NATO zirvesinin ikinci günü, Fransız Le Figaro gazetesinin manşetinden "Erdoğan hizaya girdi" başlığıyla bir haber verildi.
Türk dış politikasında son altı aydır gözlemlenen yumuşamaya bakan Avrupa bu sonucu çıkarıyor. Ancak Türk – Fransız ilişkileri özelinde bakarsak, sadece Ankara değil, Paris'in de bir hizalanma yaptığı söylenebilir.
Aslında Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ile Erdoğan'ın ilişkileri iyi başlamıştı. Avrupa'da pek çok lider Erdoğan'la yan yana gelmek istemezken Macron Erdoğan'ı Paris'te ağırlamıştı. Ancak İslamofobik, yabancı karşıtı Marine Le Pen karşısında mevzi kaybeden Macron'un "İslam'ı reforme" ve bir "Fransız Islamı" yaratma çabası, ikilinin kimyasını bozdu. Türkiye'nin bu süreçte verdiği tepkiler, Fransa'daki Türk dernekleri aracılığıyla Erdoğan'ın Fransa'nın içişlerine karıştığı algısı Paris'in nevrini döndürdü.
Laikliği en dar tanımıyla uygulamak isteyen Fransa, yıllarca sessiz sakin bildiği Türk toplumunun daha görünür ve aktif olması karşısında yaşadığı şaşkınlığın da etkisi altında kaldı.
Aslında Türkiye, Batılı Hristiyan Fransa'ya karşı, İslam dünyasının sözcülüğüne soyunmayabilir; kendisini böyle bir karşıtlık üzerinden konumlandırmayabilirdi.
Nüfusu Müslüman ama laik bir ülke olarak, "Başörtüsü yasağı gibi, geçmişte benzer süreçlerden geçmiş, hem sizin laiklik anlayışınızın, hem Müslümanların hassasiyetlerini anlayabilecek bir ülke olarak, bize kulak verirseniz, süreci daha iyi yönetebilirsiniz" türünden mesajlar verilebilirdi.
Tabii bu, ülkede laikliği erozyona uğratmakla meşgul bir iktidardan beklenebilecek bir tavır değil ne yazık ki.
Yine de Macron – Erdoğan atışmasının ideolojik olmaktan çok siyasi olduğunu vurgulamak gerek. Yani ikisi de birbirine sataşarak, kendi tabanlarından puan topladılar. Bunun semeresini yiyip, işler rayından çıkıp, iki ülkenin çıkarlarına zarar verme noktasına gelince de yeniden arayı düzeltme arayışına girdiler.
İşin içinde tabii bölgesel rekabet de var. Fransa'nın ABD'nin arkasında hizalanıp Suriye'de PKK'nın uzantısı YPG'ye verdiği destek Ankara'yı elbet kızdırdı. 2019 Barış Pınarı harekatı da ilişkilerin daha gerilmesine neden oldu. Fransa, harekatın önceden kendisine bildirilmemesine öfkelendi. Türk tarafı, "Biz öncesinde ABD'ye haber vermiştik, onlar da onlara söyleyiverselerdi" diyor. Ancak bu durum Fransa'nın Türkiye'ye karşı daha da bileylenmesine yol açtı.
Macron'un "müttefikler kendi başına iş yapıyor, NATO'nun beyin ölümü gerçekleşti" demesi o döneme denk gelir.
Yine hatırlayalım, o dönemde Barış Pınarı Harekâtı nedeniyle Fransa'nın da öncülüğünde AB ülkeleri Türkiye'ye silah satışını sınırlandırma kararı aldı.
Ancak Fransa'nın Türkiye karşıtı siyaseti asıl Doğu Akdeniz krizinde kendisini gösterdi. Fransa Yunanistan'a hem askeri destek verdi hem de AB içinde Türkiye'ye yaptırım uygulanması politikasının öncülüğünü yaptı.
Yine o dönem Türkiye ile Fransa Libya konusunda ayrı düştü. Türkiye Trablus'taki BM destekli hükümete arka çıkarken, Fransa el altından Trablus karşıtı Hafter'i destekledi. Türkiye'nin BM destekli hükümete askeri destek vererek, Libya'da dengeleri Hafter aleyhine bozması da Paris'in sinirlerini ayrıca bozdu.
Peki bugün Fransız Dışişleri Bakanının sözlü ateşkes yaptık dediği noktaya nasıl geldik.
Fransa tarafından bakıldığında, yumuşamanın arkasında Türkiye'ye uygulanan yaptırımlar var. Paris'te, Erdoğan iktidarının ancak yaptırım ve sertlikten anladığına dair bir kanaat yerleşmiş durumda.
Geçtiğimiz sonbaharda AB'nin yaptırımları bir nebze yumuşatmasında Almanya Başbakanı Merkel'in Fransa'yı frenlemesi yatıyor; Fransa'ya kalsaydı, işimiz zordu.
Yaptırımların Türkiye'nin yelkenleri indirmesinde rol oynadığına kuşku yok.
Öte yandan Türkiye'nin Fransa'yla ilişkilerini de bir an önce rayına koyması, özellikle Almanya'da yaklaşan seçimler açısından da zorunlu. Seçim sonuçları ne olursa olsun Almanya'nın Türkiye politikasının genel hatlarında bir değişim beklenmiyorsa da, başlarda Merkel'in ağırlığına sahip olmayacak olan yeni liderin Fransa'nın Türkiye karşıtlığını frenlemekte yetersiz kalma ihtimali yüksek.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Aralık ayında "Umarım Fransa ve Fransızlar Macron'dan en kısa zamanda kurtulur" lafının üzerinden sadece iki ay sonra Fransız liderle telefonda konuşup, havayı yumuşatmasını biraz da yaklaşan Alman seçimlerine bağlamak gerek.
Öte yandan Fransa'nın kimi bölgesel politikalarını sahadaki gerçeklere göre hizalandırdığını" da söylemek gerekiyor. Özellikle Hafter'e bel bağlamamak gerektiğini anlamış durumdalar. Paralı askerler konusunda da sorunun aslında Rusların arkasında olduğu Wagner güçlerinden kaynaklandığını herkes biliyor. Bu anlamda Türk askeri varlığı önemli olmakla birlikte, Türkiye'nin özellikle Suriyeli savaşçıları geri gönderme iradesinin Rusya üzerinde baskı kurulması açısından önemli olduğu savunuluyor. Bu konuda Türkiye'den de olumlu mesajlar alınmış durumda.
Brüksel görüşmesinin ardından Macron'un Libya ve Suriye konularında Türkiye'yle birlikte çalışacaklarını söylemesi boşuna değil.
Suriye'ye gelirsek; kısa dönemde Fransa'nın YPG'ye verdiği askeri eğitim desteğini kesmesi beklenmiyor. Bununla birlikte Fransızların henüz şekillenmemiş olan Biden yönetiminin Suriye politikasının netleştirmesini beklediği ve ona göre hizalanacağı tahmin ediliyor.
Öte yandan Barış Pınarı Harekâtı nedeniyle Paris'in Türkiye'ye dönük silah satışlarına getirdiği kısıtlama henüz kalkmış değil. Ancak Fransa da diğer AB ülkelerinin bu konuda gevşemeye gittiğinin farkında; bu nedenle de Türkiye pazarını kaybedebileceği hesabı yapacağı düşünülüyor. Brüksel zirvesi öncesinde Paris'i ziyaret eden Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu'nun Fransa'dan SAMP/T hava savunma sistemi alınabileceğine dair açıklaması, elbet Paris'i Türkiye'ye daha müzahir bir tutum almak için teşvik amacı taşıyor. Ancak silah alımında mevcut pürüzler kalkmadan bu konuda ilerleme beklememek gerekiyor.
Ankara'nın ülkedeki Türk dernekleri ile Paris'te alerji yaratan ilişkisi; Macron'un Erdoğan'ın gelecek sene yapılacak seçimlere müdahale etme ihtimaline dair açıklamalarına gelirsek...
Mart ayında göreve başlayan Paris Büyükelçisi Ali Onaner'in gerek muhataplarına gerekse basına yaptığı açıklamaların olumlu yansıdığı anlaşılıyor. Onaner'in "Varsayalım Türkiye müdahale edecek, Macron'a karşı Marine Le Pen'in lehine mi müdahale edecek," şeklindeki mesajı Paris'in tutumunu çürütür nitelikte. Onaner'in Türk derneklerinin Fransa'nın kurallarına uygun bir şekilde hareket etmeleri gerektiği yönündeki açıklamaları da olumlu karşılanmış durumda.
Fransızların Anadolu Ajansı'nın Fransa'daki islamofobi olsun Afrika'daki faaliyetleri olsun yapmakta olduğu yayınlarla ilgili şikayetlerine gelince. Türk tarafı, Fransız basınında çıkan Türkiye aleyhindeki yazıların sayısının AA'nınkilerle kıyas kabul etmeyeceği görüşünde. Fransız tarafı ise, devlet güdümündeki AA ile Fransız basınının kıyaslanamayacağını savunuyor. Onaner'in Fransız basınına erişim kanalları açıkken, Fransa'nın Ankara büyükelçisinin özellikle hükümet yanlısı basına erişiminin sınırlandırıldığı savunuluyor.
Genel olarak baktığımızda iki taraf arasında ciddi bir yumuşama dönemine girildiğini söyleyebiliriz. Bununla birlikte Fransız tarafında Türkiye'nin tavır ve söylemlerinin taktiksel olduğu ve AB'nin yaptırım tehdidi olmasa bu tavır ve söylemin her an değişebileceği kanaati var. Bu nedenle özellikle AB'nin hemen yelkenleri suya indirmemesi gerektiği görüşü hakim. Cuma günü yapılacak AB zirvesinden gümrük birliğinin güncellenmesi gibi olumlu bir sonuç çıkmazsa, bunu Fransa'nın liderliğini yaptığı "Türkiye'ye güvensizler" grubuna bağlamak gerekecek.