Çözüm ve barışı inşa sürecinin önemli bir adımı daha geçildi bu hafta. Okur sürecin doğrudan içindeki, kenarındaki, dışındaki, karşısındaki aktörleri üzerine bolca yorum okuyor. Ben aktörlerden çok meseleye bakmanın, aktörler üzerinden değil mesele üzerinden pozisyon almanın daha doğru olduğunu düşünenlerdenim.
Aktörlerden daha çok toplumun, sade vatandaşın meseleye dair algılarına, beklentilerine bakmalıyız. Ve meseleyi var eden zihniyet haritalarının anlaşılması gerekiyor.
Barışı inşa ya da daha geniş tanımıyla değişim yalnızca aktörler üzerinden olmuyor. Çünkü meseleyi var eden yalnızca aktörler değil. PKK olduğu için Kürt meselesi var değil Kürt meselesi olduğu için PKK var. AK Parti var ve iktidarda diye bazı tartışmaları yapıyor değiliz toplumda ve gündelik hayatta bazı dip dalgalar olduğu için AK Parti var ve hâlâ bu denli toplumsal destekle iktidarını sürdürüyor.
Eğer barış birilerinin lütfuyla değil inşa edilerek kazanılacaksa toplumun da aktörlerin de algılarında ve zihniyetlerinde değişim gerekli. Yalnızca günlük politikalarda değişim ve bir adım daha ötesinde kural ve kurum değişiklikleri başlangıç için çok gerekli ve önemlidir ama yetmeyecektir. Barışı sürdürülebilir kılacak şey toplumsal algılarda ve zihniyette değişimi sağlayacak adımlardır. Bu ise günübirlik politikalarla başarılamaz. O nedenle adı süreç zaten.
Kürt Meselesi, Türkiye’nin diğer bütün sorunlarını etkileme ve derinleştirme kapasitesiyle, devletin ve toplumun demokratikleşmesi önündeki en önemli tıkaç. Bu nedenle de hem çözülmesi kaçınılmaz görülen hem de toplum üzerinde bıraktığı köklü etkilerden ve bu etkilerin yarattığı algılardan dolayı da çözümü en zor olan mesele.
Bununla birlikte dünyada ve Türkiye’de yaşanan dönüşümler bize Kürt meselesinde yeni bir tarihsel aşamaya tanıklık ettiğimizi gösteriyor. Bunca yıl sorunu var eden, neredeyse yüz yıllık politikaları, zihniyeti, kuralları ve kurumları değiştirmeye kalkışmak, bu cesareti göstermek de çok ama çok değerli ve önemli.
Toplum da bu tanıklığın farkında ve olacakları bekliyor. Bakmayın siz birkaç yerde, birkaç yüz lümpenin gösterdiği tepkilere. Sürece kaygıyla bakanlar, karşı tutum alanlar bile kahir ekseriyetle tepki göstermek yerine bekliyor. Çünkü toplumun hayatını sürdürme güdüsü o denli güçlü ki yüreğinde kavgayı değil barışı besliyor. Barış duygusu eyleme çok hızlı dönüşmüyorsa, nedenleri var.
Yaşanan sürecin önündeki en önemli psikolojik eşik hâlâ AK Parti yandaşlığı ve karşıtlığı eksenindeki kutuplaşma. Görünür aktörlerin tutumlarında ve dillerinde görünür olanları var eden şey de bu kutuplaşma.
İkinci önemli psikolojik eşik toplumdaki Kürt meselesine dair algılar. Türklere göre Kürt meselesinin en büyük üç nedeni, “yabancı devletlerin kışkırtması”, “PKK’nın yarattığı bir sorun”,“Kürtlerin ayrı devlet kurmak istemesidir”. Dikkat edilecek olursa sorunun kaynağına yönelik Türklerin en yüksek oranlarda sahip oldukları üç algı devletin bekasına yönelik bir güvenlik tehdidine işaret ediyor. Başka devletlerin kışkırtması, devletin bekasına dışarıdan bir tehdit, PKK ve Kürtlerin ayrı devlet kurmak isteği ise devletin toprak bütünlüğüne içeriden bir tehdit olduğuna yönelik bir algının sonucu. Ama her koşulda bu üç yanıt da devlete dair bir güvenlik tehdidinin sorunun kaynağında yattığına dayanıyor. Tarihsel olarak yaratılmış bu algının kendisinin de Kürt meselesini derinleştiren kaynaklardan biri olduğunu söyleyebiliriz. (KONDA Kürt Meselesinde Algı Ve Beklentiler Araştırması, Temmuz 2010)
Bireysel hayatına dair daha umutlu, coşkulu ve gayretli olan toplum, ülke hayatına dair endişelerin, kaygıların, korkuların etkisi altında. Bu durumu yaratan nedenler üzerine önceki yazılarımda da değinmiştim. Tekrar etmeyeceğim ama bu korku hâlâ bugün de oldukça yüksek dozda geçerli. Dolayısıyla bugün sürecin önündeki en önemli ikinci psikolojik ve zihnî eşik bu korkunun aşılabilmesidir.
Kısaca çözüm süreci dediğimiz süreç, somut politikalar ve adımlar içerdiği kadar, başlangıçtaki olumsuz algıların dönüştürülmesine ve kullanılan dilin değişmesine dair politikalar da içermek durumundadır. Bu da yalnızca hükümet politikalarıyla değil yarına inanan ve güvenen herkesin çabalarıyla olur.
Şunlar olmalı, bunlar yapılmalı derken, bizler, her birimiz bu meselelerin dışında mıyız? Jüri üyeleri olmadığımıza göre bu topraklardaki yarın sabahki hayatın en önemli belirleyicilerinden olacak böylesi bir süreçte ne yapmalıyız?
Galiba en doğru şey, kendimize ve yaptıklarımıza büyük gereklilikler, misyonlar, kutsallıklar, kibirler yüklemeden oldukça sade bir noktadan sade bir iş yapmaktır: Bulunduğumuz yerde kendi işimizi gerekli özenle, titizlikle, emekle yapmaya çalışmak. Barış büyük adımlardan çıkacak değil küçük adımlarla inşa olacak çünkü.
(T24 / Taraf - 29 Nisan 2013)