Alman sosyal demokratların lideri Olaf Scholz'un bugün Alman meclisinde yapılacak oylama ile başbakanlık görevine resmen seçilmesi bekleniyor. Sosyal Demokratlar, Yeşiller ve Liberaller'den oluşan koalisyon hükümetinin fiilen göreve başlayacak olması ile Almanya'da yeni bir dönem başlayacak.
Avrupa'nın en önemli ülkesi ile Türkiye'nin ilişkileri yeni dönemde nasıl bir seyir izler?
Özet yanıtımı vereyim: Kısa vadede ilişkilerde kriz potansiyeli yüksek. Orta vadede ise Türkiye'nin demokratik reform sürecine dönmesi durumunda sadece Almanya'yla değil Avrupa Birliği ile ilişkilerin de olumluya dönmesi kuvvetle muhtemel.
Herkes Almanya'da bir dönemin bitip, yeni bir dönemin başladığından bahsediyor. Kabine'nin yarısının kadın olmasına, meclisteki milletvekillerinin yaş ortalamasına, esrar satışının serbest bırakılmasından, kürtaj yapan doktorlara uygulanan reklam yasağının kaldırılması gibi koalisyon protokolünün bazı maddelerine bakınca da Almanya'nın yeni bir döneme adım attığını görmek mümkün.
Ancak Almanya devlet olarak da toplum olarak da radikal değişimi sevmez denir. Almanlar için değişimin yavaş olanı muteberdir.
16 yıllık Angela Merkel dönemi bitti deniyor ama unutmayalım ki bu 16 yılın 12'sinde Sosyal Demokratlar iktidar ortağı idi. Olaf Scholz başbakan yardımcısı ve maliye bakanı iken dışişleri bakanlığı da Sosyal Demokratlar'da idi.
Buna karşın Almanya'nın dış politikasına ve Türkiye'yle ilişkilerine Merkel damgasını vurdu. Muhafazakâr Merkel'le Sosyal Demokratlar'ın göçmen hakları ve Türkiye'nin AB üyeliği konusunda birbirinden uzak olmalarına karşın özellikle Türkiye politikalarında görüş ayrılığı yaşadıkları söylenemez.
Hatta körle yatan şaşı kalkar misali; 2017'deki seçim programında Türkiye'nin üyelik müzakerelerinin devamına destek veren Sosyal Demokratlar, 2021 seçim programında üyelik sürecinden hiç bahsetmeyip, Türkiye - AB diyaloğu önemlidir demekle yetindiler.
Bu durumda iki noktaya dikkat etmek gerekiyor: Her yiğidin bir yoğurt yiyişi vardır; yıllardır ikinci kaptanlık yapan Scholz dümene geçince farklı bir performans sergileyebilir.
Ankara'da devlet kademesinde Scholz'la ilgili çok net bir kanaat yok. Özellikle Maliye Bakanlığı'nda olması nedeniyle kendisiyle temas çok sınırlı kalmış. "Ne uzar ne kısalır" türünden bir siyasetçi dedi bir kaynağım.
Bu durumda bakılacak ikinci nokta diğer koalisyon ortakları.
Dışişleri Bakanlığı'na Yeşillerin Eş Başkanı Annalena Baerbock gelecek. Baerbock'un Türkiye'ye bakışına dair de çok fazla bilgi yok. Ancak kabinedeki iki isim; Tarım Bakanlığı'na gelen Cem Özdemir ile Kültür Bakanlığı'na gelen Claudia Roth; Türkiye'yi çok yakından tanıyan iki isim. 1990'ların ortalarında Türkiye'den bir devlet bakanı tarafından alenen "fahişe" diye hakaret edilen Roth; en son Gezi olaylarında da yoğun biber gazına maruz kalmıştı. Her ikisinin de Ankara'da devlet kademesinde sicilleri parlak değil.
Cem Özdemir özellikle Ermenilerin soykırım iddialarının Alman parlamentosunda kabulünde oynadığı rol nedeniyle mimlenmiş durumda. Görev aldıkları bakanlıklar Türkiye ile ilişkilerde belirleyici olmadığı için eminim iktidar kanadı rahat bir nefes almıştır.
Öte yandan Yeşillerin insan hakları ve demokrasi alanındaki hassasiyetleri nedeniyle Türkiye'ye dönük eleştirilerinde daha güçlü ses çıkaracakları kesin. Genç Dışişleri Bakanı Baerbock federal devlet kademesinde tecrübesi az olduğu için, söylemlerinde ne kadar diplomatik olacaktır, bugünden tahmin yürütmek zor.
Cem Özdemir ve Claudia Roth'un kendilerine Türkiye konusunda soru yöneltildiğinde, "Bizim alanımız değil" deyip topu dışişleri bakanına atmaları düşük ihtimal. Türkiye alerjisi yüksek Alman basınının Yeşilleri ve Liberalleri Türkiye aleyhine demeç vermek için sıkıştırmaları mümkün.
Normal şartlarda cumhurbaşkanının bakanları muhatap almayıp Türkiye'ye eleştirel demeçleri görmezden gelmesi beklenir ama normal şartlarda değiliz. Cumhurbaşkanının diplomatik krizlerden beslenmeye ne kadar hevesli olduğu düşünülürse, kısa vadede demeçler üzerinden dönemsel krizler yaşanması yüksek ihtimal.
Öte yandan iktidarı Almanya'ya yüklenme konusunda frenleyecek bir unsur ekonomideki vahim gidişatsa, bir diğeri de yeni hükümetin göçmenler konusundaki olumlu yaklaşımı olacaktır. 3 milyon civarında Türkiye kökenlinin yaşadığı Almanya'da koalisyon çifte vatandaşlığı mümkün kılmak ve vatandaşlığa geçişi kolaylaştırmak konusunda anlaştı. Bu elbette Türkiye'yi memnun edecek bir gelişme. Ancak bu yeni göçmen politikasının, iktidarın Almanya karşıtlığı üzerinden ülkedeki "Türkiyeli seçmenleri" AK Parti lehine mobilize etme imkanını zayıflatacağını not düşeyim.
Koalisyonun üçüncü ortağı liberallere gelirsek; onların Türkiye bakışı da kısa vadede olası olumsuz senaryoları besler nitelikte.
Liberaller, "Cumhurbaşkanı Erdoğan gibi otoriter bir şekilde yönetilen Türkiye, Hür Demokratların gözünde AB'ye aday olamaz," ifadesiyle seçim programında başka bir ülkenin liderini hedef alarak, uluslararası ilişkilerde çok tanık olmadığımız bir uygulamaya imza attılar.
Her ne kadar Yeşiller ve Liberallerin varlığı iktidarda huzursuzluk yaratmış olsada, bu üçlü koalisyon uzun vadede Türkiye açısından bir şans olabilir.
Yeşillerin seçim programında yer alan "Türkiye demokrasi ve hukukun üstünlüğüne dönüş yaparsa hedefimiz AB üyelik görüşmelerini başlatmak" ifadesi önemli.
Koalisyon protokolü doğal olarak Türkiye konusunda bir uzlaşı üzerine kurulu, verdiği mesaj net: Türkiye'deki demokratik gidişat nedeniyle üyelik görüşmelerinde adım atılmayacak.
Ancak protokolde Türkiye'nin üyelik sürecine kapıyı kapatan bir ifade de yok. Yani Türkiye'de demokratik reform programına inandırıcı şekilde dönüş yapacak bir iktidar olması durumunda, Almanya'daki mevcut hükümetin, AB'ye üyelik görüşmelerinin canlandırılmasına karşı çıkması zor. Türkiye'nin insan hakları ve hukukun üstünlüğü konusunda atacağı adımlar Almanya'da karşılık bulur ve bu da ilişkilere olumlu yansır. Orta vadeden kastettiğim elbet 2023 seçimleri. Bilmem anlatabildim mi?