Sorunun dinamikleri de değişiyor…Bizim devlet ve yönetim düzenimizin en önemli zaafı herhangi bir meseleye tepki vermekteki dehşet yavaşlığı ve tembelliği bana göre. Sistem öncelikle herhangi bir meseleyi algılamakta oldukça yavaş çalışıyor. Eğer doğrudan devletin kendi varlığını sorgulayan, kendi egemenlik alanı ve zihniyetinden kaynaklanan bir mesele ise otomatik bir refleks devreye giriyor. Devlet kendini koruma, meseleyi yok sayma, devletin bekası bahaneli, meselenin aktörlerini hemen yok etme içgüdüleri çalışıyor. Yok, eğer mesele algılanması, anlaşılması ve çözülmesi gereken bir mesele ise devletin duyargaları oldukça geç açılıyor ve geç çalışmaya başlıyor.
Örnek o kadar çok ki;. Siyasi meseleler genellikle korunma refleksiyle algılanıyor. Ama konu örneğin kuraklık ya da kuş gribi, sanal ortamın hukuki düzenleme gereksinmeleri ve hatta küresel ekonomik kriz gibi devlet sistematiğinin sorunu algılayıp çözüm üretmesi gereken meseleler ise, bizimkilerin algılamalarına kadar geçen sürede meselenin kendi karakteri, boyutu, sonuçları ve dinamikleri değişiyor. Biz meselenin çözümünü konuşmaya başlayana kadar sorun başka bir niteliğe dönüşüyor ve artık çözümü değil sorunun ürettiği sonucu ve yeni sorunları konuşmaya başlıyoruz. Konuştuğumuz çözümler, geldiğimiz noktadaki sorunu çözmeye geç kalmış oluyor ve tam çözüm için de yetmez hale geliyor.
İşte tam bu yönetim beceriksizliğini aşmak için bile devleti yeniden tanımlamaya, yönetim reformuna ve devleti baştan aşağıya yeniden yapılandırmaya ihtiyacımız var.
Sorun giderek toplumsal sorun haline dönüşüyor
Kürt sorununda da aynen bu süreci yaşadık. Kürt sorunu temel olarak devlet ile yurttaş ilişkisinin sıkıştığı ve mutabakatın koptuğu noktada başladı. Belki de kurulu suni denge bozuldu demek daha doğru. Ama sorunun terör destekli yaşandığı son 25 yılda, sorunun dinamikleri ve sonuçları da değişti. Sorun giderek toplumun iç sorunu haline dönüştü. Yani sorunu 20 yıl önce çözmeye yeltenseydik belki bazı yasalar ve yönetmelikler ile halledilebilirdi. Hâlbuki bugün hem yasalar ve yönetmeliklerde esaslı değişikliklere hem de toplumun yeni bir mutabakatına ihtiyaç var. Tam da kamuoyundaki “Türk açılımı da lazım” laflarının doğmasına neden olan nokta da burası...
Başlık ve tanım bence yanlış ama bu ihtiyacı içtenlikle duyanların işaret ettiği şeyin yeni mutabakat olduğunu düşünüyorum.. Tabi sorunun çözümüne şoven duygularla karşı çıkanlar ve bu noktadan üremiş hastalıklı fikirler konumuz dışı.
Bu nedenle de sorunun çözümü bir süreç meselesi. Yasal düzenlemeler yapılırken, tüm toplumun mutabakatını da kollanmak ve bu mutabakata siyasi önderlik etmek gerekiyor.
Sorunun dış dinamikleri de değişiyor
Kürt sorununun dinamiklerinin değiştiği başka bir boyut da dış dinamikler boyutu. Devlet bu sorunu hala terör ve terörün dış destekleri boyutundan bakıyor. Meselenin içinde bu faktör şu veya bu ağırlığıyla elbette var. Ama sorunun dış dinamikleri yalnızca bununla ilgili ve sınırlı değil artık.
Türkiye ekonomik anlamda şu veya bu oranda dünya ekonomisiyle ciddi biçimde entegre olmuş durumdaki dünyanın en büyük 17. ekonomisi. Daha önceki ekonomik krizde gördük, Türkiye’de başlayan kriz nasıl diğer ülkelere de sıçradı. Enerji hatları ve bu hatların güvenliği meselesi ya da uyuşturucu ve kara para trafiği konusunda Türkiye’nin ağırlığı da çok açık.
Siyasi anlamda ise Türkiye Balkanlar, Kafkaslar ve Orta Doğu gibi toplumsal ve siyasi paradigmaların yanı sıra giderek kültürel paradigmaların da öne çıktığı, bu nedenle bildik meselelerin karakterinin dönüştüğü ve bu dönüşümün şiddetli gerilimler ve çatışmalarla yaşandığı üç kritik bölgenin ortasında.
Siyasi anlamda da küresel aktör durumundaki bir ülke olarak bizim yaşadığımız Kürt sorununa, bizler çözmeden yaşamaya devam etmek istemek gibi bir gaflet göstersek bile dünyanın bunu yalnızca seyretmesini beklemek geçersiz ve yanlış. Dünya giderek kendisini doğrudan etkiler hale gelmekte olan bu sorunun çözümünde aktif olmak isteyecektir.
En azından küresel siyasal ortaklıklarımız ve bu ortaklıklardaki rolümüz ve ağırlığımız azalacaktır.
Bu nedenle sorun halâ bizim sorunumuz ve çözümü de bizim elimizde iken çözmemiz gerekir. Zira başkalarının önümüze koyacağı ve bir zaman gelip dayatacağı çözüm bizim çözümümüz olmayacaktır!