Şaşırıyorum. Şaşırmama da bazıları şaşırıyor…
ABD eski başkanlarından Barack Obama, dünyada en sık görüştüğü liderler arasında o dönem başbakan olan Recep Tayyip Erdoğan'ı saymıştı. Obama'nın başkanlığının ilk dönemi idi. Türkiye ile ABD çıkarlarını ilgilendiren konulara aynı perspektiften yaklaşabiliyorlardı ve daha da önemlisi Erdoğan'ın içerideki konumunu sağlamlaştırmak için Batı'yla iyi ilişkiler içinde görünmeye ihtiyacı vardı.
Türkiye'nin bundan çok daha mütevazi rol oynadığı, bölgesel ağırlığının daha az hissedildiği dönemlerde bile, Balkanlardan, Orta Doğu'ya, sıcak çatışma ve gerilim anlarında görüşüne başvurulurdu. Ya üst düzey bir telefon konuşması gerçekleşir ya özellikle Batılı bir dışişleri bakanı yolunu Türkiye'den geçirirdi. Diplomasi muhabirleri olarak ziyaret trafiğinden başımızı alamazdık.
An itibariyle hemen herkes, soğuk savaş bitiminden sonra geride bıraktığımız 30 yılda ilk kez Rusya ile Batı ittifakının savaşa bu kadar yaklaştığı konusunda hemfikir.
Her ikisiyle de girift denebilecek ilişkilerimizin olduğu iki komşumuz arasında, hemen kuzeyimizde sıcak çatışma olasılığı var.
Üstelik her ne kadar Rusya ile Batı ittifakı arasında topyekun bir savaşa dönüşme ihtimali şu an için düşük görünse de, sıcak temasın Karadeniz bölgesiyle sınırlı kalmayıp, yakın coğrafyaya sıçraması söz konusu.
İlla tank tüfek, füze diye düşünmeyin. Bir ülkenin sisteminin hacklenerek, misal tüm elektrik sisteminin çökertilebileceği hibrit savaşlar dönemindeyiz.
Türkiye cumhurbaşkanının her iki ülkenin lideriyle iyi bir diyaloğu var. Olması da şart değil. İktidarlardan bağımsız olarak sırf Türkiye'nin özgül ağırlığı bile, bu dönemde vızır vızır bir diplomasi trafiği gerektirirdi.
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli salı günkü Meclis konuşmasında şöyle demiş:
"Türkiye sözü dinlenen, nazı çekilen, vakarına imrenilen, varlığına itibar edilen, ne diyeceği merak uyandıran saygın ve güçlü bir devlettir. Bu gerçekleri kabulde zorluk çekenler olabilir."
Güzel demiş. Ama Türkiye ne diyor, ne düşünüyor diye merak eden yok. Ankara'nın kapısını çalan yok; gelen giden yok. İşte benim şaşırdığım, kabulde zorluk çektiğim nokta da bu.
Aslında, Cumhurbaşkanının muhatap alınmamasının nedeni, Kiev'e giderken yaptığı açıklamada açıkça duruyor. Hayır, Ukrayna'yla ilgili olanları söylemiyorum. Maalesef eline kağıt verilip özellikle sordurulan Osman Kavala'yla ilgili soruya verdiği yanıttan bahsediyorum.
"Bizim de mahkemelerimizin vermiş olduğu bir karar var; bu konuda AİHM ne demiş Avrupa Konseyi ne demiş bu da bizi çok ilgilendirmiyor. Çünkü biz kendi mahkemelerimize saygı duyulmasını bekliyoruz, bu saygıyı duymayanlara da kusura bakmasınlar saygımız olmayacaktır."
Bunu Avrupa Konseyi'nin 36 üye ülkesinin Osman Kavala ile ilgili olarak Türkiye aleyhine aldığı karar ertesi söylüyor. Altını çizelim; bu teknik bir oylama değildi; siyasi bir oylama idi. 36 ülkenin hükümetleri, "Türkiye Kavala davasında hukukun üstünlüğüne saygı göstermiyor, izlemeye alınsın" dediler.
Erdoğan bu 36 ülkeye "sizi saymıyorum," diyor.
Bu durumda cevap Erdoğan'a Ukrayna üzerinden "Senin oynayacak bir rolün olsa bile biz de seni yok sayıyoruz," oluyor.
İktidar analistlerinin atladığı mesele şu: İkinci soğuk savaş dönemindeyiz ve elbette hiçbir şey eskisi gibi değil. Büyük güçler rekabetinde, taraflar komünistler kapitalistler diye ayrışmayacaklar.
Biden Amerika'sı diyor ki; "bir yanda demokrasi, hukukun üstünlüğü, çoğulculuk, basın özgürlüğü" diyenler; diğer tarata "tek adam rejimleri, otoriterler, muhaliflerini zehirleyenler, etnik gruplarını temerküz kamplarına, gazetecilerini hapse yollayanlar."
Küresel kutuplaşmayı bu ayırım üzerinden kurguluyor.
Diyeceksiniz ki; ABD daha bu hafta Katar'ı NATO dışı önemli müttefik ilan etti. Katar Türkiye'den daha mı demokratik? Yada Hindistan da ABD'yle yakın müttefik; o ülkede de demokraside ciddi geriye gidiş var. Hindistan Çin'i dengeleme açısından önem taşıyor. Aslına bakarsanız Türkiye'de Suriye'den Libya'ya hatta Ukrayna'da bile Rusya'ya karşı önemli bir "oyun bozucu".
Gelin görün ki bu iki ülkede sabah akşam Batı'yı sopalayıp, gözlerine soka soka "hukukun üstünlüğü konusunda sizi umursamıyoruz" demiyorlar.
Bakın cumhurbaşkanı Kiev'den dönerken gazetecilere ne demiş.
"Batı maalesef şu ana kadar bu işin çözümünde katkı diye bir şey sağlamadı. Sadece adeta çomak sokuyorlar diyebilirim. Şu anda Avrupa'da bu işi çözmeye yönelik olarak lider noktasında ciddi sıkıntı var."
Batılı liderleri aşağılayarak, "bu işi çözecek liderlik vasfı bende var" demeye getiriyor.
MHP lideri de yine Salı günkü açıklamasında "Türkiye'nin bölgesel ve küresel sorunlara müdahale edebilme kapasitesinden dolayı uykuları kaçanlar da çıkabilir," demiş. Erdoğan'ın arabulucu olma potansiyelini Batılılar (ve ihtimalen muhalefet) hazmedemiyor demeye getirmiş.
Mesele Batılıların Erdoğan'a sinir olup, ona paye vermemeleriyle sınırlı değil. Hani yukarda dedim ya, Türkiye'nin görüşlerini soran eden yok; şaşırıyorum diye. Benim şaşırmama şaşıranlar var dedim. Onlar da diyorlar ki, Türkiye öyle eskisi gibi çevresini doğru okuyup analiz etme noktasında değil.
Hakikaten de Cumhurbaşkanının açıklamalarına baktığınızda sanki mesele Rusya ile Ukrayna arasında bir sorunmuş gibi yansıtılıyor. Evet kısa dönemde, iki ülke arasında sıcak bir çatışmanın önlenmesi öncelikli konu. Ama Rusya'nın derdi Ukrayna ile sınırlı değil. Rusya ABD ve NATO'yu masaya oturtup, nüfuz alanlarını yeniden belirleyip, ona göre yeni bir düzen kurma arayışında.
Bu süreçte Rusya lideri Vladimir Putin Türkiye'ye gelir ve sanki çözüme katkı sunuyormuş gibi de yapabilir. Bunu yaparken derdi Ukrayna sorununu çözmek değil, Batı ittifakının içindeki bölünmüşlüğü körüklemek olur.
Tüm bunlara karşın yine de Türkiye'nin oynayabileceği bir rol olabilirdi.
Sorun şu ki, Batılı müttefikler; karşılarında, Türkiye'nin yüzyıllara dayalı diplomasi geleneğini, uluslararası ve bölgesel siyaset birikimini de arkasına alarak, ayakları yere sağlam basan kurumsal bir aklın ürettiği gerçekçi ve sağduyulu analizleriyle, durumu kendilerinden çok daha iyi okuyabilecek bir muhatap görmüyorlar.
Gördükleri, kısa vadede ben bu durumdan nasıl nemalanırım diye bakan kişiselleşmiş bir dış politika refleksi.
Bahçeli'nin söylediğinin tersine, Türkiye'nin, 84 küsur milyonluk Türk vatandaşlarının çıkarlarını da önceleyerek, bölgesel kriz yönetimine katkı sunup, oynayabileceği bir rol varken; bu rolü layığıyla oynayamaması benim uykularımı kaçırıyor.