Türkiye Sosyalist İşçi Partisi (TSİP) eski Genel Başkanı Ahmet Kaçmaz, hayatının neredeyse son otuz yılını geçirdiği Bodrum'da geçtiğimiz hafta 83 yaşında öldü. Ahmet Kaçmaz'ın ismini duymamış olabilirsiniz, ömrünün son dönemini adeta inzivada geçirdi, ne yaptığı, güncel olaylar konusunda ne düşündüğü bilinmiyordu. Oysa 1970'li yıllarda Türkiye'nin önde gelen sosyalist liderlerinden biriydi. TSİP özellikle dönemin öğretmen örgütü TÖBDER'de güçlüydü.
Kaçmaz eski bir inşaat mühendisiydi. Bir süre Devlet Su İşleri Müdürlüğü'nde, daha sonra STFA şirketinde çalışmış, 1974'te TSİP'in kuruluşuna katılmış, genel başkanlığa getirilmişti. Karizmatik biriydi. Ama liderlik taslamaktan, övülmekten hoşlanmazdı. 12 Eylül 1980 darbesinde yurtdışına çıkmış, partisini Almanya'nın Duisburg şehrinden yönetmeye çalışmıştı. 1980'lerin sonuna doğru İstanbul'da yayımlanan TSİP'in gençlik gazetesindeki kare bulmacalardan birine, artık kimin aklına geldiyse, Ahmet Kaçmaz'ın fotoğrafını koyup "Yukarıdaki parti liderinin ismi?" diye sormuşlar. Ahmet Kaçmaz buna kızmış, Almanya'dan telefonla arayıp, "Ben kimim ki, fotoğrafımı bulmacaya koyuyorsunuz!" diye çıkışmış. Türkiye'de alışıldık olmayan bu tavrı anlattıklarında hem şaşırmış hem beğenmiştim. Doğru yerde olduğumu düşünmüştüm.
1980'lerin sonunda TSİP'in gençlik yayınının bürosuna gidip gelmeye başlamıştım. Daha önce T24'te yazdığım gibi liseden Sartre ve Camus'nün kitaplarını yutmuş sıkı bir "varoluşçu" olarak mezun olmuştum. Üniversitedeki ikinci yılımda sosyalizme kaydım. Çevremde başka varoluşçu yoktu ve İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'ne üç tarzı siyaset, İslamcılık, ülkücülük, sosyalizm hakimdi. (Benim öğrenci olduğum dönemden AKP üç bakan çıkardı: Naci Ağbal, Efkan Ala, Selami Altınok.)
Bir süre sonra TSİP'in gençlik gazetesine yazmaya başladım. Bunda Ahmet Kaçmaz, Tektaş Ağaoğlu, Çağatay Anadol gibi TSİP liderlerinin çok sıkı entelektüeller olması kadar, gazete bürosunda tanıştığım bir kıza aşık olmamın da payı vardı.
Öğrenci eylemlerinde birkaç kez gözaltına alınınca yurtdışına çıkışım yasaklandı ve İngiltere'de akademik kariyer yapma planlarım suya düştü. O esnada Sovyetler Birliği çöktü. Savaşta Almanya yenilince Türkiye'nin yenilmiş sayılması gibi Sovyetler çökünce sol fikirler de dünyada yenilmiş sayıldı. Sosyalist çevrelere büyük bir hayal kırıklığı hakimdi. Haydar Kutlu ve arkadaşları Türkiye Birleşik Komünist Partisi'ni, Ahmet Kaçmaz ve arkadaşları da TSİP'i kapattılar. Herkes kendi yoluna gitti.
Kaçmaz Türkiye'ye döndükten sonra Bodrum'a yerleşti. Ömrünün son yirmi beş - otuz yılında münzevı bir hayat sürdü. Daha çok doğada zaman geçirdiğini, eşiyle uzun yürüyüşlere çıktığını, bitki topladığını duyuyorduk… Hayatının son döneminde hiçbir şey yazmamasının, hiçbir toplantıya katılmaması, geriye hiçbir şey bırakmamasının, adeta insanlardan saklanmasının nedeni neydi?
Onunla Almanya'da birlikte olan bir kişi, "reel sosyalizm"in çöküşü nedeniyle hayal kırıklığı yaşadığını ve birçok insandan daha dürüst davranıp kenara çekildiğini söylemiş. Bilmiyorum bu muydu gerçek sebep...
"Reel sosyalizm"in çöküşü, bir kuşak için çok ağır bir yük oldu. Sadece bir kuşak için mi? Biraz önce söylediğim gibi Sovyetler Birliği çökünce bütün dünyada sosyalist fikirler de yenilmiş sayıldı. "Kapitalizmin kazandığını, tarihin sonunun geldiğini" yazanlar oldu. O rüzgarda Avrupa'daki sosyal demokrat partiler geleneksel sol fikirleri bir kenara bıraktılar, İngiliz İşçi Partisi'nin eski başkanı Tony Blair'in liderliğinde, neo-liberal denebilecek bir çizgiye kaydılar.
"Değişmeyen tek şey değişim" demiş, Heraklitos. 2008-2009 küresel krizi her şeyi değiştirdi. Dev Amerikan bankalarının kağıttan bir gemi gibi battığı o krizde dünya 1929 benzeri bir buhranın eşiğinden devlet müdahalesiyle dönebildi.
Eşitsizliğin tarihte görülmemiş bir seviyeye ulaştığı, her şey piyasaya bırakıldığında dünyanın bir felakete sürüklendiği ortaya çıkmıştı. Sosyalizm yeniden rağbet görmeye başladı. Gençler İngiltere'de Jeremy Corbyn, Amerika'da Bernie Sanders gibi yaşları ileri ama ruhları genç sol liderlerin peşine takıldı. Sovyetler Birliği'nin çöküşü sosyalizmin güzel yüzünde nasıl derin bir yara izi bıraktıysa, 2008-2009 krizi de kapitalizmin cilasını döktü. Hayır, tarih bitmemişti.
2008 krizinde her şeyini yitiren bir kadının öyküsünü anlatan Nomadland'in bu yılki Oscar'da en iyi film ödülünü alması, bu rüzgarın Hollywood'a da ulaştığını gösterdi.
Yeni bir dönemin eşiğindeyiz. Hava alaca karanlık, günlerin neler getireceğini öngörmek güç. Daha eşitlikçi, özgürlükçü bir döneme değil Trump gibi demagoglar liderliğinde daha faşizan bir döneme gidiyor da olabiliriz.
Ahmet Kaçmaz ömrünün sonunda bunlarla ilgilendi, geçmişi bugünün, bugünü geçmişin ışığında değerlendirdi mi?
Bilmiyorum, bilmiyoruz.
Özgürlük, eşitlik, kardeşlik fikirlerini Türkiye'ye taşıyan bir kuşak yavaş yavaş tarih sahnesinden çekiliyor. Ahmet Kaçmaz'a teşekkür edelim ve saygıyla uğurlayalım.