Bizim siyasetçilerimizi, okumuş yazmışlarımızı dinlersek, “Toplumun derdi ekonomi, işsizlik, hayat pahalılığı falan, anayasa değil, zaten halk ne bilsin anayasayı, cebine girene bakar” kanaati yaygındır. Acaba gerçekten öyle mi? Ortalama eğitimi henüz 9 yılı aşmış, yani henüz temel eğitimi yeni geçmiş bir toplumun insanları anayasayı bilmez, böyle bir ihtiyacı fark edemez ve böyle bir talebi olamaz mı? İnsanlar yalnızca karnını doyuracak iş, başının üstünde bir çatı olsun, başkaca dertlerle ilgili değiller midir? İlkokul mezunu Sünni, Türk annem, iki evladını yitirdiği için Denizli’ye göç etmiş Kürt komşusunun çektiklerinden bihaber midir?
Evlerinize, ofislerinize temizliğe gelen, gündelik parasıyla kızını üniversitede okutmaya çalışan, neredeyse her gün kocasından şiddet gören Döne’nin, ülkenin eğitim sistemi üzerine, kadın meselesi üzerine hiç mi haklı ve yerinde bir talebi yoktur? Gebze’de oğlu kan kanseriyle boğuşan, mesleği ve eğitimi olmadığı için bir fabrikada meydancı olarak çalışan İlhami’nin çevre kirliliği, iş güvenliği, işçi örgütlenmesi üzerine bir fikri ve talebi yok mudur? Tarlada sebzesi maliyeti karşılamadığı için çürümeye bırakan çiftçinin tarımın meselelerinin, iklim değişikliğinin, tohumda, gübrede hatta tarımsal üretimde dışa bağımlılığın ne olduğu, neden olduğu hakkında bilgisi yok sayılabilir mi?
Galiba yeni anayasa konuşmaya başlarken kritik zihni eşik burada yatıyor. İnsanlarımızın kendi hayatlarına dair, kendi yaşadıkları çevreye ve koşullara dair deneyim, birikim ve bilgilerinin yeterli olduğu henüz kabul edilmediği gibi ihtiyaç ve talepleri konusunda manipüle edilebilecekleri varsayılıyor. Elbette her bir vatandaş bir hukukçunun veya siyasetçinin kelimeleri, kavramları, argümanlarıyla anayasa talebi söylemez. Sıkıntının, derdin ifadesinin ardından çözümü öneremiyor da olabilir.
Fakat vatandaşların devlet ve yönetim mekanizmalarındaki keyfiliğin, yolsuzluğun, adaletsizliğin, partizanlığın, hantallığın, verimsizliğin farkında olmadıkları düşünülemez. Yapılan her bir HES ile imara açılıp yandaşlara peşkeş çekilen orman ve tarım arazilerindeki yağmanın çevrelerinde ve doğada neleri değiştireceğini, bu değişenlerin hayatlarında neleri de değiştireceğini hissetmiyorlar, bilmiyorlar da olamaz. Her birimizin sokakta, gündelik hayatta yaşanan ve artmakta olan gerilimleri, öfkeyi, birbirini ötekileştiren ve giderek şiddete varan hal ve tavırların farkında olmadığımız da düşünülemez.
Şimdi gelinen noktada, eğer Altılı Masa gerçekten anayasayı değiştirmek istiyorsa altı “bilen” temsilcinin yazacağı anayasayı değil anayasa yapma sürecini nasıl yürüteceklerine dair ilkeleri oluşturmalı ve yayınlamalıdır.
Altılı Masa üzerinden bakılınca önlerindeki seçim ve sonrasında yeni anayasa yapım sürecinin siyasi düğüm noktaları şimdiden belli. Anayasanın nasıl olacağı, nasıl yapılacağı ve içeriğinin ne olacağı, siyasetin bu düğüm noktalarını nasıl aşacağına bağlı.
Altılı Masa’nın çözmesi gereken bu düğümlerin üç düzlemde oldukları görülüyor: Birincisi seçimi kazanabilmek, anayasayı yapabilecek siyasal ve sayısal güce ulaşabilmek, ikincisi anayasa yapım sürecinin nasıl yönetileceği, yeni anayasa çerçevesinde inşa edilmesi gereken kurum, kural değişiklik ve düzenlemelerini yapmak, üçüncüsü de tüm bu uzun süreç boyunca günceli, ekonomiyi, dış politikayı doğru yönetmek.
Altılı Masa’nın çözmesi gereken ilk düğüm anayasa talebi ve önerisinin toplumsallaştırılması. Altılı Masa’nın seçimi kazanabilmesi, hele anayasayı değiştirebilecek siyasal üstünlüğe ve güce ulaşabilmesi için yeni bir hikâyenin yeni anayasasına dair önerilerin toplumun büyük çoğunluğunca kabullenilmesi gerekiyor. Seçimi kazanmak yalnızca Erdoğan’a muhalefet, adayın ismi, gündelik ekonomik vaatler ve güçlendirilmiş parlamenter sistem vaadi ile mümkün görünmüyor. En azından bugün ve yayınlanan anketlere göre bu böyle. Bu sıkışmışlıktan kurtulmak, silkinmek için anayasa önerisini yeni bir dönemin kurumsal ve hukuksal çerçevesi olarak topluma anlatmak gerek.
Yeni anayasanın 2023 Türkiye’si için anlamı ve ihtiyaç duyulan şey bir yandan devletin ve yönetim düzeninin yeni baştan tanımlanması ve yapılandırılması, öte yandan da hukukun üstünlüğüne inancı zayıflamış, kutuplaşan, kimliklere sıkışan toplumun yeni bir büyük uzlaşmasının inşası ve “biz” duygusunun, “ortak ufka yürüyüşün azminin” oluşturulması.
Bunu başarabilmek için Altılı Masa önce şu kritik soruya cevap üretmek zorunda. Yeni anayasayı yazacak mıyız yapacak mıyız? Anayasayı yalnızca yazacaksak bunu yalnızca partiler ve hukukçular müzakere edebilir, uzlaşma üretebilirler. Meclis iyi bir anayasa yazabilir. Fakat amaç yeni anayasa yapmak ise siyasetçilerin ve hukukçuların çalışmasıyla bu sağlanamaz. Bunun yolu Türk-Kürt, Sünni-Alevi, muhafazakâr-seküler, solcu-sağcı tartışarak, birbirinin varlığını ve farklılığını öğrenerek, tanıyarak, yani gerçek bir “anayasa yapma süreci” yaşayarak olabilir.
O nedenle bizim en iyi hukuki kuralları yazmaya değil, yeni bir anayasa yapmaya ihtiyacımız var. “Yazılan” için Meclis’teki parmak sayıları yeterli olabilir ama “yapılan” için gereken parmak sayıları değil, herkesin kendini ait hissedebileceği, kendini yeni anayasada var hissedebileceği, yeni bir birbirini dinleme, tanıma, anlama, müzakere ve uzlaşma sürecidir.
Altılı Masa yeni anayasayı tam da bu yaklaşım ve söylemle anlatabilir, altı partinin de örgütsel güçleri gerçekten bu söyleme sahip çıkabilir, her bir köşe başında bunu vatandaşa anlatabilirlerse bu vaat seçimi kazanmalarını da gereken siyasal ve sayısal güce ulaşmalarını da sağlayabilir.
Yine Altılı Masa’nın kendi içinde bir zihni kabulden de kurtulması gerek. Sorun “Bir sabah uyandık ki yeni bir cumhurbaşkanımız varmış, tüm sorunlarımız da bitmiş” kabulünün yaygın olması. Keşke Altılı Masa anayasayı değil yeni uzlaşma sürecinin ilkelerini açıklayabilse.
Bu zihni düğümleri aşmak, yeni anayasanın içeriğinden çok yapım ve toplumsal katılım ilkelerini ilan ederek süreci vaat etmek seçimi kazanmanın önemli bir unsuru olabilir. Seçimden sonraki mesele ise anayasa yapım sürecini işletmeye dair kararlar, ilkeler, vaatler. Biliyoruz ki yeni anayasanın yapılabilmesi, denge-denetleme mekanizmalarını, güçler ayrılığının tesisi elbette çok önemli fakat sorunların sonu değil.
Aksine tüm hukuksal zihniyet ve yapının yeni anayasaya en kısa sürede uygun hale getirilmesi gibi uzun ve zorlu Meclis ve siyaset süreci olacak önümüzde. Yeni anayasanın yapım sürecinin, bizatihi sürecin kendisinin çözeceği sorunlar var, anayasanın kendisiyle çözülecek sorunlar var, yeni anayasanın üreteceği toplumsal ve siyasal iklimin çözeceği sorunlar var. Yani tüm sorunlarımız yeni ve ideal bir anayasayla beraber bir sabah çözülmüş olmayacak. Buradaki hata yeni anayasanın üreteceği toplumsal ve siyasal iklimin çözebileceği derinlikteki sorunları, yeni anayasa yapım sürecinin ön şartı haline getirmek.
Bu tür ön şartlar veya yüksek beklenti ifadeleri nihayetinde yeni anayasa “yapılmasın” demekle eşdeğer hale gelme riski taşıyor. Buna karşılık sürecin kendisinin çözebileceği sorunları da yarına ertelemek bir başka riskli alan. Önümüzde yaşanmış bir Şili örneği var. Seçimi büyük siyasal destekle kazanan muhalifler, kimi siyaset bilimcilerin dünyanın en ileri anayasa metni dedikleri, “bilenlerin” yazdığı anayasayı halka anlatamadılar ve referandumu kaybettiler.
Bu nedenlerle yeni anayasayı yapabilmek için öncelikli olarak iki mutabakata ve düzenlemeye ihtiyaç var. Öncelikle siyasetin ve ifade özgürlüğünün önündeki engeller en kısa sürede temizlenmelidir yani siyaset demokratikleştirilmelidir. Bir anayasa toplantısında söylediklerim nedeniyle bir savcının insafı içinde uygulanabilecek terörle mücadele kanununun olduğu bir ülkede, toplantıyı düzenleyen sivil toplum örgütünün kapatılıp kapatılmayacağını savcının insafına bırakmış dernekler ve vakıflar kanunlarının, toplantı ve gösteri yürüyüşleri kanununun olduğu bir ülkede vatandaşların ve sivil toplumun sürece etkin katılabilmeleri, katılmış sayılmaları mümkün değil. Siyaset yapmanın ve ifade özgürlüğünün önündeki tüm engeller bir “siyasetin demokratikleştirilmesi” düzenlemesiyle kaldırılmadan anayasa tartışmaları ve katılımcılık mümkün değil.
İkinci düzenleme anayasa uzlaşma sürecinin tanımlanması ve takvime bağlanmasıdır. Vatandaşların ve sivil toplumun sürece katılımı yalnızca siyasilerin insaf ve anlayışlarına bırakılmamalıdır. Sürece katılımın nasıl olacağı, değerlendirmelerin nasıl yapılacağı tanımlanmalıdır. Benzer şekilde karar süreçleri ve takvimi de yapılmalıdır.
Yeni anayasa hem devlet-birey mutabakatını yeniden düzenlemek durumundadır hem de toplumsal mutabakatı üretmek durumundadır. Birinci boyut bir bakıma teknik bir meseledir de, ikinci boyut ancak tüm toplum bu sürece dahil edilerek sağlanabilir. Bunun yolu birbirimizi dinlemekten, tanımaktan, tartışmaktan yani bilmekten geçiyor. Bu ise ancak hiç birimizin ne yasal ne toplumsal baskı ve kısıtlama hissetmeden sürece katılabilmemizle mümkündür.
Yeni anayasa yapımını bir toplumsal uzlaşma sürecine çevirerek toplumsal katılımı ve kabulü üretemeden yapılacak her yeni anayasa, tartışmaları bitiren değil yeni tartışma ve sorunlara yol açan anayasa olacaktır. Bu nedenle mesele yalnızca Altılı Masa’nın meselesi de değil hepimizin meselesidir. Hemen herkes yeni hayatı kendisinin özgürlük alanı üzerinden düşünüyor. Farklılıklarımızın olduğunu gördük, anladık belki ama o farklılıklarımızla bir arada ve iç içe yaşamanın gerektirdiği bilinci, kurumları ve kuralları oluşturamadık.
Siyasi partiler kadar sivil toplum örgütleri ve öncüleri hâlâ ve yalnızca kendilerinin değil, karşısındakilerin veya ötekilerin de haklı olabileceğini kabul etmekten uzak görünüyor. Aslında ihtiyacımız olan farklılıklarımızla birlikte ve iç içe bir hayatın kurallarını geliştirmeye çalışarak, birbirimizi etkileme süreç ve dinamiklerinin önünü açmak olmalı. Bu nedenle de esas olan bugün değil, yarınki hayat için ne düşündüğümüz, ne önerdiğimiz… Ama şunu unutmadan: O yeni kurallar bizi de dönüşmeye, değişmeye zorlayacak. Ve galiba sorun tam da burada… Hiçbirimiz değişmeye, dönüşmeye hazır değiliz ve hatta istemiyoruz da. Dolayısıyla bizleri temsil ettiğini düşünen partiler ve Altılı Masadakiler de değişmeye çabalamak yerine bildiklerini tekrarlamakla yetiniyorlar. O zaman da mesele, “Yeter ki cumhurbaşkanlığı seçimini kazanalım, gerisini biz biliriz” şekline dönüşüyor.
Bekir Ağırdır'ın bu yazısı, Oksijen gazetesinden alındı