Sebepleri iki ana başlıkta özetlenebilir: A) Politikaları gittikçe sürdürülemez hale geldi; B) Mağduriyet Bayrağı’nı artık elden kaçırdı, hatta devretti.
***
Sürdürülemezlik katlanarak artıyor.
1) Siyaset: Devletin gayrimeşru dahil tüm imkanlarını seferber eden bunca çabaya rağmen bu kıl payı sonuç AKP’yi afallattı. Şimdi parti içi dahil, muhalefet yükselecek. Yükseldikçe Erdoğan baskıyı artıracak. Baskı artınca her türlü muhalefet güçlenecek.
Star yazdı bile: “Cumhurbaşkanı 80 milyonun değil, yüzde 51.4'ün temsilcisi” (*). Rüzgar dönüyor: Karşıyaka’da 'hayır' çıktı diye kulüp sponsorluğundan çekilmek isteyen Yaşar Holding, ürünlerine boykot başlayınca alelacele özür diledi (*).
Erdoğan bu kısır döngüye dalacak mı yoksa bunun çıkmaz sokak olduğunu anlayıp kendini toparlayacak mı? Maalesef, bizzat kendi partisindeki “ders alalım” havasına rağmen hiç toparlayacak gibi gözükmüyor. Çünkü bazı konularda mahkemeye çıkmamak için iktidarda kalmayı şart görüyor. Bunun için de korkutmaya devam edeceğe benziyor.
Zaten, dalacağını ilan etti: İdam referandumu yapacak. Söyledi: “Fırat Kalkanı son değil ilk operasyonumuz” (*) Yani, Aydın Engin’in dediği gibi (*) Yurtta İdam, Cihanda Harp. Bu arada; 57 devletten oluşan, Türkiye’nin kurucu üyesi olduğu, Türkiye tarafından davet edilen AGİT’in mühürsüz oylar raporu için şöyle dedi: "Önce haddinizi bilin… Onu siz külahımıza anlatın… Artık sür eşeği Niğde’ye" (*).
***
2) Ekonomi: Bu kavga ortamında ekonomiyi düşünün. İktidarda kalabilmek için daha önce yapmadığı bir biçimde seçim ekonomisine daldı. Seçmene bin bir rüşvet. Bütçe açığı roketlerken (*) kamuda KPSS’siz 27.000 memur kadrosu açtırmalar (*). Özel şirketlere “istihdam çağrısı” adı altında vaatle/tehditle işçi aldırmalar (*). Çağdaş bir ekonomi için elzem olan KDV’yi kaldırma söylemleri (*).
Şimdi, çok sıkıştığı için bunları devam ettirmesi şart. Şart ama mümkün değil. Çünkü seçim ekonomisi ancak seçimden bir-iki ay filan önce başlar ve seçimle biter; sürekli yaparsan ekonomi oyulur, ekonomi de seni oyar. Cehennemdeki Gayya Kuyusu’nun aksine hükümet bütçesi dipsiz değildir.
***
3) Siyaset ve ekonomiden sonra daha ne kaldı diyeceksiniz ama aslında en temel sebep kaldı: Erdoğan ile anakronizma kavramı arasındaki ilişki. Anakronizma, yani takvimini şaşırmak. Birinci Meşrutiyet’teki (1876) padişah yetkilerini 2017 yılında geri getirmeye çalışıyor. Irmağın akış yönünün tersine yüzüyor.
Bu sürdürülemeyeceği için de durmadan yeni mağduriyetler imal etmek zorunda: “Allah’ın lütfu” 15 Temmuz teşebbüsü, Hollanda’nın mis gibi yuttuğu zoka, şimdi de "Batı’da Haçlı zihniyeti, içeride de uşakları saldırdı" lafı (*).
Bu sonuncuyu da nerede söylüyor? Bırakın 1839 Tanzimat’ı, bırakın 1856 Islahat Fermanı’nı, bırakın 1876 ve 1908 anayasalarını, bırakın 1923 Cumhuriyet’i, bırakın 1950’de Tek Parti’nin tükenişini; matbaanın getirildiği 1718’den beri sürekli Batı’ya koşan bir ülkede söylüyor!
Yani, anakronizma zamanla ilgilidir ama burada sadece zaman değil, mekan bakımından da anakronik bir vaziyet var. Bundandır ki Erdoğan’ın hiçbir şeyi sürdürmesi mümkün değil. Ancak uzatabilir. Bir yandan iktidarını, bir yandan acı vermeyi.
***
Laf uzuyor ama mesele uzun. Gelelim şimdi en baştaki B şıkkına: Mağduriyet Bayrağı’nı artık elden kaçırmış, hatta karşıtlarına devretmiş oluşuna.
Bu galiba zurnanın zırt dediği delik. Çünkü bugüne kadar Erdoğan hep mağduriyet dalgası üstünde sörf yaptı. Ama artık dalga söndü. 15 yıllık iktidar sonucu mağduriyeti filan kalmamış olmasının üstüne, şimdi de YSK’nin intiharına yol açan bu inanılmaz “mühürsüz referandum” hadisesi güm diye oturup tüy dikti. Bu referandum (ve kendisinin Tek Adamlık hevesi) artık hep bununla malul kalacak.
***
Yukarıda boşuna demedim, “Bir yandan iktidarını, bir yandan acı vermeyi” diye. Bu ülkede Yargı’yı iktidarın vesayetine sokma felaketi son olarak da YSK’nin bu hallere düşmesine sahne oldu. Çok yazıldı ama iki kelimeyle özetlenmeyi hak ediyor:
YSK, referanduma günler kala bir video yayınlamış ve mühürsüz zarf ve pusulalarla kullanılan oyların geçersiz sayılacağını duyurmuştu. Çünkü 298 sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun’un 77, 98 ve özellikle de 101. maddeleri çok açık biçimde diyordu ki, çift mühürlü olmayan zarflar geçersizdir. Nitekim YSK yurt dışından gelen oylara bu referandumda uyguladı bunu (*). Fakat inanılmaz şey, oy sayımı sürerken açıkladı ki yurt içinde mühürsüz pusulalar geçerli sayılacaktır…
***
YSK bunu nasıl savundu? Önce, 2004 ve öncesi kararlarını örnek göstererek. Oysa o tarihlerde yasada mühür mecburiyeti yoktu; çifte mühür zorunluluğu 2010’da AKP’nin yaptığı değişiklikle getirilmişti (*).
Bunu tutturamayınca YSK 48 saat tereddütten sonra fevkalade ilginç bir gerekçeyle geldi (*). Mülkiye hocalarından Kerem Altıparmak’tan (*) alarak ibret-i alem olsun diye özetliyorum:
AİHS Ek 1. Protokol’ün 3. maddesi vatandaşların seçim hakkını korumaktadır, Anayasamızın 90/5 maddesi de uluslararası sözleşmeleri esas almayı emretmektedir, bu nedenle 298 sayılı yasanın [sahte oyları önlemeye yönelik] hükümlerini değil, AİHS hükmünü uyguluyoruz!
Böylece YSK, 298 sayılı yasanın fevkalade net olan hükmünü bir kenara atıyor ve Yargı’nın asla yapmaması gereken bir şeyi yapıyordu: Genelge çıkarıp yasa koyucunun yerine geçmek (*). Hem de AİHS’yi ve Anayasa 90/5’i alet ederek.
Türk ve büyük olasılıkla dünya hukuk literatüründe böyle fantastik bir gerekçe herhalde hiçbir kimsenin/kurumun aklına gelmemiştir. Bunu, Referandum bittikten 48 saat sonra düşünüp yayınlayanları kutlamak ve kendilerine Hukuk Nobeli veya Hukuk Oskarı diye bişey varsa bulup vermek gerekir.
***
İşte Erdoğan bütün bunların üzerinedir ki “Boşuna uğraşmayın, atı alan Üsküdar’ı geçti” dedi (*). Sonra ilave etti: “Önemli olan maçı almaktır” (*). Sanırım bunların Türkçe meali: YAPILMIŞ HİLENİN DAVASI OLMAZ.
Aynen “Allah’ın lütfu” biçimindeki post-darbe vecizesi gibi, bunlar da post-referandum vecizesi oldu. Nitekim Zaytung’un diline bile düştü: “YSK, sosyal medyadaki 'Evet' paylaşımlarının da referandum sonucuna ekleneceğini duyurdu.”
Tabii bir de, bütün bu “düzenleme”lerin, 'hayır' çıkması olasılığında referandumu iptal ettirmek için AKP’ce hazırlandığı iddiaları gündemde (*).
***
Ağlaşmayı bırakıp netice-i kelam’a gelelim:
Her şerde bir hayır varmış, bunda birkaç tane var.
Bu kılpayı “Evet” Erdoğan’a hiçbir şey kazandırmadı çünkü getirdiklerini anayasaya ve yasalara rağmen OHAL sayesinde zaten çatır çatır kullanıyordu. Üstelik kılpayı oluşu karizmayi yine fena çizdi. Hatta artık “her şey” elinde olduğu için bu sürdürülemez durumların faturası sadece kendisine kesilecek.
En ama en önemlisini söyleyeyim mi: Bu Korku Komedisi sayesinde dindar olan ve olmayan demokratlardan oluşan, CHP’nin de nihayet yer aldığı bir sivil toplum cephesi kuruldu. Erdoğan’ın rakipsizliği sona erdi. Bu blok, bütün bu inanılmazlıklar devam ettikçe güçlenerek devam edecek. En azından, Erdoğan’ın herkesle ve her şeyle kavgası bunun garantisi.
Fazla uzayan bu yazıyı artık bitirelim, ama Olay şimdi başlıyor.