Gezi Parkı direnişinin olası sonuçlarını analiz etmeye çalışırken bazı hatalara dikkat çekmek istiyorum. Elbette bahse konu olan “yanlışlar”, “bilerek yapılan yanlışlar” değil. Çünkü ayrı bir bahis ve inceleme konusu olması gereken iki tarafın paralı askerlerinin bilerek yaptıkları yanlışlar var ama bunlar benim uzmanlık alanıma girmediği için bir değerlendirme yapmak istemiyorum.
Hiç kuşkunuz olmasın şimdi onlarca ofiste toplantılar yapılıyor. Ortak arayış, Gezi’de keşfedilen yeni enerjiden nasıl yararlanılacağı?
Burada iki türlü yaklaşım var. Birinci yaklaşım, “bu gençlerden aramıza katmak lazım” yaklaşımı. Adeta yeni keşfedilmiş kaynaktan çorbaya bir tas koyarsanız, çorbanın lezzeti değişecek sanılıyor. Malzeme, terkip, yöntem konularında şu ana dek yapılan yanlışların bir tas “yeni” ile düzeltilebileceği veya “yeninin” sizin içinizde erimeye razı ve gönüllü olduğu sanılıyor.
İkinci yaklaşım, "yeni parti kurmak lazım" yaklaşımı. Bu yaklaşım, Gezi’yi muhalefet boşluğunun sonucu olarak okuma, Ak Parti ile rekabet edebilecek yeni bir parti arayışı. Başlangıç noktası da oldukça doğruluk içeriyor bir bakıma. Sorun şu ki arayışın içindekilerin hiç birisi “yeni olanın içinden” gelmiyor. Eski siyasetçiler, küskünler, hep bildik isimler gibi “yeni olanın dışından” ve “yeni olan adına” siyaset yapılabileceği sanan bir dizi nafile çaba.
Daha temel bir başka hata, muhalefetin ve eskinin egemenlerinin, olanları yalnızca “hükümetten hoşnutsuzluğun yükselişi” olarak görmeleri. Sanılıyor ki hükümetten hoşnutsuzluk artıyorsa, onlar yeni bir vaat ve ütopya üretmemiş olsalar da insanlar muhalefete ve eskiye oy verecekler.
Son on sekiz ayın KONDA araştırmalarına baktığımızda şu karakteristiği özetleyeyim. 2012 Boyunca yeni anayasa konusunda ve Kürt meselesi konusunda somut ilerleme kaydedilemediği ilk on ayda “toplumun ağrı eşiği” düşmüştü. (29 Ekim 2012 tarihli T24 yazımın başlığı da tam bu idi). Toplumsal ve siyasal sorunlar konusunda beklenen çözümlerin beklenen hızla gelişmiyor oluşu, yükselen şiddet ortamı ve bunların üzerine Suriye meselesi toplumdaki ülke sorunlarına karşı olan duyarlılığı artırmıştı. Bu meselelerde somut ilerleme kaydedilemiyorken bir de Suriye meselesinin uçak düşürülmesi, sınır ihlalleri gibi yakın tehlike işaretleri vermesi, toplumun ve hatta Ak Parti seçmenlerinin de hoşnutsuzluğunu artırmaktaydı.
Bu süreçteki hareketlenme siyasi tercihlerde Ak Parti ile diğer partiler arasında bir hareketlilik biçiminde olmadı. Gözlenen hareketlilik Ak Parti ile “kararsızım” veya “oy vermeyeceğim” biçiminde oldu.
Ocak ayından itibaren ise Kürt meselesinde çözüm süreciyle beraber hoşnutsuzluk giderek yerini iyimserliğe bırakmaya başladı. Yani toplum ile Ak Parti oynaştı ve bu süreçte muhalefet partilerinin belirleyiciliği olmadı.
Bu süreç bile gösteriyor ki oy tercihinde değişiklik tek başına hoşnutsuzluk ve iyimserlik/karamsarlık meselesi değil. Bunlar oy tercihinin en önemli belirleyicileri arasında. Ama oy tercihinin değişmesi için bunların yanı sıra “güvenilir”, “bel bağlanabilir” bir vaadin veya alternatifin olması lazım.
Yani Gezi’den sonra artan hoşnutsuzluktan yararlanmak istiyorsanız başka şeyler yapmanız lazım. Bu akışkanlık kendiliğinden oluşmuyor.
Yaygın bir başka hata da Gezi’dekileri "Y kuşağı" teorisiyle anlamaya çalışmak. Bu teorinin de oldukça açıklayıcı olduğu noktalar var kuşkusuz. Teori Batı’da geliştirilmiş yeniçağın gençlerinin davranış ve tutumlarını açıklamaya yönelik. Türkiye gençliği (ki 15-30 yaş arası 19 milyon genç) içinde ne kadarı bu teorinin şemalarıyla açıklanabilir? KONDA’nın Gençlik araştırmalarının en önemli bulgularından birisi “gelecek kaygısının” ne denli güçlü olduğuydu. Gençlerin eğitim sistemine ne denli itirazları olduğuydu. Gençlerin özgüven eksikliğinin ne denli güçlü olduğu bu nedenle de hayat pratikleriyle değerlerini ayrıştırdıkları; hayat pratiklerinde yeniye bu denli açık olan gençlerin hukuka, kurumlara olan güvensizlikleriyle aileye, geleneklere sarıldıklarıydı. Ama en önemli bulgu 19 milyon gencin bir şema içinden açıklanamayacak denli karmaşık değerler, pratikler, beklentiler, fikirler ve kimlikler sahibi olduklarıydı. O nedenle gençleri, yeni hayatın ritmi ve karakteristikleri içinden ve bu topraklara özgü koşullar ve karakteristikler içinden anlamak gerekiyor.
“Gezi’dekilerin gerçek talebi ise katılımdır. İtiraz merkezi otoritenin, merkeziyetçiliğine ve keyfiyetçiliğinedir. Seçimlerde, referandumlarda var olan seçeneklerden birisine oy veririz. Ama bugünün karmaşık, çoğulcu hayatı seçeneklerden birisini seçmekten öte kendimize dair tüm karar süreçlerine kendi kimliğimiz, ihtiyaçlarımız ve taleplerimizle katılabilmektir. Kararların ve süreçlerin şeffaf ve denetime açık olmasıdır. Yani var olabilmektir talep. Gezi direnişi demokrasinin bir fazla oy sahibinin istediğini, istediği gibi yapabileceği olarak anlaşılmasına itirazdır. Bir tek kendisi olsa bile farklılığıyla var olma talebidir.”
“Gezi’dekiler “multiple choice” kuşağıdır bir bakıma. Ülkenin “seçeneklerden doğruyu bul” yöntemine dayalı eğitim ve sınav sisteminin çocukları. İtirazları da bu zihniyet. Onlar tüm seçeneklerin doğru, haklı ve geçerli olacağı bir hayat talep ediyorlar.”(T24, 14.06.2013)
Eğer bu enerji ve insanlarla siyaset yapacaksanız, yukarıda sıralamaya çalıştığım yaklaşımlarla, özünde “onlar adına” yapılacak yeni siyaset çıkmaz.
Yeni siyaset yalnızca Gezi’yi değil yeni bir çağı, hayatı, ülkeyi anlamayı iş edinerek olur. Siyasete ve ülkeye dair bildiklerinizin yanlış olabileceğini kabul etmekle, yeniden bir öğrenme ve kendinizi değiştirme sürecine razı ve gönüllü olarak düşünmeye, çalışmaya başlamakla olur. Ve elbette yeni hayatın içinde, yeni insanlarla beraber, yeni zihin haritalarıyla olur.