Son dönemlerde Ankara – Paris hattında yaşanan gerilimin arkasında Orta Doğu, Doğu Akdeniz ve hatta Afrika'ya uzanan rekabet olduğuna kuşku yok. Fransa'nın 10 - 11 Aralık Avrupa Birliği Zirvesi'nde Türkiye'ye yönelik yaptırım için bastıracak olması da elbet bu bölgesel güç mücadelesinden kaynaklanıyor.
Ancak ülkede yaşayan Türklerin Fransız toplumundaki konumu, İslamcı saldırılar, göçmen ve İslam karşıtı sağın yükselişi ile tüm bunlarla ilgili AK Parti hükümetlerinin, Fransa'daki tartışmaları etkileyecek boyuttaki tavırları, iki başkentin arasını bölgesel güç mücadelesi olmasaydı da gerecek boyutlar taşıyor.
Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron'la Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın bu konularla ilgili atışması yeni değil. Ancak son dönemde Erdoğan'ı Macron'un akıl sağlığını sorgulamasına kadar götüren süreç 16 Ekim'de Fransa'da bir öğretmenin öldürülmesiyle tetiklendi.
Müslümanların peygamberini küçük düşüren Charlie Hebdo karikatürlerini sınıfta ifade özgürlüğüne örnek olarak gösteren Samuel Paty'nin öldürülmesi Fransa'da büyük bir şok dalgası yarattı. Bu şok dalgasının Ankara'da doğru okunmadığını (belki de okunmak istenmediğini) belirtmek gerekir.
Bu cinayetle ilgili Türkiye'den ilk tepki ve ne yazık ki devlet katından tek resmi tepki 17 Ekim'de Türkiye'nin Paris büyükelçisi İsmail Hakkı Musa'dan geldi. Musa, hiçbir şeyin haklı gösteremeyeceği "bu korkunç cinayetten" dehşete düştüğünü belirtip öğretmenin ailesine başsağlığı dileyen üç satırlık bir tweet attı. Bunun dışında üst düzey bir kınama gelmemiş olması elbet Paris'in gözünden kaçmadı. (Halbuki Charlie Hebdo çizerlerine yönelik 2015'teki saldırıların ardından hayatını kaybedenler için düzenlenen cenaze törenine dönemin Başbakanı Ahmet Davutoğlu, karikatürleri eleştirmesine karşın katılmıştı.)
22 Ekim'de öğretmenin cenaze töreninde Macron'un karikatürlere arka çıkmasını 24 Ekim'de Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın tepkisi izledi. Başta Fransa, Avrupa'yı İslam düşmanlığı ile suçlayan Erdoğan 26 Ekim'de de Fransız mallarını boykot çağrısı yaptı. Bunun üzerine Fransa Ankara büyükelçisini danışmalarda bulunmak üzere Paris'e çağırdı.
29 Ekim'de ise Fransa'nın Nice kentinde "İslamcı terör" olarak nitelenen ve 3 kişinin hayatını kaybetmesine neden olan saldırı gerçekleşti.
Cumhurbaşkanı açıklamalarında şiddet kullanımına yönelik tek kelime etmemiş olsa da, Nice'deki saldırının Ankara'dan gelen sert açıklamaların hemen sonrasına denk gelmesi kuşkusuz Ankara'yı da rahatsız etmiş olmalı ki, öğretmen cinayetini tek bir tweet'le kınayan Türkiye'den sayısız kınama mesajları yağmaya başladı. Sadece devlet katlarından değil AK Parti Sözcüsü Ömer Çelik de dahil pek çok çevreden akan mesajlara şaşıran Fransızlar, büyükelçilerini Ankara'ya (tam bir hafta sonra) geri gönderme kararı aldılar.
Ankara - Paris hattında gerilim şimdilik biraz düşmüş gibi. Ancak Fransa'nın "İslamcı ayrılıkçılıkla" mücadele adına Müslümanları doğrudan hedef alan uygulamaları ile Ankara'nın buna karşı stratejisi, özellikle her iki liderin 2 - 3 yıl sonra yapılması öngörülen seçimlere hazırlandığı düşünülürse, ilişkilerde ciddi krizlere neden olabilir. Bu yüzden meselenin biraz daha özüne inmekte yarar var.
Kabaca özetlemek gerekirse meselenin özünde 30 – 40 yıl önce kendi içine kapanık yaşayan göçmen Müslüman toplumların -ki bunların başında Türkler geliyor- diğer Avrupa ülkelerinde olduğu gibi Fransa'da da toplum içinde görünür olmaları; görünür olmakla kalmayıp kendi kültürleri doğrultusunda talepleri için bastırmaları var. Buna karşılık Fransızlar da kendi kültürel kodlarını dayatmaya çalışıyorlar.
Çok basite indirgeyerek bir örnek üzerinden gidelim: Müslümanlar çocuklarını gönderdikleri okulda öğlen yemeğinde domuza alternatif yemek çıksın istiyor. Bunda Avrupalı hükümetler açısından sorun yok. Ancak, bazı aileler, kız çocuklarını erkek çocuklarla aynı ortamda spora göndermek istemeyince, sorun başlıyor.
Fransa'da yaşayan Türkler Fransız vatandaşı olsa da taleplerini dile getirirken gücünü Ankara'dan alıyor, sırtını Türkiye'ye dayıyor. İşte bu da Paris'i çileden çıkarıyor.
Öte yandan Müslümanların daha görünür olup taleplerinin daha sesli hâle gelmesi "İslam" adına yapılan saldırıların arttığı, bunun da ülkede zaten yükselmekte olan İslam ve göçmen karşıtlığının körüklediğini bir dönemle çakıştı.
Fransızlar "İslami terörle" "İslami ayrılıkçılığı" birbirinden ayırdıklarını savunuyorlar. Özellikle imamlar eliyle Fransız toplumunda "paralel" topluluklar kurulduğunu bunun da kabul edilemez olduğunu söylüyorlar.
Burada bir parantez açalım. Özellikle Ankara'da görev yapan Fransız diplomatlar döndüklerinde çok kilit konumlara getiriliyorlar. Türkiye'de sıkça duyduğumuz "ayrılıkçılık" ve "paralel yapılanma" kavramlarının Fransız jargonuna girmesinde rol oynamışlarsa hiç şaşırmamak gerek, deyip parantezi kapatalım.
Fransa'da imamlar eliyle paralel yapılanmaya gidiliyor kanaati güçlendikçe, konu doğrudan ülkeye en yüksek sayıda imam gönderen Türkiye'ye uzanıyor.
Bu noktada Fransa'nın ikilemine dikkat çekelim.
Fransa'da yaşayan Türklerde radikalleşme ve suça karışma oranı çok düşük. Bunda Türk devletinin gerek diplomatik temsilcilikleri ama daha çok da Diyanet eliyle Türk toplumu üzerinde sağladığı kontrol büyük rol oynuyor. Bu kontrol ve gözetim, İslamcı radikalleşmeyi önlediği oranda Fransız devletinin işine geliyor. Ancak aynı gözetim, Fransa'nın kültürel değerleriyle çatışacak şekilde İslami muhafazakâr değerleri teşvik eden, hatta hükümet karşıtlığını körükleyen bir rol oynayınca Fransız devletinin sinir uçlarına dokunuyor.
Bu arada genel anlamda Avrupa'daki Türk diplomatik misyonlarının, önemli bir oy deposu olarak görülen Türklere yönelik olarak AK Parti'nin yurt dışı teşkilatları gibi çalıştığı eleştirisini de eklemek gerekiyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan çok açık bir şekilde Fransa'da yaşayan Türklerin Türkiye'nin elçileri olduğunu savunuyor. Fransızlar da tam bu noktaya itiraz ediyorlar. "Fransa'da yaşayan Türkler Türkiye'yle köprü rolü oynayabilirler, ama Türkiye'nin elçisi gibi davranamazlar çünkü onlar Fransız vatandaşı" diyorlar. Fransız vatandaşı Türklerin temsilcilerinin hükümetle yapılan toplantılara Türkiye'ye ait diplomatik arabalarla gelmesi hoş karşılanmıyor.
Fransa hem Fransız değerleriyle çatışmayacak bir anlayışta imam yetişmesi hem de Ankara'nın etkinliğinin kırılması amacıyla 2023 itibariyle Türkiye'nin imam göndermesine izin vermeyeceğini son krizden çok daha önce açıklamıştı.
Fransa'nın bu ve benzeri kararları nedeniyle sertleşen Macron – Erdoğan çatışması en son öğretmen cinayeti nedeniyle Charlie Hebdo karikatürleri ve ifade özgürlüğü üzerinden yürümeye başladı. Erdoğan'ın tepkisinin ardında geçmişten gelen bu arka planın yanı sıra, Macron'un bu cinayetten bir ay önce İslam'ın krizde olduğu, İslam dininin bir aydınlanmaya ihtiyacı olduğu yönündeki açıklamaları da vardı.
Fransa'daki laikliğin fazla köşeli olduğu, ifade özgürlüğünün önemini Müslümanları rencide edici karikatürler üzerinden açıklamanın ne ölçüde manalı olduğunu Fransızlar kendi aralarında da tartışıyorlar. Macron'un İslamı reforme etmeye soyunmasının abesliği de ortada. Zaten İslam dünyasından fazlaca destek bulamayınca Macron "kendini daha iyi anlatmaya çalışmak için" çareyi Arapça yayın yapan kanallara röportaj vermekte buldu.
Bu arada Macron hükümetinin özellikle Anglo Sakson basınında çıkan eleştirel yazılardan bir kısmını, ağır baskı yapıp internet sitelerinden kaldırtması, Avrupalı liberallerin ne kadar dikkatini (ve tepkisini) çekti diye de sormak gerekiyor.
Sonuç olarak Fransız yetkililere göre Türkiye'yle "İslamcı terör" üzerinden değil ağırlıklı olarak "İslamcı ayrılıkçılık" üzerinden sorun yaşanıyor. Aslında terörizm konusunda özellikle de Suriye'ye giden Fransız asıllı cihatçıların yakalanıp iadesi konusunda her iki taraf da yapılan işbirliğinden son derece memnun. Gelin görün ki, Fransız yetkililer özellikle yabancı terörist savaşçı konusunda Ankara'yla iyi bir işbirliği yapıldığını kamuoyuna aktarma gereği duymuyor.
Üstelik 2015'teki, 130 kişinin ölümüne 350 kişinin de yaralanmasına neden olan Fransa stadyumu ile Bataclan tiyatrosuna yapılan saldırıların izleri hâlâ canlı. İşte o nedenle Fransız toplumunun "radikal Müslüman'la ayrılıkçı Müslüman" kavramlarını tam olarak kavradığı söylenemez. İslam eşittir terör denkleminden işin ucu Türklere ve tabii Müslümanların davasına sahip çıkma iddiasında olan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'a kadar gidiyor.
Cumhurbaşkanının konuyu sahiplenmesi de bir bakıma Macron'un da işine geliyor. Macron Erdoğan'la çatışarak 2022 seçimlerinde yarışacağı aşırı sağcı Marine Le Pen'e karşı puan elde etmeye çalışıyor. Erdoğan'ın da içeride toplayacağı puanlar nedeniyle bu söz düellolarından şikayetçi olduğu söylenemez. Ancak asıl sıkıntı Macron'un merkez sağ oyları kaptırmamak için "Islamcı ayrılıkçılıkla" mücadele adına attığı ve atacağı adımlar.
Öldürülen öğretmenle ilgili olarak "o da hak etti" türünden ifadelerde bulunan Türk ailelerinin 10 – 12 yaşlarındaki çocuklarının gözaltına alınması, İçişleri bakanının işi "helal et" satışını eleştirmeye varan açıklamaları Fransa'nın doğru yolda olmadığını gösteren çok sayıda örnekten sadece bir kaçı.
Bu adımlar bir yandan başta Türkler olmak üzere Müslümanları hedef haline getirirken bir yandan da Fransa'nın kendi içinde daha sağlıklı bir tartışma yapılmasını engelliyor.
Türkiye'deki iktidardan gelen söylemler kolaylaştırıcı olmasa da Fransa açısından sebep değil sonuç. Fransa'nın kendi uygulamalarını sorgulaması, aynayı kendine tutması gerekiyor. Ancak hiç kuşkusuz Ankara'dan gelen açıklamalar Fransızlara kendilerini sorgulamak yerine suçu başkası/başkalarına atma kolaycılığına kaçması için de uygun bir yol açıyor.
Öte yandan nüfusu Müslüman ama anayasasında laiklik ilkesi olan bir ülke olarak Türkiye'nin Avrupa'da yaşanacak hassasiyetleri başka ülkelere oranla daha iyi anlayabilmesi ve uyum sorunlarının çözümüne daha yapıcı katkı yapması beklenirdi. Yangına körükle gitmenin Avrupa'da yaşayan Türkler ve Müslümanların yararına olmayacağı açık.