Finlandiya dün resmen NATO'ya katıldı. Neredeyse bir sene geciktirdikten sonra Helsiki'nin üyeliğini onaylayan Türkiye iki konuda üzerindeki yükü kısmen hafifletmiş oldu.
Birincisi İsveç ve Finlandiya'nın NATO üyeliğini geciktirerek, Rusya'ya yaranmaya çalıştığı algısı.
Özellikle Türkiye karşıtı çevreler, Ukrayna'ya saldırmış olmasına karşın Türkiye'nin Rusya'ya yaptırımları uygulamazken, ikili ilişkileri yoğun tutmasından yola çıkarak, NATO'daki vetosunu Kremlin'e bir jest olarak görme eğiliminde oldular.
Batı'da güçlenen Türkiye karşıtlığından içeride beslenme derdinde olan AKP yönetimi ise asıl derdin İsveç'in tutumundan kaynaklandığı, vetonun Rusya'yla alakası olmadığını net mesajlarla vermekten kaçındı.
Tabii bir taraftan da Rusya'nın bunu kendisine dönük bir jest olarak görme ihtimali nedeniyle de mesajlarını muğlak bırakıyor olabilir.
Elbet Türkiye'nin ve onu takip eden Macaristan'ın onay sürecini geciktirmesi NATO'nun Rusya karşısındaki dayanışmasını zayıflatan bir görüntü yaratıyor. Ancak Kremlin'in bunu kendisine dönük bir jest olarak görme ihtimali zayıf. Zira, Türkiye'nin sahada attığı adımlar özellikle de Karadeniz bağlamında Moskova'yı çok da memnun edecek türden değil.
Rusya kendi deyimiyle Ukrayna'ya "özel askeri operasyon" başlattıktan sonra, Ankara bu saldırganlığı "savaş" olarak niteledi. Bu nitelemeye uygun olarak da Montrö Sözleşmesi'nin 19. Maddesini uygulamaya koydu ve böylece savaşan tarafların savaş gemilerine Boğazları kapadı. Savaşan tarafların savaş gemilerine Boğazların kapalı kalmasının tek istisnası var. O istisna, savaş çıktığında Karadeniz dışında bulunan Rus Karadeniz Filosu'na bağlı savaş gemilerinin, ana üslerine dönmek üzere bir defalığına Boğazlardan geçişine imkan tanıyor.
Türkiye 19. maddeyi uygulamaya koyduktan sonra Moskova'ya, "Karadeniz dışında olan Karadeniz Filona bağlı gemilerini geri çağırma, Boğazlardan geçmesinler. Bu tırmandırma olarak görülür, yararlı olmaz" demiş.
Rusya da buna uymuş. Karadeniz filosuna bağlı olup da ana üssünde bulunmayan gemilerin sayısının 20 ile 30 arasında olduğu varsayılıyor. Moskova'nın bugüne kadar bu istisnadan hâlâ yararlanmıyor olması da dikkat çekici.
Tabii Türkiye aslında Montrö'yü genişçe yorumlayıp, Karadeniz'de kıyısı bulunmayan ve resmi olarak savaşan taraf olmadıkları için aslında Boğazlardan geçip Karadeniz'e çıkma hakkı olan ülkelere de gayri resmi olarak Boğazları kapattı. Gayri resmi diyorum; zira özel bir karar yok. Sadece tavsiye var. Özellikle Rusya'nın hasım olarak gördüğü NATO ülkelerine, "Siz de Karadeniz'e savaş gemisi çıkarmayın, tırmandırmaya yol açmasın" tavsiyesinde bulunuldu. Bu tavsiyeye de uyuluyor.
Özellikle Batılı müttefiklerin bununla ilgili tavırlarını sorduğum bir diplomattan şu yanıtı aldım, "hani iki taraf tam birbirine girmeye hazırlanırken, bir üçüncü çıkar, birini omuzlarından tutup, kavgayı önlemeye çalışır. O da engellendiğinden memnundur ama yalandan "Bırak beni, bırak beni" der. Biraz öyle bir durum var. Aslında memnunlar bu durumdan. Gerçekten de NATO ve AB'deki bazı ülkeler Rusya'nın bodoslama üstüne gitmek isterken, bazıları tırmandırmamaya özen gösteriyor.
Öte yandan Rusya'nın 2014'te Kırım'ı ilhak edip, üstüne geçen sene Donbas'a saldırması, Karadeniz havzasını NATO için önemli bir ağırlık merkezine dönüştürdü. Bu ağırlık merkezinde de Rusya'yı dengeleyen en güçlü ülke, elbette Romanya ya da Bulgaristan değil; tabii ki Türkiye.
Karadeniz'de her an Türk Deniz Kuvvetleri'ne ait bir deniz karakol uçağı, bir denizaltı ve bir fırkateyn ya da korvet görevde bulunuyor. Bu unsurlar da Karadeniz'e ilişkin Tanımlanmış Deniz Resmi'nin yüzde 67'sini NATO'ya gönderiyor. Yani deniz ortamında ne olup bittiğini, su üstü, su altı ve havadaki unsurlardan elde edilen bilgilerle NATO'ya aktarıyor. Daha da önemlisi, Türkiye bu bilgileri neredeyse 10 yıla yakındır Ukrayna'ya da gönderiyor.
Moskova'yı pek de memnun edecek tavırlar değil bunlar.
Türkiye NATO içinde kara koyun olarak gösterilirken, Karadeniz'le ilgili veri toplamanın boşta kalan yüzde 33'lük kısmın diğer NATO ülkelerince sağlanabileceğine dikkat çekiliyor. Romanya gibi bir ülkenin deniz kuvvetlerini Karadeniz'de tutmak yerine, özellikle Türkiye'nin büyük rahatsızlık duyduğu AB'nin İRİNİ operasyonuna bağlı olarak Akdeniz'de bulundurmayı tercih ettiğine işaret ediliyor.
Gelelim Helsinki'nin NATO'ya resmen girmesiyle Türkiye'nin yükünün hafiflediği ikinci konuya. Ankara Finlandiya'ya yaktığı yeşil ışıkla İsveç'in üzerindeki baskıyı arttırmış oldu. "Demek ki, Finlandiya gibi demokratik bir ülke, özellikle Türk karşıtı gruplara yaklaşımı ile Ankara'yı karşısına almaktan kaçınabiliyor, ya da attığı adımlarla Türkiye'nin beklentilerini karşılayabiliyor," mesajını vermiş oldu.
Zira İsveç, Türkiye'nin özellikle terörle mücadele konusundaki beklentilerini karşılamakta zorlanmasına "demokratik standartları" gerekçe gösteriyor. Tabii her ülkenin kendine özgü şartları var; ama sonuçta Türkiye bu gerekçeye karşı, "Finlandiya İsveç'ten daha az demokratik değil herhalde," deme imkanına sahip oldu.
Şimdi İsveç'liler, bir yandan Türkiye ile müzakereleri yürütürken, bir yandan da gözlerini seçimlere çevirmiş durumdalar. Seçim sonuçlarına göre, her iki durumda da, Temmuz'daki NATO zirvesine kadar Ankara'da Meclis'ten onay çıkar mı diye merak içindeler.
Barçın Yinanç kimdir? Barçın Yinanç, 1968 yılında doğdu, ODTÜ Uluslararası İlişkiler Bölümü'nü bitirdi. 1990'da stajyer olarak başladığı Milliyet Ankara Bürosu'nda 10 yılı aşkın bir süre diplomasi muhabirliği yaptı. Ardından televizyon haberciliğine geçerek önce TV8, sonra CNN Türk Ankara Bürosu'nda çalıştı. Türkiye-ABD, Türkiye-AB ilişkilerinin yanı sıra Kafkaslar'dan Ortadoğu'ya, geniş bir coğrafyada Türk dış politikasıyla ilgili gelişmeleri takip etti. Çok sayıda yabancı hükümet yetkilisiyle söyleşiler yaptı, BM, NATO ve AB gibi uluslararası kuruluşların zirvelerini, perde arkası gelişmeleri yerinden haberleştirdi. 2004 yılında İstanbul'a yerleşti, CNN Türk ve Referans gazetesinin ardından İngilizce yayımlanan Hürriyet Daily News'da (HDN) çalışmaya başladı. Haber koordinatörü, yorum sayfası editörü olarak çeşitli görevler aldı; 2010'dan başlayarak on yıl boyunca gazetenin pazartesi söyleşilerini gerçekleştirdi. Bu süre boyunca dış politika analizlerini yazmaya devam etti. Pek çok uluslararası düşünce kuruluşunun toplantılarına konuşmacı, kolaylaştırıcı olarak katılıyor, yabancı yayın organlarının yayınları için yorumlar yapıyor. AtlatmaHaber adlı podcast serisini hazırlayan Yinanç Diplomasi Muhabirleri Derneği, Uluslararası Kayak Kayan Gazeteciler Derneği (Ski Club of International Journalist) ve Dış Politikada Kadınlar platformunun üyesi. Son yayını; Women, Peace and Security Agenda in Turkey and Women in Diplomacy: How to Integrate the WPS Agenda in Turkish Foreign Policy (Türkiye'de Kadın, Barış ve Güvenlik Ajandası-Diplomaside Kadın: Türk Dış Politikası'na Kadın, Barış ve Güvenlik Ajandası nasıl dahil edilir) başlığını taşıyor. Aralık 2020'de itibaren T24'te yazan Barçın Yinanç, T24 ekranında da, her hafta Metin Kaan Kurtuluş'la birlikte "Dış Politika ile İçli Dışlı" adlı programı yapıyor. |