüzdeki ay onay için Meclis'e gönderilmesinin planlandığını söyledi.
5 yıl ayak sürüdükten sonra Türkiye'nin bu kararı almasındaki etkenleri madde madde sıralayalım.
Erdoğan'ı bu kararı almaya götüren süreçte iki tarih önemli rol oynadı.
Birincisi ABD'yi yeniden Paris anlaşmasına sokacağı vaadinde bulunan Joe Biden'ın seçimleri kazanıp yönetime gelmesi, ikincisi ise Kasım ayında Glasgow'da yapılacak olan İklim Değişikliği Konferansı.
Trump'ın ABD'yi Paris anlaşmasından çıkarması, 2016'da anlaşmaya imza atıp, onay için ayağını sürüyen Türkiye'nin elini kuvvetlendirmişti.
ABD resimden çıkınca mızıkçı ekipte Eritre, İran, Iraq, Libya ve Yemen'le aynı karede durmayı savunmak güçleşti.
Biden'ın gelişini fırsat bilen İngiltere'nin inisiyatifiyle, geçmişte Fransa, Almanya ve Dünya Bankası'yla birlikte yapılan müzakereler yeniden canlandırıldı ve İskoç başkentindeki zirveye kadar da anlaşma sağlanması hedeflendi.
Bu noktada biraz geriye gitmemiz gerekiyor. Bir yandan dünyanın en büyük 20 ekonomisi içinde yer almakla, dünyada en fazla kalkınma yardımı yapmakla böbürlenen Türkiye, iş çevreyi daha az kirleterek büyüme konusuna gelince, "ben gelişmiş ülke değil, gelişmekte olan ülkeyim" diyordu. Ancak kimseyi ikna edemiyordu. Gelişmiş ülke listesinden çıkma talebi karşılık bulmayınca, Erdoğan Paris'teki zirvede Fransa'dan "anlaşmaya tamam de, Türkiye için ayrı bir çare bulacağız" sözü aldı.
İşte o söz üzerine, 3 yıl önce müzakereler başladı ve Türkiye'ye 80 milyonu hibe, 3 milyar doları çok uygun şartlarda kredi verilmesi gündeme geldi. Ancak kömür santrallerinden taviz vermek istemeyen Enerji Bakanlığı taş koyup, üstüne bir de Trump faktörü gelince Ankara işi yokuşa sürdü ve müzakereler çıkmaza girdi.
Biden'ın yönetime gelmesinden sonra, müzakereler bu sene tekrar başladı.
Halen rakam üzerinde tam mutabakat sağlanmış değildi. Ankara geçmişte önerilen miktarın artırılması için müzakere ediyordu. Aslında Erdoğan açıklamayı biraz erken yapmış oldu. Ve tabii bu sayede manşet oldu. Açıklamayı bu zamanlamayla yapmasını New York temaslarının içeriğinin zayıflığına bağlayan da var. New York'ta görüştüğü Birleşik Krallık Başbakanı Boris Johnson'ın rolü de hesaba katmak gerek. Ancak Erdoğan'ın açıklaması, kredi miktarının artırılması konusunda Ankara'nın elini zayıflamış oldu.
Birkaç yıl önce önerilen 3 milyarlık finansal desteğe hayır denmişken, şimdi neden evet deniyor sorusu sorulabilir. Bu sorunun yanıtı bizi, Erdoğan'ın kararını etkileyen diğer faktörlere götürüyor.
Türkiye'nin neredeye 20 yıldır savunduğu "benim özel bir konumum var, beni gelişmiş ülke listesinden çıkarın" tezinin kabul görmediği idrak edilmiş olabilir. Gelişmekte olan ülke statüsüne geçerse, hem daha az taahhüt altına girme hem de daha çok finansal fondan yararlanma hesabı yapan Ankara'ya net bir şekilde "sen bu listeden çıkma işini unut, zinhar olmaz" dendi. Ankara'da en azından bir kesim bu tezle bir yere gidilemeyeceğini anladı.
Ankara'da "hele biz bir onaylayalım da yükümlülüklerimizi yerine getiremezsek, gelecek baskıyı bir şekil göğüsleriz" şeklinde özetlenebilecek bir ruh hali var. Zaten anlaşmanın iki çekince ile Meclis'te onaya sunulması bekleniyor. Türkiye'nin, "bu anlaşmayı gelişmekte olduğu ülke varsayımıyla onaylayacağı, ayrıca büyümesine zarar vermemesi kaydıyla uygulamaya koyacağı vurgulanacak.
Türkiye'nin Paris anlaşmasını onaya sunma kararının ardında, ileride kredi bulmakta yaşayacağı sıkıntılar da rol oynadı. Paris anlaşmasını onaylamadığı için Avrupa Kalkınma ve Yatırım Bankası gibi uluslararası kuruluşlardan kredi almada zaten kendini göstermeye başlayan sıkıntının katlanarak büyümesi söz konusu idi.
"Anlaşmayı onaylamadan sana kredi yok" yanıtını Ankara çok daha sıklıkla duyacaktı.
Avrupa Birliği'nin yeşil mutabakatı, Türkiye'deki kimi çevrelerin beklentilerinin tersine hızla hayata geçireceğinin ortaya çıkması da, sözleşmeyi onaylama kararında etkili olan başka bir unsur.