15 Temmuz darbe girişiminin yıldönümü vesilesiyle devlette kadrolaşma sorunu bir kez daha gündeme geldi.
Bu bağlamda FETÖ'cülerin yerini başka dini cemaatlerin aldığına, hatta devletteki kurumların adeta kota usulü varmışcasına dini cemaatler arasında paylaşıldığına dair özellikle Tolga Şardan'ın yazısını okumanızı tavsiye ederim.
Dini cemaatlerin devlet kurumlarını istilasıyla ilgili nadir istisnalardan birinin Dışişleri Bakanlığı olduğunu söyleyebilirim.
Dışişleri çok hızlı bir şekilde FETÖ'cüleri tasfiye etti; yerine Nurcular, Süleymancılar, şucular bucular geldi diyemem.
Ancak bakanlık bürokrasisi AK Parti eliyle itibarsızlaştırılıp, işlevsiz hale getirilmekten de kurtulamadı. Bu süreç özellikle darbe girişimini takiben cumhurbaşkanlığı sistemine geçişle çok daha hız kazandı.
Bunun da en büyük sonucu, aralarında bu ülkenin yetiştirdiği en değerli beyinlerin bulunduğu diplomatların ve kurum olarak Dışişleri'nin dış politika yapımından dışlanmaları oldu.
Yanlış anlaşılmasın Bakanlıkta parlak beyinler kadar vasat diplomatlar da elbet oldu. Zaten iş bireysel olarak IQ seviyenizin yüksek olmasında bitmiyor. Diplomalar kişisel yeteneklerinin üzerine, kurumsal kültürü, Osmanlı'dan bu yana gelen bilgi/birikimi koydukları ölçüde dış politika yapımına katkı değer sunabiliyorlar.
Kurumsal kültür, diplomatik deneyim bir ülkeyi en basitinden hata yapmaktan korur. Dışişleri dışlanınca, Ak Parti iktidarının dış politikada başarıdan başarıya değil hezimetten hezimete koşmaya başlaması da kaçınılmaz oldu.
İşte bu kurumsal kültürün sadece Dışişleri'nde değil her alanda taşıdığı önem nedeniyle bir grup akademisyenin TÜBİTAK destekli, kariyer dışı büyükelçi atamalarına dair araştırma projesine fazlaca bir katkım olamadı.
Misal "Kariyer dışı büyükelçiler hangi mesleklerden seçilmeli? Büyükelçi ataması yapılırken sizce nelere dikkat edilmelidir? Kariyer dışı Büyükelçi atamaları hangi başkentlere yapılmalı, hangi başkentlere yapılmamalıdır?" türü soruları yanıtsız bıraktım. Çünkü tekraren sadece Dışişleri değil, misal Ulaştırma Bakanlığı yada Orman Bakanlığı'na da tepeden, ordan burdan dışardan tayin yapılmasını yararlı bulmuyorum.
"Kariyer dışı büyükelçi atamalarının sakıncaları var mıdır?" şeklindeki soruyu daha rahat yanıtlamış olabilirim.
Kariyer diplomatlar mı yoksa kariyer dışı diplomatlar mı daha başarılı, sorusuna ise ne yanıt verilebilir? Açıkcası, bırakın başarıyı, bazılarının kimi rezilliklerine dair kulağıma çok şey geldi de, Bakanlık'ta hâlâ kol kırılır yen içinde kalır refleksi kuvvetli olduğundan, teyit mekanizmasını işletemedim. Ancak, herhangi bir kariyer dışı büyükelçinin bulunduğu ülke ile ilişkileri çok daha iyiye götürdüğüne de bu büyükelçilerin başarılı olabilmesi için ek bir çaba gösteriliyor olmasına karşın şahit olmuş da değiliz.
(Meslekten diplomatların, bütçe kısıtlamaları nedeniyle elleri kolları bağlanırken, "yandaş tabir edilen büyükelçiler arasında kaynakların tahsisi bakımından da ayrım gözetildiği, siyasi atanan büyükelçilerin ek ödenek ve ilave personel taleplerine çok daha hoşgörülü davranıldığını" emekli büyükelçi Tunç Üğdül'ün geçenlerde piyasa çıkan kitabından öğrenmiş bulunuyoruz.)
Dışardan atanan büyükelçilerle ilgili bazen gerekçe olarak "yerli ve milli" nitelemesi kullanılıyor. Anlamakta zorlanıyorum, şimdiye kadar büyükelçilik yapmış diplomatların nesi yerli ve milli değildi? ABD'den yada Avusturya'dan mı transfer ettik bu bürokratları?
Tersine, bildiğim kadarıyla Cumhuriyet tarihinde ilk kez başka bir ülkenin vatandaşının büyükelçi olarak atanması AK Parti döneminde oldu. Başka bir ülkenin vatandaşının, profesyonel tercüman olmamasına karşın devletin en mahrem görüşmelerine girmesi yine bu iktidar döneminde oldu. AK Parti muhalefette olsa yer yerinden oynardı.
Kariyer dışı büyükelçilerin hangi kriter bazında seçilmesine dair bir araştırmadan iktidarın yararlanacağını da sanmıyorum. Zira onların gözünde tek kriter var, "Ak Parti'ye sorgusuz sualsiz biat etme."
(Orta Doğu'da görev yapan bir büyükelçinin Müslüman Kardeşlerle ilgili telefonla verilen bir talimat yerine yazılı talimat istemesi sonucu kendisini başka bir ülkede bulduğunu buraya not düşersem ne demek istediğim daha iyi anlaşılacaktır.)
Tabii büyükelçiler işin görünen yüzü. Bir de merkezde yaşananlar var ki, o konu nispeten daha az gündeme geliyor. Temmuz 2018 itibariyle bakanlıklarda müsteşarlıkların kaldırılarak yerine bakan yardımcılıklarının getirilmesi sadece Dışişleri değil diğer bakanlıkların da işleyişine büyük darbe vurdu.
Yine bu çerçevede içeriden bir gözlemi aktarmakta yarar görüyorum. Tunç Üğdül'ün "Diplomasi Cehpesi" kitabından aktarıyorum:
"Dışişleri Bakanlığı bakımından da üç bakan yardımcısının ikisinin meslekten ve ehil diplomalar olmalarına rağmen sorumluluk alanları itibariyle Bakanlığın tamamı her şeyden önce de teşkilatı üzerinde söz sahibi kılınmamışlardır. Teşkilat, tüm atamalar bütçe ve diğer bazı kritik konular dışarıdan getirilenlere teslim edilmiş, bu alanda Bakan Yardımcılığı da dış tayin de görmemiş genç bir politikacıya emanet edilmiştir. Bu durumun çeşitli sakıncaları da kısa sürede ortaya çıkmıştır."
Bahse konu kişi Yavuz Selim Kıran'ın geçenlerde Hırvatistan'a tayini çıktı. Kendisiyle birlikte tayini çıkanlar, atandıkları başkentlerde göreve başlamış olmasına karşın, Kırat agremanı da gelmiş olmasına karşın, görev yerine gitmekte ayak sürüyor.
Bu durumun "Ankara'da ne kadar kalırsam siyasi geleceğimi o ölçüde garantiye" alırım kaygısından kaynaklandığı söyleniyor.
Yerine bakan özel kalem müdürünün (ki o da bakanlık dışından, babası cumhurbaşkanlığında görevli bir kişi) gelmesi bekleniyor. Ancak bu görev için AK Parti içinde de kıyasıya bir çekişme olduğu da kulağıma geliyor.
Her hâlükârda, bakanlık bürokratları dini cemaatler değilse de AK Parti siyasi komiserlerinin cenderesi altındayken, Cumhurbaşkanının oğlunun bile hazır bulunduğu resmi heyetlerde kendine yer bulamıyor.
Sonra da aman Sri Lanka benzetmesi yapmayın deniyor!
Barçın Yinanç kimdir? Barçın Yinanç, 1968 yılında doğdu, ODTÜ Uluslararası İlişkiler Bölümü'nü bitirdi. 1990'da stajyer olarak başladığı Milliyet Ankara Bürosu'nda 10 yılı aşkın bir süre diplomasi muhabirliği yaptı. Ardından televizyon haberciliğine geçerek önce TV8, sonra CNN Türk Ankara Bürosu'nda çalıştı. Türkiye-ABD, Türkiye-AB ilişkilerinin yanı sıra Kafkaslar'dan Ortadoğu'ya, geniş bir coğrafyada Türk dış politikasıyla ilgili gelişmeleri takip etti. Çok sayıda yabancı hükümet yetkilisiyle söyleşiler yaptı, BM, NATO ve AB gibi uluslararası kuruluşların zirvelerini, perde arkası gelişmeleri yerinden haberleştirdi. 2004 yılında İstanbul'a yerleşti, CNN Türk ve Referans gazetesinin ardından İngilizce yayımlanan Hürriyet Daily News'da (HDN) çalışmaya başladı. Haber koordinatörü, yorum sayfası editörü olarak çeşitli görevler aldı; 2010'dan başlayarak on yıl boyunca gazetenin pazartesi söyleşilerini gerçekleştirdi. Bu süre boyunca dış politika analizlerini yazmaya devam etti. Pek çok uluslararası düşünce kuruluşunun toplantılarına konuşmacı, kolaylaştırıcı olarak katılıyor, yabancı yayın organlarının yayınları için yorumlar yapıyor. AtlatmaHaber adlı podcast serisini hazırlayan Yinanç Diplomasi Muhabirleri Derneği, Uluslararası Kayak Kayan Gazeteciler Derneği (Ski Club of International Journalist) ve Dış Politikada Kadınlar platformunun üyesi. Son yayını; Women, Peace and Security Agenda in Turkey and Women in Diplomacy: How to Integrate the WPS Agenda in Turkish Foreign Policy (Türkiye'de Kadın, Barış ve Güvenlik Ajandası-Diplomaside Kadın: Türk Dış Politikası'na Kadın, Barış ve Güvenlik Ajandası nasıl dahil edilir) başlığını taşıyor. Aralık 2020'de itibaren T24'te yazan Barçın Yinanç, T24 ekranında da, her hafta Metin Kaan Kurtuluş'la birlikte "Dış Politika ile İçli Dışlı" adlı programı yapıyor. |