Toplumun üçte ikilik kısmı ise henüz gündelik hayatta modern ya da kentli hayat biçimine ulaşamamış kitlelerden oluşuyor...
Yaşanmakta olan kutuplaşmanın siyaset üzerinden başladığını fakat giderek kültürel ve toplumsal bir kutuplaşmaya dönüştüğünü sık sık yazıyorum. Kutuplaşma siyasete bağlı olarak çözülecekse de geçirilen her bir gün henüz çözülmeyi değil, artarak süren kutuplaşmayı getiriyor.Siyasi meseleler dışında hayat tarzları üzerinden bakıldığında da toplumda iki temel gruplaşmanın gözlenebildiğini söylemek mümkün. Birincisi gündelik hayatın içinde modern ve kentli hayat tarzının içinde olanlar ki, toplumun yalnızca üçte biri kadarı bu grubun içinde. Modernler, değerleri açısından bakıldığında da daha muhafazakar değerlere sahip muhafazakar modernler ile daha özgürlükçü olmakla beraber gelecek açısından daha kaygılı ve endişeli olanlar olarak ikiye ayırarak anlamaya çalışabiliriz. Tahmin edileceği gibi muhafazakar modernler de, endişeli modernler de toplumun eğitim ve gelir bakımından en gelişmiş kümelerini oluşturuyorlar.Toplumun üçte ikilik kısmı ise henüz gündelik hayatta modern ya da kentli hayat biçimine ulaşamamış kitlelerden oluşuyor. Elbette bu büyük grubu değerleri açısından gelenekselciler, dindarlar, Kürtler gibi alt kümelere de ayırmak mümkün.Bunları şunun için özetliyorum: İster siyasi ister kutuplaşma ister hayat tarzları üzerinden olsun toplumdaki bazı temel farklılıklar üzerinden kümelenmeleri görebilmek ve analiz edebilmek mümkün.Fakat ülkemiz açısından ilginç olan bir durum var. Bazı meseleler ya da sorunlar var ki tüm yukarıda açıklamaya çalıştığım çeşitli kümelenmeler arasında farklılık yaratmanın aksine o mesele ya da sorun her bir kümenin kendi içinde yarılmasını ve bölünmesini doğuruyor.Bu meselelerin birincisi ve en önemlisi kadın, kadın hakları ve gündelik hayattaki kadının rolü ve ağırlığı konusu.Örneğin kadının çalışma hakkı ya da kendi bedeni üzerinde söz ve inisiyatif hakkı gibi bazı konular üzerinden bakılınca en özgürlükçü ve modern olan hayat tarzı içinde olanlar ikiye ayrılıyor ve bazıları örneğin dindar veya geleneksel hayat tarzı içinde olanların bir kısmı kadar bağnaz veya tutucu olabiliyor. Kadına şiddet meselesi de tüm farklı kümelerin kendi içinde yarılmalarına neden oluyor.Yani yalnızca kadın ve kadın hakları meselesi üzerinden toplumu kümelemeye kalkıştığımızda farklı oldukları varsayılan bazı gruplar aynı yerde buluşuyor.Buna benzer bir başka konu ki bir yıl önce bir miktar tartışılmıştı, Avrupa Birliği meselesi. AB’ye üye olmak olmamak üzerinden bakıldığında diğer tüm farklı eksenlere göre farklı yerde olanlar bir anda bir araya düşüyor.Benzer bir başka mesele Kürt meselesi. Kürt yurttaşların sorunlarını çözelim dediğinizde gündelik hayatın içinde en özgürlükçü olanların bir kısmı ile ister din ister geleneksel referanslarla tutucu oldukları sanılanların bir kısmı hemen müttefik oluyorlar ve Kürt sorununun çözümüne karşı çıkıyorlar. Yine bir başka mesele demokrasi meselesi. Özel hayatlarında son derece özgürlükçü oldukları için demokratik değerlere yatkın oldukları sanılanlar ile özel hayatlarında son derece tutucu ve hatta bağnaz oldukları için demokrat olmayacakları varsayılanlar bir anda beraberce her türlü farklılık talebinin karşısına dikilebiliyorlar. Ya da tam tersi oluyor kendi kızının kolsuz bluz bile giymesine rızası olmayanlar en demokrat görünebiliyorlar.Tüm bunların gösterdiği iki şey var bana göre. Birincisi toplumda kutuplaşmanın da tetiklemesiyle giderek tüm değerler de siyasallaşıyor. Siyasi kaygılar ya da umutlar değerleri de değiştiriyor.İkinci önemli şey ise siyasetin zemin kaybediyor oluşu. Örneğin türban meselesini kadın hakları üzerinden konuşup, tartışabilseydik karşılıklı ikna ve uzlaşmayı daha kolay sağlayabilirdik. Halbuki biz tartışmayı korkular ve değerler üzerinden yürüttüğümüzden içinden çıkamadık. AB’yi bir demokrasi, hukuk ve kurallar manzumesine ayak uydurma gereği üzerinden tartışmak yerine AB temsilcileriyle siyasi tartışma konuşları üzerinden yürüttüğümüz için mesele bölünme bölünmeme meselesine dönüştü.Umalım ki, siyaset tüm bu anormalliklerin nedeni değil çözüm zemini olması gerektiğini iş toplumsal çatışmalara dönmeden kavrasın. Ve yine umalım ki, üniversitelerimiz kutuplaşmanın parçası olmak yerine toplumsal meselelerimiz için yeni modeller ve yaklaşımlar üretsin.