Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu yılın ilk haftası Brezilya dönüşü basının Suriye ile ilgili sorularını yanıtlarken, “Özellikle önümüzdeki süreçte, rejimle siyasi düzeyde yapacağımız görüşmelerden önce muhalefet ile görüş alışverişinde bulunacağız. Biz muhalefetin aynı zamanda garantörüyüz” dedi.
“Türkiye hangi ara Suriye muhalefetinin garantörü oldu” diye sormak abesle iştigal olsa da; yine de böyle bir cümle sonrasında kamuoyunda infial olmamasını aslıda AKP’nin başarı muhalefetin ise başarısızlık hanesine yazmak gerekiyor.
Kabullenmekte zorlanacağımız o kadar çok şeyi bize normalmiş gibi sunuyorlar ki.
Başka bir ülkenin muhalefetinin garantörüyüz; normal mi?
İşin tuhafı, normal olanı ise anormallik olarak gösterip, vatan hainliğine kadar da götürebiliyorlar. Türkiye’de ana muhalefet partilerinin son derece normal karşılanması gereken yurt dışı temasları eleştiri oklarına hedef olabiliyor.
Başka ülkelerin kendi içişlerine karışmasını istemeyen Türkiye, AK Parti iktidara gelene kadar başka ülkelerin içişlerine karışmamaya azami özen gösterdi. Bu temel ilkeden kopuşun en canlı örneğini ise Suriye’de yaşadık.
Kendimizi Suriye’nin yerine koyalım. Misal bir üçüncü ülke çıkmış, “Türkiye’de muhalefetin garantörü biziz,” demiş.
Şimdi diyeceksiniz, ikisi aynı mı?
Suriye’de iç savaş, çökmüş bir devlet sistemi var.
Ben de diyorum ki; “doğru; Türkiye’nin çökmesine elleriyle hizmet ettiği, muhalefeti destekleyerek Beşar Esad’ı devirmek isterken kendi yarattığı bataklığa battığı, batık bir ülkeden söz ediyoruz.”
Bu arada sahi Dışişleri Bakanı hangi muhalefetten bahsediyor?
Aynı açıklamasında şu cümleyi kullanmış Çavuşoğlu: “Bazı radikaller var ‘biz hiç barışmayacağız’ diyor.”
Şimdi bu radikaller, Türkiye Şam rejimiyle görüşüyor diye, radikal adımlar atmaz değil mi? Türkiye’de halkın canını acıtacak türden eylem yapmazlar değil mi?
Çok can sıkıcı.
Suriye muhalefetinin bir bölümü Batılı müttefikler tarafından “radikal dinci gruplar olarak” görülüyor. Türkiye için ise Esad’ı devirmeyi, YPG’yle savaşmayı sürdürdüğü sürece “ılımlı” kategorisinde oldular.
Türkiye Esad’ı devirmekten vazgeçtiğine göre, Şam’la YPG konusunda da diyelim bir uzlaşma yolu açıldı; bu ılımlılar, “kullanım süreleri dolduğu gerekçesiyle,” Türkiye’ye tavır alırlar mı, almazlar mı?
Bir de tabii Suriye sahasında öyle bir geçişkenlik var ki; bugün ılımlı olan ertesi gün işine gelince radikal oluyor, sonra bir bakmışsınız, ben ılımlıyım deyip, Türk sınırından içeri girivermiş.
Ben Çavuşoğlu’nun yaptığı açıklamaların satır aralarında Suriye muhalefetine dair saklamaya çalıştığı bir huzursuzluk, bir tedirginlik hali görüyorum.
Çavuşoğlu, Birleşmiş Milletler gözetiminde rejimle muhalefet arasında yapılan görüşmelere dikkat çekiyor “müzakere heyeti niye kuruldu…rejim ile müzakere etmek ve uzlaşmak için kuruldu. O süreç zarfında da muhalefetle görüşmüştük, şimdi bu süreçte de yine muhalefet ile görüşeceğiz.”
Ve ekliyor: “Biz muhalefete rağmen adımlar atmıyoruz. Bu süreç onların hilafına değil. Bir de şöyle bir yorum yapılıyor ‘Türkiye rejimle uzlaşacak dolayısıyla herkesi zorla Esad’a teslim edecek.’ Öyle bir şey yok. Geri dönüşler olur ama güvenli ve onurlu bir şekilde olur.”
Yani diyor ki Suriye muhalefetine; zaten uzlaşmak için rejimle görüşüyorsun; görüşmek zorundasın; ben de bu süreci kolaylaştırmak üzere masaya oturacağım. Merak etme, kendi çıkarlarım uğruna seni satmayacağım.
Suriye muhalefetini sakinleştirmeye dönük mesajlar bunlar.
Bilemem dinlerler mi? Umuyorum AK Parti iktidarı kendi elleriyle bir canavar yaratmamıştır. İşte böyle; başkalarının içişlerine karışınca, hatta işi iktidar devirmeye kadar götürünce, büyük bedeller ödemeni gerektiren durumlarla karşılayabiliyorsun.
Tüm bunlardan yola çıkıp, Suriye ile normalleşmeye karşı çıktığım anlaşılmasın. Geç bile kalındı.
Burada altını çizmek istediğim hiç hatırdan çıkarmamamız gereken bir nokta var:
AK Parti iktidarı önce kendi elleriyle bozuyor; sonra düzeltmeye kalktığı için herkes alkışlasın istiyor. Sandığa giderken de “bak bunu düzeltmek için benden daha iyisini bulamazsın” diyecek. Peki toplum, “bozduklarının” hesabını soracak mı sandıkta?
Barçın Yinanç kimdir? Barçın Yinanç, 1968 yılında doğdu, ODTÜ Uluslararası İlişkiler Bölümü'nü bitirdi. 1990'da stajyer olarak başladığı Milliyet Ankara Bürosu'nda 10 yılı aşkın bir süre diplomasi muhabirliği yaptı. Ardından televizyon haberciliğine geçerek önce TV8, sonra CNN Türk Ankara Bürosu'nda çalıştı. Türkiye-ABD, Türkiye-AB ilişkilerinin yanı sıra Kafkaslar'dan Ortadoğu'ya, geniş bir coğrafyada Türk dış politikasıyla ilgili gelişmeleri takip etti. Çok sayıda yabancı hükümet yetkilisiyle söyleşiler yaptı, BM, NATO ve AB gibi uluslararası kuruluşların zirvelerini, perde arkası gelişmeleri yerinden haberleştirdi. 2004 yılında İstanbul'a yerleşti, CNN Türk ve Referans gazetesinin ardından İngilizce yayımlanan Hürriyet Daily News'da (HDN) çalışmaya başladı. Haber koordinatörü, yorum sayfası editörü olarak çeşitli görevler aldı; 2010'dan başlayarak on yıl boyunca gazetenin pazartesi söyleşilerini gerçekleştirdi. Bu süre boyunca dış politika analizlerini yazmaya devam etti. Pek çok uluslararası düşünce kuruluşunun toplantılarına konuşmacı, kolaylaştırıcı olarak katılıyor, yabancı yayın organlarının yayınları için yorumlar yapıyor. AtlatmaHaber adlı podcast serisini hazırlayan Yinanç Diplomasi Muhabirleri Derneği, Uluslararası Kayak Kayan Gazeteciler Derneği (Ski Club of International Journalist) ve Dış Politikada Kadınlar platformunun üyesi. Son yayını; Women, Peace and Security Agenda in Turkey and Women in Diplomacy: How to Integrate the WPS Agenda in Turkish Foreign Policy (Türkiye'de Kadın, Barış ve Güvenlik Ajandası-Diplomaside Kadın: Türk Dış Politikası'na Kadın, Barış ve Güvenlik Ajandası nasıl dahil edilir) başlığını taşıyor. Aralık 2020'de itibaren T24'te yazan Barçın Yinanç, T24 ekranında da, her hafta Metin Kaan Kurtuluş'la birlikte "Dış Politika ile İçli Dışlı" adlı programı yapıyor. |