2021 yılında Türk dış politikasına dair bir kehanette bulunmak gerekirse, Türkiye'nin ABD-AB blokuyla kritik bir çoklu müzakere sürecine gireceğini söyleyebiliriz.
ABD ile yapılacak pazarlıklar sadece Türkiye'nin Rusya'dan aldığı S-400 hava savunma sistemi üzerinden değil, Kafkaslardan, Ortadoğu'ya, hatta Çin'e kadar uzanan stratejik/ekonomik konuları kapsarken, Avrupa Birliği'yle yapılacak görüşmelerle birlikte, demokratikleşme ve insan hakları konularının da bu çoklu müzakerelerin parçası olması beklenebilir.
Türkiye ile Batı ittifakı arasında başlayacak bu büyük uzlaşı arayışı Amerika'daki yeni yönetim ile Rusya ve Çin arasındaki stratejik rekabetin gölgesinde gerçekleşecek. Rusya'nın ve hatta Çin'in bu pazarlığı çok yakından izleyip, müzakerelerin gidişatını etkilemeye çalışacağına hiç kuşku yok.
Dolayısıyla, bu çoklu pazarlıkta Türkiye global düzende nerede yer alacağına dair bir kırılma noktasına mı gidecek yoksa çok kutuplu bir dünya düzeninde global aktörlerle ilişkilerini sağlıklı bir dengede tutmayı başarabilecek mi; gelecek yıl yanıtını arayacağımız soru bu olacak.
Her şeyden önce seçimleri kazanan Joe Biden ve ekibi Türkiye'yle en azından ilk aşamada kavga etmeye gelmiyor. Yönetimler iktidara sorunları çözmek vaadiyle gelirler, daha da çetrefil hale getirmek için değil. Ankara'dan da diyaloğa dönük mesajlar veriliyor.
Yeni yönetimin görevi resmen devralmasından sonra, Ankara ve Washington'un kapsamlı bir diyalog süreci için kolları sıvaması muhtemeldir.
Tarafları en çok zorlayacak konu elbet S-400'ler olacak.
Kongre'nin baskısıyla Trump yönetiminin giderayak imzaladığı yaptırımlar Biden'ın elini hem kolaylaştırdı hem güçleştirdi. Kolaylaştırdı, çünkü göreve gelir gelmez yaptırımları imzalamak zorunda kalsaydı ilişkilere kötü bir başlangıç yapmış olacaktı. Güçleştirdi, çünkü Kongre yaptırımların kaldırılmasının koşullarını daha da zorlaştırdı. Eskiden S-400'lerin aktive edilmemesinin bir seçenek olarak masaya gelebileceği konuşulurken, Kongre yaptırımların kaldırılması için S-400'lerin Türkiye'nin mülkiyetinden çıkarılması şartını getirdi.
Buna rağmen bir formül bulunabilir mi? Bir seçenek NATO çerçevesinde varılacak uzlaşma olabilir. Zaten Türkiye de başından beri NATO'yu adres gösteriyor. Biden'ın da NATO ile daha yakın bir işbirliğine girmesi bekleniyor,
NATO'da görev yapmış Türkiye'nin üç büyükelçisinin 16 Aralık'ta İngilizce yayımladıkları makalede önerdikleri formül kabaca şöyle: NATO'ya S-400'lerin aktive edilmeyeceğine dair verilecek denetlenebilir vaat karşılığında ABD F-35'ler de dahil yaptırımları kaldırırken, NATO ittifakı Türkiye'nin geniş bir teknoloji transferi altında ortak üretimle füze savunma sistemini oluşturacak bir anlaşmaya destek olur.
AKP hükümeti S-400'leri aktive etmeme karşılığında füze savunma sistemini çok daha etkin bir şekilde kurgulama imkânına kavuşursa, bu kararını kamuoyuna daha kolay anlatabilir. Tabii pazarlıklar sırasında yapılacak al-ver, birazdan bahsedeceğim ekonomi konuları da dahil, savunma alanıyla sınırlı kalmayacaktır.
Bu arada Biden'ın da Türkiye'yi güvenilmez müttefik olarak gören Kongre'yi ikna etmesi gerekecek. Bu noktada da Türkiye'nin en önemli kozu NATO'ya katkıları olacak. Biden bir yandan Çin'le rekabet ederken, hem Rusya'yı dengeleme hem de IŞID gibi terör örgütleriyle mücadele etmek için NATO müttefiklerinin daha fazla elini taşın alına koymasını isteyecektir.
ABD'nin Suriye eski temsilcisi James Jeffrey birkaç gün önce Türkiye'nin NATO'ya katkısının Almanya'dan çok daha fazla olduğunu söyledi.
Bu çoklu müzakere sürecinin en kritik noktasını yıllar içinde giderek daha da keskinleşen güvensizliğin temelindeki konular oluşturacak. ABD'nin Suriye'de YPG'ye verdiği destekten Fethullah Gülen'e yaptığı ev sahipliğine, tarafların eteklerindeki taşları dökmesi, ilişkilere reset atmak için iyi bir fırsat yaratabilir.
Tüm bu süreçte Türkiye'nin elini doğru oynaması gerekiyor. Covid-19 pandemisi nedeniyle Çin'e olan bağımlılığı fark eden Batılı ülkeler, kendilerine coğrafi olarak daha yakında yer alan alternatif tedarikçiler arayışında. Bu anlamda Türkiye'nin en önemli kozlarından biri uluslararası tedarik zincirinde güvenilir bir ortak olarak kendini lanse etmesi olabilir.
Bu da hem ABD hem de AB ile ilişkilerde iş dünyasının sıkça gündeme getirdiği gibi bir fırsat kapısını arayabilir. ABD'yle yapılacak pazarlıklar paralelinde Türkiye AB ile de bir müzakere sürecine girecek. AB 11 Aralık zirvesinde Türkiye'yle ilişkilerde ABD ile eşgüdüm arayışında olacağı mesajını verdi.
AB-ABD eşgüdümü Türkiye'nin yararına işleyebilir. Biden Yunanistan ve Kıbrıs Rum Kesimi'ne yakınlığını Doğu Akdeniz sorununda karşılıklı tavize dayalı bir çözümde Rum-Yunan ikilisini ikna etmek için kullanabilir.
Öte yandan Türkiye'nin demokrasi, hukuku üstünlüğü gibi alanlarda sözde değil özde yapacağı bir reform atılımı, hem ABD ile hem de AB ile ilişkilerin önünü açabilir.
ABD ve AB ile yapılacak paralel çoklu müzakereleri Rusya çok yakından izleyecek, hatta sabote etmeye çalışacaktır. Bunu şimdiye kadar yanaşmadığı S-400'lerle ilgili teknoloji transferine dair açılımlar veya Suriye'de yada Libya'da Türkiye'yi sıkıştırma yoluyla yapacaktır.
Türkiye'nin özellikle kuzey komşusunu karşısına almadan, başta Rusya ve Çin gibi global aktörle ilişkilerini, Batı ittifakıyla ipleri koparmadan tersine ittifakın içindeki konumunu güçlendirerek, geliştirme becerisini göstermesi gerekecek.
Fazla özgüven yada hesap hatasıyla Türkiye'nin elini kötü oynaması, başta Washington, muhataplarının süreci kötü yönetmesi, üstüne PKK ya da Rum kesimi gibi devlet yada devlet dışı aktörlerin sabotaj tuzaklarına düşülmesi, tüm bunların Türkiye'yi stratejik bir tercih, bir kırılma noktasına getirmesi ise çok sıkıntılı senaryoların gündeme gelmesi demek olur.