Rusya'nın ordusunun yüzde 75'ine karşılık gelen 190 bin askeriyle Ukrayna'yı üç koldan çevreleyip, İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra en büyük askeri yığınaklanmayı yaptığı söyleniyor.
Moskova da bu yığınaklanmayı yalanlamıyor.
ABD ve İngiltere, "Rusya Ukrayna'yı işgal edecek" diyor.
Moskova ise "Kesinlikle işgal niyetim yok" diyor.
Rusya'nın nasıl bu kadar net bir ifadeyle "işgal niyetim" yok dediğini sorguluyordum.
Aslında yanıtı basit. Rusya Ukrayna'yı kendi açısından baktığında "işgal etmeyecek".
"Ukrayna'daki soydaşlarım saldırı altında" diyerek "koruma hakkını" kullanacak.
Ya da Donbas'daki iki ayrılıkçı "cumhuriyeti tanıdım" diyecek; sonra da bu cumhuriyetler Rusya'yı yardıma çağırmış olacaklar.
2008 Gürcistan savaşı ile 2014'teki Kırım işgal ve ilhakında benzer senaryolar uygulandı.
Rusya liderliği açısından mesele Ukrayna'daki soydaşlarının haklarının çiğnenmesi değil. Mesele Sovyetler Birliği'nin dağılmış olması. Rus liderliği, Soğuk Savaş'ın bitimiyle Rusya'nın süper güç olma vasfının kaybettirildiğine inanıyor ve dünya sahnesinde yeniden "eşit ağırlıklı süper güç muamelesi" görecek şekilde yer almak istiyor.
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin bu bakışın ilk belirgin ipucunu 2005 Nisan'ında parlamentoda yaptığı konuşmada verdi. Putin, Sovyetler Birliği'nin dağılmasının 20. yüzyılın en büyük jeostratejik felaketi olduğunu söyledi.
Putin bir başka işaret fişeğini, şu sıra İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu'nun katılımıyla gündeme gelen Münih Güvenlik Konferansı'nda attı.
10 Şubat 2007 tarihinde konferansta yaptığı konuşmada "tek kutuplu dünyanın kabul edilmez," olduğunu belirtirken, NATO'nun genişlemesinin de Avrupa güvenliğini pekiştirmediğini tam tersine karşılıklı güveni zedeleyen provokatif bir adım olduğunu söyledi. "Bu genişleme kime karşı, ve bize verilen güvencelere ne oldu" diye sordu.
Putin'in bu sorusu, bizi meşhur "güvence verildi/verilmedi" tartışmasına getiriyor.
İddia şu ki; Şubat 1990'da dönemin ABD Dışişleri Bakanı James Baker Sovyet lideri Mihail Gorbaçov'a, iki Almanya'nın birleşmesini kabul etmesi durumunda NATO'nun doğuya genişlemeyeceği sözünü vermiş.
Benim yaptığı okumalara göre (ki en sonuncusu konuya değinen şimdiki CIA Başkanı William Burns'ün kitabı da dahil) Baker biraz fazla ileri gitmiş ve bu verilen söz dönemin ABD Başkanı Bush tarafından desteklenmemiş. En önemlisi Baker ve ilaveten dönemin Almanya Başbakanı ve NATO genel sekreteri tarafından verilen sözler kağıda dökülmemiş.
Rusya "aldatıldığını" pek çok kez ifade etsede, örneğin 1997'de NATO - Rusya Konseyi kurulurken, İttifak'ın daha fazla genişlememesini kağıda dökecek şekilde ısrarcı olabilirdi diyen de var.
Öte yandan NATO'nun Kosova ve Libya müdahaleleri de Rusya'nın aldatılmışlık duygusunu perçinlemiştir.
Biz Türkler özellikle Avrupa Birliği ile tecrübemizde yaşadığımız onca tutulmamış söz nedeniyle Rusya ile empati yapabiliriz.
Soğuk Savaş sonrasında Batı'nın Rusya'ya karşı daha özenli davranması gerektiğini savunabiliriz.
Batı'nın Rusların "kuşatılmışlık" hissiyatını daha fazla ciddiye alması gerekirdi diyebiliriz.
Fakat burada mesele Ukrayna'nın NATO üyeliğinin engellenmesi değil. Ben bile oturduğum yerden Ukrayna'nın kısa ve orta vadede NATO'ya alınmayacağını biliyorum. Bunun böyle olduğunu 2014'ten beri biliyorum. Benim bildiğimi elbet Putin de biliyor. Zira 2014'te Kırım'ı işgal ve ilhak ederek zaten bu yolu kapadı.
Bakmayın Türkiye'nin de Ukrayna'nın üyeliğine destek vermesine. Ukrayna bugün resmen başvursa, karşı çıkacakların başında Türkiye gelir; çünkü her şeyden önce İttifak, sınırları tartışmalı ve her an Rusya'yla savaşa girecek bir ülkeye anlaşmanın 5. maddesinin garantisini veremez. 5. Madde; yani bir üye saldırıya uğrarsa, diğerleri de saldırıya uğramış kabul edilir diyen İttifak'ın en can alıcı maddesi. NATO'da kimse Ukrayna için Rusya'yla savaşmak istemez; buna ABD de dahil.
Yani Rusya da bal gibi biliyor NATO'nun Ukrayna'yı üye yapmayacağını. Ama yine de NATO'dan yazılı güvence istiyor. NATO da böyle bir güvence veremez.
Bazıları "madem NATO'nun Ukrayna'yı üye yapması kısa orta vadede zor duruyor, Ukrayna liderliği de Finlandiya benzeri bir tarafsızlık açıklaması yapamaz mı" diye sorabilir. Hiçbir ülkenin lideri, yan komşusunun savaş tehdidi altında egemen kararından feragat edip, istemediği bir şey için yükümlülük altına girmez.
Kısacası savaş çıkacaksa "ilkeler savaşı" çıkacak. İlkeler uğruna silahlar patlayacak.
Tabii sorabilirsiniz; "Madem Rusya 2014'te attığı adımla Ukrayna'nın NATO'ya girmesinin önünü kesti ve bundan sonra İttifak Ukrayna'ya kapısını açık tutar gibi görünüp kapalı tutacak; o zaman Rusya'nın derdi ne?"
Bence Rusya'nın derdi, kendisini, kendisine müzahir rejimlerle çevrelemek istemesi. Belarus'taki gibi, gel deyince gelecek, git deyince gidecek bir lider istiyor Kiev'de.
Bu arada Rusya'nın derdi ne diye soranlara, özellikle Putin'in 12 Temmuz 2021'de yayımladığı makale hatırlatılıyor. Putin makalesinde Ruslar ve Ukraynalılar tek bir millet olduğunu savunuyor. Bu da bize Putin'in Ukraynalıların Ruslara oranla demokrasi ve özgürlüklerden daha fazla yararlanacağı bir yönetimi Kiev'de görmek istemeyeceğinin bir başka kanıtını sunuyor.
Başa dönersek; Ukrayna’yı işgal etmeyeceğim diyen Rusya’nın parlamentosunun haftasonu Putin’e Donbas'taki ayrılıkçı "cumhuriyetleri" tanıma çağrısında bulunduğuna, Putin'in de dün gece bu "cumhuriyetleri" tanıma kararı aldığına dikkat çekeyim. Her adımı önceden hesaplayarak atan Rus diplomasisi adım adım baskıyı arttırıyor. Bir yandan Kiev’deki yönetimi sıkıştırırken, diğer yandan da ABD’yi masanın karşısına oturtup, yeni nüfuz alanlarını müzakereye zorluyor.
Ülkemizin hemen kuzeyindeki bu krizi daha çok konuşacağız.