Kamuoyundaki genel havaya bakıldığında 1 Kasım seçimlerine dair henüz radikal bir beklenti içinde olan yok. Bunun birkaç sebebi var. İlki, zaten son 10 yıldır seçimden seçime oy sayılarında radikal değişiklik olmuyor. Seçmen tercihlerinde kayda değer değişimler 1983-2002 arasındaki seçimlerde olsa da bugün böylesi radikal değişikliklerin olmamasının daha yapısal nedenleri var. Ülke siyaseti dört partiye konsolide oldu, bu dört parti giderek birer kimliğe sıkışma içinde, bu kimlikler arası ciddi bir kutuplaşma yaşanıyor. Bu nedenle de iktidar-muhalefet rollerinin değişmesine neden olacak büyüklükte oy değişikliği olamıyor.
Aşağıdaki tabloda son iki genel bir yerel seçimin sayıları ve üç seçim arasındaki farklılaşmalar var. Tablodan da göreceğiniz gibi 7 Haziran’da katılım ve geçerli oylar 2011’e göre seçmen sayısından fazla artmış. Asıl önemlisi son genel ve yerel seçim arasında oy kaymaları 3 milyon dolayında olmuş. Toplam seçmenin yüzde 6 dolayındaki kısmının oy tercihinin değişmesi oldukça büyük siyasi sonuçlar ürettiğini hepimiz biliyoruz. Aslında hem sayısal hem de siyasal sonuçları Ak Parti’deki düşüş HDP’deki artış belirlemiş.
1 Kasım’ı ne belirleyecek? Bu soruya cevap ararken yukarıdaki tabloya döneceğiz. Ama önce toplumsal psikolojiye dair şu bulguyu ve gözlemi paylaşayım. Seçmenin beşte dördü yaşananları siyasi kriz olarak değerlendiriyor, dörtte üçü kısa vadede ekonomik kriz bekliyor, geçen ay hanenin geliri giderinden fazla olmuş hane oranı ortalamadaki dörtte bir oranından yedide bir oranına düşmüş durumda.
Kutuplaşma ve kimliklere sıkışmadan öte yalnızca toplumsal psikolojiye dair bu belirtiler bile normal değil. Toplumda müthiş bir gerilim birikmesi olduğu çıplak Gözle bile gözleniyor. Hatta bu belirtilere karşın oy dağılımında radikal değişim gözlenmemesi kendi başına gerçeküstü bir karakter gösteriyor.
O nedenle 1 Kasım seçimindeki tabloyu toplumun güvenlik algı ve arayışı belirleyecek. Kutuplaşmanın ruhi ve zihni rehinindeki 38 milyon seçmenin tercihleri belli. Bu nedenle 1 Kasım’a dair şu iki şeyi bugünden söylemek mümkün. Birincisi geride kalan, hala kutuplaşmanın dışında kalabilmiş seçmenin ne kadarı seçime katılacak ve oy kullanacak? İkinci soru da katılanların tercihlerini belirleyen korkular ve güvenlik arayışı bu seçmenlerin tercihini ne yöne doğru etkileyecek?
1 Kasım’da seçimlere katılım oranı birinci belirleyici unsur olacak. O nedenle geçmiş 17 genel seçimin katılım oranları bir ipucu veriyor mu diye bakalım. Aşağıdaki tabloda tüm genel seçimlerin katılım oranları var.
Tablodan ilk çıkan sonuç, seçimlere katılım oranlarının batı ülkelerine kıyasla oldukça yüksek seviyede seyrediyor oluşu. Yine de genel eğilime dışında katılımın düştüğü yıllar var ve bu düşüşler belki de bir çıkarıma imkan veriyor. Genel eğilimden saparak yüzde 80’lerin altında katılım olan yıllara bakalım. 1957 Seçimi, 1965-77 arasındaki seçimler ve 2002 seçimlerine katılım genel seyirden farklı olarak yüzde 80 altında gerçekleşmiş. 17 genel seçim arasında bu altı seçimin olduğu yıllar, kutuplaşmanın arttığı ve asıl önemlisi siyasetin kendi marifetiyle çözüm üretmekte tıkandığı yıllar aynı zamanda. Seçmen siyasi aktörlerin siyasi becerisinin düştüğü yıllarda daha düşük oranlarda oy verme eğilimine girmiş.
Katılımın yüksek olduğu seçim yılları ise ya seçmenin siyasetten beklentisinin ve memnuniyetinin yüksek olduğu yıllar ya da 1980-2000 arası dönemde olduğu gibi seçmenin partisini aradığı ve her seçimde birinci partinin değiştiği yıllar.
Bu tablonun ima ettiğini doğru anlamlandırıyorsam eğer 1 Kasım seçimlerine katılım oranı 7 Haziran’a kıyasla düşük olabilir.
Katılım düşse de düşmese de 1 Kasım’ı belirleyecek kutuplaşma dışındaki seçmenin tercihlerinden sonraki ikinci dinamik, 7 Haziran tercihlerinden 1 Kasım’a değişimin hangi büyüklükte gerçekleşeceği olacak. Yukarıdaki ilk tabloya dönerek varsayımlara bakalım. Diğer partilerin oy sayılarında düşüş olacağı beklenir. Son 15 yıllık dönemde siyasetin dört partiye konsolide olduğu gerçeğinin yanı sıra 1 Kasım tekrar seçimlerinde diğer parti seçmenlerinin bir kısmının stratejik oy vererek dört partiye doğru kayacağı tahmin edilebilir. Yine de 2 milyon dolayında olan bu gruptaki seçmenin ne kadarının seçime katılmayacağını, ne kadarının kendi partisinde ısrarcı olacağını ve ne kadarının dört partiye yöneleceğini bilmiyoruz.
Dört parti arasındaki oy kayışlarında ise 7 Haziran’dan farklı olan bir durum olduğunu söylemek mümkün. 7 Haziran ile 1 Kasım’ın farkı, oy kayışlarının dört parti arasında değil iki blok içinde olacağı. Ak Parti ile MHP bir tarafta, CHP ile HDP diğer tarafta olmak üzere bir üst siyasi konsolidasyon yaşıyoruz. Bu üst konsolidasyon tabanların sosyolojik benzerliğinden daha çok, iki tarafın da korkulardan yola çıkarak bir araya gelişlerinin sonucu. Bir taraf inancı ve vatanı üzerinde tehdit algısına, diğer taraf özgürlükleri ve hayat alanı üzerinde tehdit algısına sahip. Korkulardan beslendiği için de doğal olmayan bu üst konsolidasyon nedeniyle oy geçişleri Ak Parti ile MHP, CHP ile HDP arasında olacak. Ama görünen bu geçişlerin de toplam geçerli oy içinde bir ile iki milyon arasında olacağı.
Ama 1 Kasım’ı belirleyecek bir dinamiğin daha gerçekleşme olasılığı var. Partilerin kimliğe ve kutuplaşmaya sıkışan seçmen tabanlarının tümünün bu pozisyonlarından ya da partilerinden memnun olduğu düşünülemez. Nitekim toplumsal psikolojiye dair yukarıda paylaştığım veriler huzursuzluğun tüm partilerin tabanlarını kapsadığını da gösteriyor. Eğer partilerin tabanlarında bu huzursuzluğu duyan ama kutuplaşma ve kimliğe sıkışma nedeniyle de başka bir partiye oy vermeye eli gitmeyen seçmen seçime katılmaz, oy vermez ise ne olur? Ya da böyle davranacak seçmen kümesi hangi partilerin tabanlarında ve hangi büyüklükte olur?
İşte Ankara katliamının seçmen tarafından nasıl değerlendirileceği de bence bu noktadaki tercihleri belirleyecek. Bu soru geçerli bir soru ise ve bu olasılık gerçekleşir ise 1 Kasım akşamı için şunu şimdiden söyleyebiliriz. 1 Kasım akşamı hepimizin gözünü dikeceği sayı, geçerli oy sayısının yurtiçi seçmenler içinde 46 milyonun ne kadar altında ya da üstünde olacağı olacak birincisi. İkincisi de Ak Parti oy sayısının 18 milyonun ne kadar altında ya da üstünde olacağı olacak. Daha somut soru şu: Katılımın yüzde 77’de kaldığı Cumhurbaşkanlığı seçiminde olduğu gibi, oy verseydi Erdoğan’a verecek olan ama sonuçta sandığı gitmeyen 2 milyona yakın seçmen benzeri bir kitle bu seçimde de Ak Parti tabanından çıkacak mı?
1 Kasım seçimi Ak Parti’nin tek başına iktidarı yakalayıp, yakalayamayacağı sorusunun referandumuna dönüştüğüne göre de en anlamlı soru galiba bu olacak.