12 Eylül ile ilgili hemen tüm tartışmalarda halkın tepkisi (tepkisizliği) ile ilgili genel bir mutabakat gözlenir: Halkın 12 Eylül’ü sevinçle karşıladığı, yapılanlara genel bir toplumsal kabulün olduğu, nitekim Anayasa’nın yüzde 92 oyla onaylandığı vb. Bu durum üzerinden yorumlar ve anlamlandırmalar farklı olsa da çıkış noktası bu kabuldür. Darbeyi toplumsal kabulün kaba nedeni konusunda da mutabakat var: terörden bıkmış olmak. Fakat bu bıkış ve darbeyi kabullenişin toplumsal psikolojideki süreci, mekanizmaları üzerine bize özel bir akademik araştırma yok ne yazık ki. Uluslar arası yazındaki tezler genellikle doğru ve bizi de açıklar kabul edilmiştir. O günleri anımsayacaksınız gazetelerde ölen sayıları bugünün trafik kazası bilançoları gibi, gazetenin ön sayfasında ve il-ölen sayısı tabloları şekline dönüşmüştü. Siyaset olan bitene çözüm üretemediği içinde toplum, umutsuz, kıstırılmış ve çaresizlik duygusu içindeydi. Bu kıstırılmış ve çaresizlik de darbecilerin aradığı, manipüle ettiği ve yarattığı darbeye toplumsal meşruiyeti besledi. Yayınlanan o terör kurbanları, ölüm tablolarında, kaybedilen canlar birer sayıydı ama kaybedilen umutları saymayı, tartmayı, nümerik ölçü ve ifadelendirmeyi henüz bilmediğimiz için kaybedilen umutların bilanço satırı yoktu. Daha da önemlisi, bugün bile hala bazı alanlarda etkisi hissedilen örgütlenme, siyaset yapma niyetliliğindeki eksiklik, apolitik ortamın kökeninde de bu psikoloji var. Çünkü neredeyse iki on yıllık kuşak yukarıdaki toplumsal psikoloji nedeniyle ailesinden apolitiklik eğitimi aldı. En dibi gördük mü? Bugün de yine, yeniden Kürt meselesini teröre ve şiddete rehin edip düşünmeye ve konuşmaya başlayınca bunu anımsadım. Hep şehit sayılarına, şehitler nedeniyle oluşan tepkilere bakarak konuşuluyor ama aynı bilanço da 40.000 (gerçekte sayıyı da tam bildiğimiz söylenemez ama) sivil kaybın kim olduğu geçiştiriliyor. Şehit analarının tepkileri önemseniyor ama o 40.000’in anası babası, onların tepkileri merak edilmiyor. Asıl önemlisi iki yıllık açılım dillenmesi ve yeşeren barış umudunun bugün gelinen noktada nereye vardığı, toplumsal psikolojiye etkisi konuşulmuyor, dikkate alınmıyor. Bir bakıma yeniden dip noktaya geldik. Belki de daha en dibe gelmedik, baş aşağı gidilecek çok yol var. Bilemiyorum. Bugünlerde ne yapılmalı, ne yapmalı konulu toplantılarda, okuryazarlarda gözlediğim derin bir hayal kırıklığı ve çaresizlik. Kürt meselesi kendi dinamikleriyle ve çözülmeden sürdükçe katman değiştirerek, devlet-birey problematiği yanı sıra toplumun içi kutuplaşması ve bu kutuplaşmanın ürettiği toplumsal şiddete doğru hızla gelişiyor. Aynı zamanda Kürt meselesi mekân değiştirerek bölgeden ve dağlardan hızla tüm ülke coğrafyasına yayılmaya doğru ilerliyor. Ve üçüncüsü Kürt meselesi toplumsal psikolojide “bu kez de çözemeyeceğiz” duygusuna ve çaresizliğine doğru ilerliyor. Özellikle Kürtlerin psikolojisi açısından “bu kez çözeceğiz galiba” dedirtecek adımların ve güven ortamının yaratılması gerekirken, biz tam tersi noktaya geldik “bu kez de çözülmeyecek” dedirtiyoruz. Özellikle bireyler üzerinden bakıldığında ister Türk ister Kürt olsun bir gencin gelecek planında hemen her şeyin önünde askerlik, şehitlik, şiddet ve ölüm kaygısı ağır basıyor artık. Kürt meselesi etrafında oluşan bu ağır şiddet ve ölüm havası gençlerin de anne babalarında gelecek beklentilerini ve planlarını etkiliyor. Terörü lanetlemek değil barışı istemek Toplumsal psikolojide ise ortak yaşama iradesi zayıflamaya devam ediyor. Terörü lanetleme dili, gösterisi sıkça görülüyor ama “barışa çağrı” dili, gösterisi, mitingi gündemimizde neredeyse yok. Kürtlerin ve yüz, iki yüz imzalı aydın bildirilerinin dışında barış dili kayboluyor giderek. Bu duygusal ve psikolojik ortamda da “ne yapılacaksa yapılsın, yeter ki bitsin” duygusu giderek ağır basıyor. Kürt siyasetçilerin sözlerinde bile bu hava seziliyor bazen. O nedenle yeni bir dile ve yaklaşıma ihtiyacımız var. Çözme iradesi devlette ve hükümette olduğuna göre de oradan bu dilin ve yaklaşımın hayat bulma şansı var. Dünü değil yarını konuşarak, ben-sen değil biz diyerek, yapması gerekenleri Kürt siyasetinin yapacaklarına ön şart olarak bağlamadan, hayal kırıklığına, acılara aklını ve yüreğini teslim etmeden somut adımların atılması gerekiyor. Bunca yaşanana karşın, MİT-PKK görüşme kayıtlarının ortaya çıkışından sonra bile genel olarak kamuoyunda ve muhalefette meselenin özüne itiraz olmaması da size bir şey göstermiyorsa ne gösterecek. Ama bu günler, aylar da heba edilirse toplumsal psikoloji ve toplumsal beklentiler bizi başka ve dönülmez ve telafi edilemez yollara savuracak.