Ülke siyaseti başkanlık konusu etrafında iyice keskinleşen Erdoğan karşıtlığı ve yandaşlığının güncel şehvetine kapılmışken, yalnızca son on günde yaşananlar bile Kürt meselesinin temel dinamiklerinde nasıl bir radikal değişiklik olduğunu gösteriyor.
PKK Rus yapımı bir füze ile bir askeri helikopteri düşürdü. Yine PKK bomba yüklü bir kamyonla Kürt köylülerini katlettiği gibi üstüne de o köylüleri suçladı. Asıl hedefin HDP milletvekilleri olduğu açık olan dokunulmazlıklarla ilgili anayasa değişikliği kabul edildi. ABD’li komutanlar yaklaşan Suriye kara harekatı için YPG komutanlarını ziyaret ederek IŞİD’e karşı, Türkiye’ye rağmen Kürtlerle müttefikliği bir adım daha ileriye götürdü. AB ilişkilerinde özellikle terörün yeniden tanımlanması temelindeki tartışma üyelik sürecine dair karşılıklı restleşmelere vardı. Yayınlanan Sur fotoğrafları Kürt yurttaşların yaşamaya mahkum edildikleri ortam ve koşulların acımasızlığını gözler önüne koydu.
Birbiriyle bağlantılı ya da bağlantısız gibi görünen bir dizi olay ve tartışmanın her birinin nedeni, sonucu üzerine günlerce tartışabiliriz. Ama bu olaylar dizisi Kürt meselesinde yeni bir evreye geçişe dair iki ipucu veriyor.
Birincisi, artık Kürt meselesi yalnızca kendi meselemiz olmaktan çıkarak, bölgesel ve küresel bir düzleme evrildi. İkincisi, Kürt meselesi ülkenin geleceğini de evrensel rolünün ne olacağını da belirleyen en önemli dinamik haline dönüştü.
Kürt meselesini yanlış, eksik tanımlama ve anlamaların ülkeyi nasıl bir hale getirdiğini her gün kahrolarak izliyoruz. O nedenle daha sakin bir yerden ve belki de en baştan Kürt meselesini yeniden düşünmek ve asıl önemlisi de yeniden tanımlamak gerekiyor.
Dokunulmazlık tartışmaları ve oylamaları gösterdi ki, aslında CHP’nin kurumsal aklı ve seçmeninin en az yarısı, Kürt meselesinde Ak Parti ve MHP’den farklı düşünmemektedir. Bugünkü Erdoğan karşıtlığının arkasına saklanan zihniyet, gerçekte dokunulmazlıkların kaldırılmasından yanadır. Kürt meselesine anti demokratik bir yerden bakmakta ama güncel siyasetin verdiği imkânlarla kendini gizlemektedir. Yıllardır tekrarlanan bir biçimde görülmektedir ki, tartışma ve alınan tutumlar Kürt meselesine dair bir konuda ise modern-muhafazakâr, seküler-dindar, sol-sağ, ilerici-gerici tüm çekişmeler yok olmakta, şovenliğe yaslanan bir siyasi ittifak oluşmaktadır.
Bu zihni ittifakın ne denli yıkıcı sonuçlar ürettiğini yıllardır yaşadık. Ama korkarım bugün bu zihni ittifak, ulus devletin tüm askeri ve sivil organlarıyla da birleşerek, tek tipçi, merkeziyetçi ulus devletin kendini yeniden üretme ve tahkim etme politikalarına yönelmiştir. Bu ittifakın ve politikalarının bugünkünden ve hatta şimdiye dek gördüklerimizden daha da yıkıcı olabileceğini yaşayarak göreceğiz.
Diğer yandan PKK Kürtlere ölüm vaadi, Türklere ölüm tehdidinden medet uman teröre devam tercihine daha sıkı sarılıyor. PKK Orta Doğu’ya dönük evrensel siyasi kavganın içinden bir fırsat yakalayacağını umarken, bu oyunun Türkiye’ye dönük hedeflerinin aleti durumuna düşmeye razı oluyor. HDP’nin ise iki taraflı baskıyla felce uğratıldığı görülüyor.
Bilmem farkında mısınız ama bu coğrafyanın ve hayatın siyasi meselelerin de dışında kendi gerçeklikleri var. Yüreklerin, vicdanların, ahlakın, insan olmanın tüm duygularının ve özellikle umutların yok olduğu bu ortamda belki de önce soğukkanlı gerçekleri hatırlamak ve gereklerini kavramak gerekiyor.
Toplumsal dokunun bir ana ekseni Kürtlerin varlığı. Bir önceki yazımda da kullandığım* istatistikteki “çoklu mütekabiliyet (karşılıklılık) analizi” ile elde edilmiş aşağıdaki grafiğe bir kez bakın. Grafik yedi ayrı demografik, kültürel ve siyasi kategorinin birbirleriyle olan benzerlikleri ve ayrışmaları, yakınlaşmaları ve uzaklaşmaları üzerinden bir uzaya yerleştirilmesiyle elde edildi.
Toplumdaki bu demografik-kültürel-siyasi dağılımı açıklamak için eksenleri anlamlandırmaya çalıştığımızda karşımıza şu tablo çıkıyor. Yatay eksen kolayca görüldüğü gibi Türk-Kürt ekseni. Dikey eksende ise toplum eğitim ve hane gelirleri bakımından yukarıdan aşağıya sıralanıyor. Aynı zamanda dikey eksende aşağıya doğru gidildikçe dindarlık ve muhafazakârlık seviyeleri artıyor.
Hangi istatistiki analizi yaparsanız yapın toplumun doku haritasının ana belirleyici eksenlerinden birisi Türk-Kürt ekseni ve Kürtlerin varlığı.
Tarihsel perspektiften bakınca da Kürtler dünya kuruldu kurulalı bu coğrafyada yaşıyorlar.
İkinci bir gerçeklik daha var. Prof. Dr. Murat Güvenç ve Prof. Dr. Hasan Kirmanoğlu’nun hazırladığı “Türkiye Seçim Atlası 1950-2009” ** kitabındaki tüm sayısal analizlere baktığınızda göreceksiniz ki, hangi siyasi okumayı yapar, hangi seçimin sonuçlarını analiz ederseniz edin, yine karşınıza bir Kürt siyaseti gerçekliği çıkacak.
Dokunulmazlıklarını kaldırsanız da, partilerini kapatsanız da isimlerin kimler ve ne olduğundan, sizin izin ve onay verip vermemenizden bağımsız olarak Kürt siyaseti hep var olacak.
Bu gerçeklikleri yok sayarak, yasaklayarak ya da zihin dünyanızdan çıkararak yok olacağına inanıyor musunuz?
Böylesine kritik bir zaman aralığında, böylesine hayati bir meseleyi siyaset, medya ve akademik dünya hak ettiği derinlik ve nitelikte düşünmüyor ve tartışmıyor ne yazık ki!
Vicdanlarınız kör olsa da bir arada yaşamak kaçınılmaz olduğuna göre yeniden düşünmeye başlamaktan başka yol yoktur.
Ve asıl önce şu gerçeği kabul etmekten başlamak gerekmektedir; Kürt meselesi denilen mesele aslında Türk meselesidir.
Elbette meselenin ana eksenlerinden birisi Kürtlerin kimlik talepleri. Ama yanı sıra Kürt meselesinin siyasal, kültürel, ideolojik, ekonomik, dış politika, güvenlik ve askeri gibi birçok boyutu var.
Bir bakıma Kürt meselesi Kürtlere dair ve Kürtlerden ibaret bir mesele değil artık; Türklere dair bir mesele.
Türklerin anlaması ve kabullenmesi gereken iki şey var: Birincisi, Kürt meselesi ne ülkenin kaderi olduğu için ne de Kürtlerin tercihi olduğu için değil, yüz yılı aşkın zamandır Türklere yaslanan ulus devletin temel tercihlerinin ve uygulanan politikaların ürettiği bir mesele. İkincisi, bugün ülkenin ihtiyacı olan yenilenmenin, hem devlet ile toplum mutabakatının hem de toplumun iç mutabakatının yenilenmesinin önündeki en önemli siyasi, zihni ve ruhi engellerin kaynağı da aynı zamanda.
Dolayısıyla Kürt meselesini var eden sorunlar Kürtlerin varlığı ve taleplerinden kaynaklanmıyor, ulus devletin politikalarından kaynaklanıyor. Kürtlerin değil Türklerin düşünsel zaaflarından, bu zaafların ürettiği ruhi ve zihni ambargolardan besleniyor, sürüyor. Bu zaaf ve ambargolar aynı zamanda devletin ve yönetimin demokratikleştirilerek yeniden yapılandırılmasının önündeki en önemli zihni engeller. Bu açıdan bakılınca da Kürt meselesi, Türklerin bazı düşünsel zaaflarından beslenen, bölünme korku ve vehimleri nedeniyle kendi hak, ihtiyaç ve taleplerinden vazgeçmeye razı oldukları (ya da edildikleri) alanların toplamıdır da bir bakıma.
Kürt meselesi büyüyerek, değişerek, aktör-boyut-katman çoğaltarak sürüyor. Ama sorun şu ki artık sürdürülemez bir noktaya geldik. Devleti ve yönetimi demokratikleştirerek yeniden yapılandırmadan gidilecek yol kalmadı. Devlet ile toplum arasındaki ve toplumun içindeki farklı kesimler arasındaki mutabakatları yenilemeden, yani toplumsal barışı inşa etmeden, ortak yaşama iradesini sürdürebilmenin mümkün olmadığı bir noktaya geliyoruz. Bundan sonraki hayatımızı ne şiddete ne korkulara ne güç ve iktidar sahiplerinin keyfiliklerine ne de diğer ulus devletlerin bölge politikalarına rehin edebiliriz.
Hem Türkleri hem Kürtleri kucaklayan, Türklerin güvenlik kaygıları, Kürtlerin kimlik taleplerini dikkate alan, Türklerin adalet Kürtlerin eşitlik arayışını karşılayan, bir arada yaşamı savunan ve gereklerini nasıl yerine getireceğini söyleyen, toplumun tüm kesimlerinin önüne yarın sabaha dair hayatın vaadini koyan ortak bir ütopyaya ihtiyacımız var. Kısaca toplumun tüm farklılıklarını kucaklayan ve herkesin benimseyebileceği bir vizyona ve gelecek hayaline ihtiyaç var. Ve elbette bu hayalin taşıyıcısı bir ortak yaşam ve demokrasi hareketine ihtiyaç var.