Müge’nin kocası üç ay önce işten çıkarıldığından beri kanepeden kalkmamıştı. Üç ay önce o gün, solgun ve korkmuş bir yüzle ve işyerindeki her şeyini bir kutuya doldurmuş halde eve geldi. Müge’ye “Sevgililer günün kutlu olsun” dedi ve kalp biçiminde bir çikolata kutusuyla bir şişe kırmızı şarabı mutfak masasına koydu. Kravatını çıkarıp onu da masaya bıraktı. “Bugün kovuldum. Sence şimdi bize ne olacak?”
Müge’yle kocası masaya oturup şarap içtiler ve çikolata yediler. Erkeğin ne yapabileceğini konuştular. Ama akıllarına hiçbir şey gelmedi. “Bir şey buluruz” dedi Müge. Yüreklendirici olmak istiyordu. Ama o da korkuyordu. Sonunda erkek bu meseleyi ertesi güne bırakarak uyuyacağını söyledi. O gece yatağını kanepeye yaptı ve bu olay olduğundan beri de her gece orada uyudu.
İşten çıkarılmasının ertesi günü, işsizlik yardımı almakla uğraşması gerekiyordu. Form doldurmak ve başka bir iş aramak için şehre inip İŞKUR’a gitti. Ama onun çalışma alanında ya da başka herhangi bir çalışma alanında iş yoktu. Orada dolanıp duran erkek ve kadın kalabalığını Müge’ye tarif ederken yüzü terlemeye başladı. O akşam kanepeye geri döndü. Bütün zamanını orada geçirmeye başladı, sanki, artık bir işi olmadığından yapması gereken şey buydu. Arada sırada bir iş olanağı için biriyle konuşması ve ayda bir işsizlik maaşını alması için PTT’ye gitmesi gerekiyordu. Ama geri kalan zamanda kanepeden kalkmıyordu. Orada yaşıyor gibi, diye düşündü Müge. Oturma odasında yaşıyor. Ara sıra Müge’nin marketten eve getirdiği dergileri karıştırıyordu; bazen de Müge içeri girdiğinde, cep telefonuna bakarken buluyordu onu. Kocası cep telefonunu ve dergileri kolayca uzanabileceği bir yerde, kanepenin önündeki sehpanın üstünde tutardı. O kahrolası kanepe! Müge’ye kalsa, bir daha ona oturmak bile istemiyordu. Geçmişte, sevişmek için oraya uzanmış olduklarını hayal edemiyordu. Sabahları erkek ondan önce kalkar ve tuvaleti kullanırdı. Sonra televizyonu açar ve kahve yapardı. Müge onun günün o saatinde iyimser ve neşeli göründüğünü düşünürdü. Ama Müge işe gitmek için evden çıktığı sırada, erkek kanepeye kurulmuş, televizyon da açık olurdu. Çoğunlukla akşamüstü eve döndüğünde televizyonu hâlâ açık bulurdu. Erkek kanepede oturuyor ya da yatıyor olurdu, üzerinde blucin ve flanel gömlek. Ama bazen de televizyon kapalı, erkek de elinde cep telefonuyla orada oturuyor olurdu.
“Nasıl gidiyor?” derdi erkek, Müge yanına uğradığında.
“İyi” derdi Müge. “Senden n’aber?”
“İyi.”
Her zaman ocakta Müge için bir demlik çayı sıcak tutardı. Oturma odasında, Müge büyük koltukta, o ise kanepede oturur, günün nasıl geçtiğini konuşurlardı. Çaylarını içerlerdi; sanki normal insanlarmışız gibi, diye düşünürdü Müge.
Müge işlerin acayipleşmeye başladığını bilse de, onu hâlâ seviyordu. İşi olduğu için şükrediyordu ama başlarına ya da dünyadaki diğer insanların başlarına ne geleceğini bilmiyordu. Bir keresinde işyerindeki bir kız arkadaşına kocası hakkında içini döktü; bir türlü kanepeden kalkmaması hakkında. Nedense, arkadaşı bunun çok garip bir şey olduğunu düşünüyor gibi değildi, bu da Müge’yi hem şaşırttı hem de üzdü. Arkadaşı, Adana’daki amcasından söz etti; amcası kırk yaşında yatağına girmiş ve bir daha kalkmamış. Ve çok ağlamış; her gün en az bir kere ağlamış. Kadın, Müge’ye, amcasının yaşlanmaktan korktuğunu tahmin ettiğini söyledi. Kalp krizinden filan korktuğunu tahmin ediyordu. Ama dediğine göre adam şimdi altmış üç yaşındaydı ve hâlâ nefes alıyordu. Müge bunu duyduğunda afalladı. Eğer bu kadın doğruyu söylüyorsa, adamın yirmi üç yıldır yatakta olduğunu düşündü. Müge’nin kocası otur biz yaşındaydı. Otuz bir artı yirmi üç eşittir elli dört. O zaman kendisi de ellili yaşlarında olurdu. Tanrım, bir insan ömrünün geri kalanını yatakta ya da kanepede geçiremezdi. Eğer kocası yaralı ya da hasta olsaydı veya trafik kazası geçirmiş olsaydı durum farklı olurdu. Müge bunu anlayabilirdi. Eğer böyle bir şey söz konusu olsaydı, katlanabileceğini bilirdi. O zaman erkek kanepede yaşamak zorunda kalırsa ve Müge’nin onun yemeğini oraya getirmesi, belki de kaşıkla ağzına vermesi gerekirse, böyle bir şeyin romantik bir yanı bile olurdu. Ama kocasına gelince; genç ve sağlıklı bir adamın bu şekilde kanepeye bağlanması ve tuvalete gitmek ya da sabah televizyonu açıp akşam kapatmak dışında oradan kalkmak istememesi farklı bir durumdu. Müge’yi utandırıyordu bu ve o tek sefer dışında bunu kimseye anlatmadı.
(Bugün Ocak ayı işsizlik oranı açıklanacak. Aralık’ta yüzde 13.5’e çıkan işsizliğin krizin etkisiyle Ocak’ta yeni bir rekor kırdığını göreceğiz. 4.3 milyonluk işsizler ordusu daha da büyüyecek. Ayda sadece bir kez gündeme gelen, ömürleri kanepede veya kahvede umutsuzca beklemekle geçen milyonlarca insan… Yukarıdaki öyküyü büyük Amerikalı yazar Raymond Carver, kendi ülkesi için yazmıştı. Can Yayınları’nın çevirisinden [“Katedral”, 2014] ben Türkiye’ye uyarladım. Amerika’da ya da Türkiye’de, 1970’lerde veya 2019’da, işsizlerin kaderi hep aynı. Aynı kanepe, aynı umutsuzluk… Aslında işsizlikten önemli sorun yok.)