128 milyar doların nereye gittiğiyle ilgili iktidar yetkilileri ve Merkez Bankası Başkanı'nın yaptığı açıklamalardan geriye ne kaldı? Satışların Merkez Bankası ile Hazine arasındaki bir protokol aracılığıyla yapıldığının doğrulanması dışında neredeyse hiçbir şey. "Doğrulanması" diyorum çünkü satışların protokol aracılığıyla yapıldığını bir yıldan fazla bir zaman önce T24'te yazmıştım.
Merkez Bankası Başkanı Şahap Kavcıoğlu ile Hazine ve Maliye Bakanı Lütfi Elvan protokolden söz etti ama içeriğini açıklamadıkları için ortaya bu sefer şehir efsaneleri çıktı: Protokol 128 milyar dolar satılsın diye yapılmıştı; hayır protokol başka amaçla yapılmış, sonradan 128 milyar dolarla ilgili madde eklenmişti… Bunlar doğru değil.
Protokol rezerv satışları için değil, Merkez Bankası'nın Hazine'ye sunduğu bankacılık hizmetlerine ilişkin olarak yapılmıştı. Biraz sonra göreceğimiz gibi rezerv satışına karar verildiğinde asıl amacından farklı kullanıldı. Bir anlamda protokol esnetildi.
Protokol, Merkez Bankası'nın Hazine'ye sunduğu bankacılık hizmetlerine ilişkin bir mutabakat metniydi. Hazine'nin dış borç ödemeleri, Merkez Bankası nezdindeki mevduatı gibi konularla ilgiliydi.
Aynı konuda daha önce de Hazine ve Merkez Bankası arasında çeşitli protokoller yapılmıştı. Yani 2017'deki protokol aslında belki de on küsur senedir çeşitli kereler farklı biçimlerde düzenlenmiş, yenilenmiş, bazen de değişikliklere uğramış bir metin. Bazı versiyonlarda imzaların orta kademeye kadar inebildiği söyleniyor. Aslında kamu kurumları arasında çokça örneği görülen bir düzenleme.
Protokol ilk yapıldığında amaç rezerv satışının önünü açmak değildi. Amaç aslında döviz satımı değil, alımıydı. Protokolden önce Hazine yabancı para ödemesi yapacak olduğunda Merkez Bankası'ndan döviz alıyordu. Protokol, Hazine'nin gerekirse piyasadan da (yani kamu bankalarından) döviz alımının önünü açtı. Alım tarafıyla ilgili bu düzenleme yapılınca Hazine'nin kendisine ait dövizi piyasada satabilmesi konusu da protokolde düzenlendi.
Tekrarlayacak olursak, protokol ilk yapıldığında amaç Merkez Bankası rezervlerinden satış yapmak değildi. Merkez Bankası Başkanı Kavcıoğlu'nun Anadolu Ajansı'na açıklaması da bunu teyit ediyor. Kavcıoğlu şöyle dedi: "Hazine Müsteşarlığı'nın TCMB (Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası) nezdindeki hesapları kullanılarak yapılacak döviz alım-satım işlemlerinin para ve kur politikaları çerçevesiyle uyumlu gerçekleştirilmesi için gerekli koordinasyonun sağlanmasına ilişkin esasların belirlenmesi amacıyla... protokol tesis edilmiştir." Bu cümlenin Türkçe meali: "Zaman zaman Hazine'nin döviz alım satım işlemleri oluyor. Bunlar Merkez Bankası nezdindeki hesaplarından gerçekleşiyor. Protokol, Hazine'nin piyasaların durumuna göre bu işlemi piyasadan da (yani kamu bankalarından da) yapmasının önünü açtı."
Hazine'nin kendi döviz alımını kendisinin yapması, doğal gaz ödemeleri için normalde Merkez Bankası'ndan alım yapan BOTAŞ'ın zaman zaman piyasadan işlem yapmasına benziyordu.
Rahip Brunson olayının etkisiyle doların patladığı 2018 ağustosunda Merkez Bankası'nın döviz satmaması, yani kamu bankalarının bir rol üstlenmemesi de, başlangıçtaki amacın rezerv satışı olmadığının bir göstergesi. Peki öyleyse Hazine aracılığıyla kamu bankaları üzerinden satışlar nasıl başladı?
2018 ağustosunda dolar patlamış, Merkez Bankası politika faizini yüzde 24'e çıkararak kanamayı bir ölçüde durdurmuştu. 2019 yılının mart ayında yerel seçimler vardı. İktidar seçime giderken piyasanın biraz canlanmasını, finansal koşulların gevşemesini istiyordu. Yüzde 24'lük politika faizi buna engel oluşturuyordu. Üstelik bir ara yüzde 24'lük faiz bile yetersiz kalmış, Merkez Bankası likiditeyi de sıkıştırmak zorunda kalmıştı. Bu şartlarda ilave bir faiz artırımı siyasi ve ekonomik intihar olurdu. İşte bu nedenle, yani para politikasında yer olmadığı için, piyasaları dengeleme hedefine yönelik olarak döviz satışı gündeme geldi. Dönemin Merkez Bankası başkanı rezerv satışına ikna edilemeyince bazı yöneticiler, meşhur protokolün lafzi açıdan Hazine'nin Merkez Bankası'ndan döviz talebine imkan tanıdığını iddia ettiler. Aslında bu yorum lafzen doğru ama protokolün ruhu ve amacı açısından yanlıştı. Fakat aranan gedik bulunmuştu. Protokole dayanılarak kamu bankalarına rezerv aktarılmaya ve oradan satış yapılmaya başlandı.
Hayır. Merkez Bankası yasası açık, rezervler bankanın yönetiminde. Hukuk hiyerarşisinde daha altta yer alan protokolle bu yetkiyi devretmek mümkün değil. İş akışı şöyleydi: Hazine Merkez Bankası'ndan talepte bulunuyor, aldığı dövizi bir kamu bankasına transfer ettiriyor ve satışlar oradan yapılıyordu. Bu hukuki anlamda bir yetki veya kaynak devri değildi.
Bu pek doğru değil. Kamu kurumları arasında bu tip protokoller hep yapılıyor ve kamuya açıklanmasının mantığı olmadığı için gün yüzüne çıkmıyor.
Bu da doğru değil. 2019 yılında dönemin Merkez Bankası Başkanı Murat Çetinkaya'nın kamu bankaları üzerinden rezervlerin satılmasına karşı çıktığını ve protokolü iptal ettirmeye çalıştığını daha önce yazmıştım. Çetinkaya'nın 2019 yazında "Söz dinlemiyordu" denilerek görevden alınması sonrasında rezerv satışlarının daha güçlü ve net bir çerçeveye oturtulması için hazırlık yapıldı. Ve bir iddiaya göre 2019 eylülündeki Finansal İstikrar ve Kalkınma Komitesi'nde döviz satış işlemlerine dayanak oluşturan bir karar alındı. Karar Merkez Bankası'nı da bağlıyordu. Çünkü 18 Ocak 2019 tarihli Resmi Gazete'de yayımlanan kanun maddesine göre: "Finansal sistemin bütününe sirayet edebilecek ölçüde olumsuz bir gelişmenin Finansal İstikrar ve Kalkınma Komitesi tarafından tespiti halinde, üye kurum ve kuruluşların yetkileri dışında alınması gereken tedbirleri belirlemeye kendi görev, yetki ve sorumlulukları çerçevesinde Cumhurbaşkanı yetkili olup, ilgili bütün kurum ve kuruluşlar belirlenen bu tedbirleri derhâl uygulamakla yetkili ve sorumludur." Merkez Bankası, Finansal İstikrar ve Kalkınma Komitesi'nin üyesiydi.
Bunu Cumhuriyet yazdı. Geçen hafta sonu yayımlanan "128 milyar dolarlık rezervin eritilmesine dayanak gösterilen protokole Cumhuriyet ulaştı" başlıklı habere göre protokol, imzalandığı tarihten 22 gün önce yürürlüğe konulmuştu. Söz konusu maddeleri Cumhuriyet'e değerlendiren CHP'li Faik Öztrak, "Yasalar zorlanmış. Protokol, kanunun üstüne geçemez. Yürürlük tarihi, imza tarihinden geriye gidemez. Kılıf uydurmaya çalışmışlar" diyordu...
Fakat benim konuştuğum kaynaklar, kamuda bu durumla zaman zaman karşılaşıldığını, bazı kararların e-posta yoluyla paylaşılıp onaylandığını, ancak metinlerle ilgili müzakere, hazırlık ve imza süreçlerinin bazen gecikebildiğini, bu nedenle bu tarz yürürlük maddelerine rastlanıldığını söylüyor.