Audite et alteram partem.
"Öbür tarafı da dinle" anlamındaki bu Latince deyim, adaletin temel direği kabul edilir. Bugün öyle yapalım ve yüksek faize karşı çıkan, Merkez Bankası'nın faizi artırmaması gerektiğini savunan görüşe bakalım. (Konuyla ilgisi olmayan bir bilgi: Otomobil markası Audi de adını bu deyimden alır.)
Merkez Bankası'nın geçtiğimiz hafta yaptığı kritik toplantı öncesinde Reuters ve Anadolu Ajansı'nın anketlerine katılanların tamamı (ki içlerinde Türkiye ve dünyanın en büyük yatırım kuruluşları vardı), politika faizinin 100 ila 300 baz puan arasında artırılacağını tahmin etmişti. Neden? Çünkü rasyonel bir ekonomi yönetiminin faizi artırması gerektiğini düşünüyorlardı. Basit bir sebeple: Enflasyon yüzde 11.75, Merkez Bankası'nın politika faizi ise yüzde 10.25'ti. "Faiz enflasyonun altındayken kimse TL'ye yatırım yapmaz. Faiz artmazsa dolardaki yükseliş devam eder. O nedenle Merkez Bankası faizi artırmak zorunda" diye düşünüyorlardı.
Ekonomi, doğa bilimleri gibi kesin kanunları olan bir bilim değil, hatta bir bilim olup olmadığı bile tartışmalı. Başka konular gibi faiz meselesinde de tek doğru yok. T24 okurları arasında bile muhalif olmalarına rağmen, faiz konusunda iktidara yakın görüşleri paylaşanlar bulunduğunu biliyorum. İhracatçı olduğunu belirten bir okur geçtiğimiz haftalarda bana şöyle yazmıştı mesela: "Mevcut iktidarın ekonomi yönetiminde birçok hata yaptığını kabul ediyorum. Bununla birlikte yüksek faize ben de karşıyım. Faizden iyi bir gelir elde ediyorsam niye risk alıp işi büyüteyim, istihdamı arttırayım?"
İktidar da faiz artışına karşı. Bunu zaten biliyorduk ama geçtiğimiz hafta bir kez daha emin olduk: Dünyanın ve Türkiye'nin en büyük yatırım bankalarının beklentilerinin aksine Merkez Bankası politika faizini artırmayarak yüzde 10.25'te sabit bıraktı.
İktidar yüksek faize neden karşı? Bunun dini nedenleri olduğuna şüphe yok. Ama tek sebep dini değil, siyaset de iktidarı buna zorluyor. İşsizlik tarihin en yüksek seviyelerinde. Buna bağlı olarak iktidarın oyları güneş görmüş kardan adam gibi eriyor. Konda Genel Müdürü Bekir Ağırdır geçtiğimiz günlerde, AKP'nin çekirdek oylarının yüzde 25'e indiğini söyledi. Erdoğan'ın, ekonominin canlanmasına, yatırımların artmasına ekmek su gibi ihtiyacı var.
T24'ün ihracatçı okuru ne diyordu? "Faizden iyi bir gelir elde ediyorsam niye risk alıp işi büyüteyim, istihdamı arttırayım?" Erdoğan da böyle düşünüyor: "Faizi artırırsak kimse yatırım yapmaz. İşsizlik azalmaz. AKP'nin oylarındaki düşüş sürer."
Son günlerde iktidar çevrelerini dinlediğinizde, dolardaki artışın pek bir kıymeti harbiyesinin olmadığını, öncelikli meselenin Türkiye ekonomisinin rekabet gücü olduğunu duyuyorsunuz. Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak, Ahmet Hakan'ın programında şöyle dedi: "Eski model, yüksek faiz, değerli kur, ve ithalata bağlıydı. Böyle bir ekonomi sürdürülebilir değil. Türkiye'de rekabetçi kurla ithalata değil ihracata yönelik bir dönüşüm var. Önemli olan kurun seviyesi değil, rekabetçi olup olmadığı. Şimdi Türk Lirası çok daha rekabetçi."
Berat Albayrak isim vermiyor ama "Yüksek faiz, değerli kur ve ithalata bağlı eski model" derken AKP'nin ilk dönemini, yani Ali Babacan'ın ekonomiden sorumlu bakan olduğu dönemi kastediyor.
Berat Albayrak'ın görüşlerine benzer görüşleri bir süredir Rasim Ozan Kütahyalı da savunuyor. Kütahyalı, Merkez Bankası'nın toplantısından bir gün önce şöyle yazdı:
"Eğer Merkez Bankası yarın ciddi bir faiz artışına giderse bir çuval inciri berbat eder. Israrla söylüyoruz ki; değerli TL demek değersiz bir Türk ekonomisi demektir. Üretimin ve imalatın azalmasıdır. Bu ülkenin yeniden ithalat cenneti olmasıdır. Değerli TL ister istemez mecburi olarak fabrikaların kapanması ve o arsalara inşaat rantı amaçlı projelerin yapılması demektir."
Değerli TL'ye veya Berat Albayrak'ın sözleriyle "Yüksek faiz, değerli kur ve ithalata bağlı eski model"e karşı çıkanlar, iktidar ve ona yakın yazarlardan ibaret değil. Sözcü yazarı Ege Cansen de Berat Albayrak'ınkine yakın görüşlerle TL'nin değerlenmesini hedefleyen ekonomi politikalarına (ki bunların başında yüksek faiz geliyor) karşı çıkıyor. Geçtiğimiz günlerde katıldığı bir televizyon programında Rasim Ozan Kütahyalı'nın faiz artışına karşı çıktığı yazısını çok önemli bulduğunu belirtti. Sözcü'deki köşesinde de, "Berat Albayrak'ın, 'Döviz kuru benim için hiç önemli değil. Sanayi sağlam, üretim sağlam' demesi ayaküstü verilmiş bir savuşturma cevabı değilmiş. Meğer bu ifade ekonomide 'devrim manifestosu' imiş… Haberi duyunca çok sevindim. Yıllardır boşuna nefes tüketmemişim, dediklerim nihayet yankılanma yaptı" diye yazdı.
Ne demiştik, Audite et alteram partem. Öbür tarafı dinledik, Merkez Bankası'nın geçen hafta beklentilerin aksine faizi neden artırmadığını öğrendik.
Peki "öbür taraf" haklı mı?
Ege Cansen, Berat Albayrak ve Rasim Ozan Kütahyalı'nın Ali Babacan dönemine getirdikleri üstü örtülü eleştiride haklılık payı var. Değerli TL'nin Türkiye'yi ithalat cenneti yaptığını sadece onlar değil, sol eğilimli iktisatçılar da söylüyor. (Prof. Dr. Erinç Yeldan'ın bu konuda sağlam bir incelemesini okuduğumu hatırlıyorum mesela.)
Ama biraz önce dediğim gibi ekonomide, fizik gibi her zaman ve koşulda geçerli doğrular yok. Değerli TL'nin 2010'da Türkiye'yi ithalat cenneti yapması, 2020 Türkiye'sinde "Dolar ha 7 TL ha 8 TL olmuş, ne fark eder?" görüşünü savunanların haklı olduğu anlamına gelmez. Çünkü her şeyden önce aradan geçen sürede reel sektör gırtlağına kadar borçlandı. Ve borcun yarısı döviz cinsinden. Şirketler, vatandaşlar borçlandığında dolar 3.5-4 TL'ydi. Şimdi (neredeyse) 8 TL. Nasıl ödeyecekler? Matbaacı bir arkadaşım var. Yüz bin Euro'luk matbaa makinesini aldığında Euro 4 TL'ydi. Bugün 9.5 TL. İflasın eşiğinde. Yanında 9-10 kişi çalışıyor. O iflas ettiğinde hepsi işsiz kalacak. Aynı durumda on binlerce şirket var. Dolardaki yükseliş reel sektörü iflasın eşiğine getirdi.
Ayrıca TL'deki değer kaybının Türkiye'nin ihracat yeteneğini artırdığı iddiası da bir şehir efsanesinden ibaret. Sanayiciler üretim yapmak için ithalat yapmak zorunda. Dolar arttığında sanayi ürünlerinin maliyeti de artıyor. Bu konuda yapılmış pek çok akademik araştırma var. Çok ileriye gitmeye gerek yok, Merkez Bankası uzmanları Dilara Ertuğ, Pınar Özlü, Utku Özmen ve Çağlar Yüncüler'in bu yıl yayınladıkları "Geçişkenlik dinamiklerinde ithal ürünlerin rolü" başlıklı makale, sanayi üretiminde ithalatın payının yüzde 72'ye kadar çıktığını gösteriyor.
Özetle, "Dolar yükselirse Türkiye'nin ihracat gücü artar" tezi doğru değil. Dolar yükselince enflasyon ve sanayicinin maliyeti artıyor. Faiz konusunda iktidarla aynı düşünceyi paylaştığını belirttiğim T24 okuru, dolardaki yükseliş konusunda şöyle diyordu:
"Döviz kur artışlarının sanıldığı gibi ihracata olumlu yansıması olmuyor bizim tarafta.
Aldığımız malzemelerin çoğu euro ve dolar fiyat listesine sahip, günlük kurdan fatura kesiliyor.
Hatta ödemeleri direkt o kur ile yapıyoruz.
TL satış yapan firmalar da döviz kurunun artışından daha fazla zam yapıyor zarar etmemek için veya sık sık fiyat listesi değiştiriyor.
Yani Türk firmalarının rekabet gücü artmıyor, en azından bizimki artmıyor.
Hatta tam tersine ithalat azaldığı için tırlar boş dönüyor ve tırların dönüş bedellerini de biz ödemeye başladık.
Yani 2100 euro olan tır 2800 euro oldu mesela.
Ben kurun artmasını veya azalmasını değil, stabil kalmasını tercih ederim o bakımdan."
Ekonomi yönetimi Merkez Bankası rezervlerinden 100 milyar doları bu nedenle satmamış mıydı zaten? TL stabilite kazansın diye... Ekonomi politikasında şimdi yapılan U dönüşünün sebebi ihracat gücünü artırmaktan çok rezervlerde para kalmaması ve oylardaki düşüş olmasın?