Siyasi mühendislik hesaplarına dayalı siyaset üretmek hem çok kolay hem de çok yaygındır. Genellikle bu hesaplar bazı şeyleri açıklamak için kullanılan demografik, kültürel, sınıfsal seçmen kümelerinin monolitik olduğu varsayımına dayanıyor. Örneğin bir partinin seçmenlerinin tümünün benzer olduğu, parti yönetiminin tercihine göre tümünün bir yandan diğer yana hareket edeceği varsayılıyor. Ama gerçek böyle değil. Bunun son örneklerinden birisini Yeniden Refah Partisi'nin iktidarla muhalefet pozisyonu arasındaki gidiş gelişinde yaşadık. Şimdi parti yönetimi Cumhur İttifakı'na dahil oldu diye tüm seçmeninin de aynı yönde oy kullanacağı hesapları yanlış. Bugünlerde 2018 seçimlerindeki oy dağılımları üzerinden toplama çıkarmalar da yanlış. Hemen her partinin seçmenlerinin cumhurbaşkanlığı seçimlerinde blok halde partisinin işaret edeceği cumhurbaşkanı adayına oy verecekleri hesabı da yanlış.
Bir yandan kimliklere sıkışma, diğer yandan karşı tarafa olan olumsuz duyguların ürettiği zihni ambargolar, bir yandan da gündelik hayatın içindeki gerçek dertler, hayat pahalılığı ve işsizlik. Toplum geleceksizliğe ve umutsuzluğa teslim olmuş durumda. İktidar yaptıklarıyla övünüp muhalefetin dağınıklığını kullanırken, muhalefet hala güçlü bir umut ve coşku yaratamamış durumda. Gerçek hayat ile siyaset arasındaki yarılmanın kapanması beklenirken seçim yaklaşırken bir kez daha yarılma büyüyor. Muhalefet siyasetin kurallarını, tarzını, gündemini değiştiremedi. Muhalefet hala iktidarın söylem, politika ve hedeflerinden büyük bir zihni kopuş da üretemedi. Gündem iktidarın söylemine göre belirleniyor, politikalar ve söylem yalnızca projecilikten besleniyor. Şimdiye dek yazılmış, üzerinde mutabakat sağlanmış politikaların toplumsallaşması henüz sağlanamadı. Farklı kimliklerin ve ideolojik akımların içinden gelmiş partilerin bir araya gelişlerinin kendi başına demokrasinin inşası için ne denli kıymetli olduğu anlatılamadı.
Millet İttifakı'nın ortak siyasal stratejisi de buna dayalı iletişim stratejisi de oluşmadığı için hala dağınık ve savruk söylem-kampanyalarla yol alınmaya çalışılıyor. Bu durum da muhalefete güvenin oluşmasını, seçimin ardından değişimin kaos ve karmaşa olmadan başarılacağına dair güvenin yükselmesini engelliyor. O zaman da seçim kaçınılmaz olarak "Erdoğan'la tamam mı devam mı" seçimine dönüşmüş oldu. Mademki oyunun, siyasetin akışı da seçmeni kimlik ve kutuplaşmalar dışından düşündürtecek siyaset tarzı da geliştirilemedi, o zaman muhalefetin "Erdoğan'la tamam mı devam mı" seçimine göre strateji ve taktikler geliştirmesi beklenir. Anlaşılıyor ki seçim bu eksende gerçekleşecek.
Geçen haftalarda değindiğim gibi son aylardaki seçmen eğilimleri devam edecekse parlamento çoğunluğuna hiçbir ittifak ulaşamayacak. O zaman muhalefetin birinci turda cumhurbaşkanlığı seçimini kazanmayı hedeflemesi gerekir. Seçimin ikinci tura kaldığı ve parlamentoda bir parti veya ittifakın 301 milletvekiline sahip olmadığı durumda ikinci tura dair bugünün siyasi mühendislikleri geçerli olmayabilir. Geçen iki haftada sayısal analizlerden de yola çıkarak dikkat çekmeye çalıştığım gibi Erdoğan 21-22 milyon mertebesine gerilemiş bugünkü oyunu 27 milyona çıkarmaya çalışırken Kılıçdaroğlu 31 milyon potansiyel oyundan 27 milyonu almaya uğraşıyor. Fakat bu potansiyel oy havuzunda Kılıçdaroğlu yalnız değil, Muharrem İnce ve Sinan Oğan da var. Yine geçen hafta yazdığım gibi, Sinan Oğan milliyetçi kimliğiyle alabileceği oyun bir kısmını MHP seçmeninden, dolayısıyla potansiyel Erdoğan oyundan, diğer bir kısmını da İyi Parti seçmeninden yani Kılıçdaroğlu potansiyel oyundan alacaktır. Beklenen yüzde 1-2 aralığında oy almasıdır. Muharrem İnce ise Oğan'a göre daha fazla oy alabilecek belki ama bu oyların tümü de potansiyel Kılıçdaroğlu oylarından olacak.
Kamuoyuna yansıyan araştırmalara bakılırsa Muharrem İnce'nin oyu, en azından şimdilik, dikkate değer biçimde yükselmiş görünüyor. Seçimlere katılımın yüzde 85 mertebesinde olacağı varsayımıyla hesaplama yaptığımızda seçim akşamı kabaca 53-54 milyon aralığında geçerli oy üzerinden dağılımla karşılaşacağız. Yani her bir puan oyun karşılığı 530-540 bin oy olacak. Muharrem İnce'nin yüzde 6'yı aşan bir oy oranına ulaşması Kılıçdaroğlu'nun 27 milyon oya ulaşmasını engelleyecek ve seçim ikinci tura kalacak. Millet İttifakı'nın hala ortak bir siyasal strateji ve iletişim kampanyası yapmayıp, dağınıklığın sürdürülmesinden ve kamuoyuna yansıyan bazı söylemlerden anlaşılıyor ki bazı partiler ve aktörler seçimin ikinci turda kazanılacağı varsayımına yaslanıyorlar. İnce'nin de güçlü biçimde Erdoğan iktidarının değiştirilmesini istediği, ikinci turda seçmenlerinin Kılıçdaroğlu'na yöneleceğini isteyeceği anlaşılıyor. Fakat İnce'ye oy verenlerin tümünün ikinci turda Kılıçdaroğlu'na oy verecekleri varsayımı gerçekleşmeyebilir.
Bu varsayımın en büyük handikabı parlamento tablosunun oluşmuş olmasıdır. Herhangi bir parti ve ittifakın çoğunluğa sahip olmadığı parlamento görüntüsü seçmenin büyük kısmını istikrar ve güvenlik arayışına yöneltebilir. Bu dürtünün ağır bastığı koşullar yedi başkan yardımcısı adayıyla seçime giden, aralarında hala tamamen çözülememiş bazı siyasal ve duygusal sorunlar olduğu dışarıya, söylemlere, kampanyalara yansımış muhalefetin aleyhine çalışabilir. Üstelik tüm devlet mekanizmalarıyla, diyanetin ve güvenlik bürokrasisinin her bir ferdiyle seçime yüklenecek, siyasi söylemi bütünüyle dini referanslarla süsleyecek Erdoğan'ın şansı ikinci turda daha fazla da olabilir. İki tur arasında yaşanacak ve siyasetin ana unsuru haline dönüştürülecek gerilimle gidilecek ikinci tur, onarılması daha güç sorunlar ve toplumsal fay hatlarının daha da derinleşmesi sonucunu üretebilir.
O nedenle muhalefetin her bir aktörünün yaptıklarını, yapacaklarını yeniden düşünmesi gerekiyor. Mademki seçimin bir "medeniyet" seçimi olabilmesinin tüm maddi koşulları olmasına karşın seçim "Erdoğan karşıtlığı ve yandaşlığı" seçimine dönüştü, önce milletvekili listelerindeki iş birliklerinin tekleşmesi, sonra da iletişim stratejilerinin buna göre şekillenmesi, benzeşmesi gerekiyor. Öncelikle de Millet İttifakı'nın Erdoğan karşıtlığının tek temsilcisi olmadığını anlaması gerekiyor. Artık Erdoğan karşıtlığı duygusuyla hareket edecek seçmenin önünde seçenek olarak cumhurbaşkanlığı seçimi için Kılıçdaroğlu'nun yanı sıra İnce de var. Geçen hafta medyaya yansıyan 13-18 Mart 2023 tarihleri arasında gerçekleştirilmiş PANORAMATR araştırmasına göre Memleket Partisi oyu yüzde 6.3'e, İnce'nin cumhurbaşkanlığı seçimindeki oyu yüzde 13'e ulaşmış. Partisinin oy oranının iki katına ulaşmış İnce'nin siyasi hedefinin ne olduğu ayrı bahis ama seçmenleri üzerinden bakıldığında dikkate değer bir durum olduğu açık. Aynı araştırmaya göre "İnce'ye oy vereceğini ifade eden seçmenin yarısından fazlası 34 yaş altında, her iki İnce seçmeninden biri 2018 seçimlerinde oy kullanmamıştır. İnce'ye oy vereceklerin yarısı kendisini Atatürkçü olarak tanımlayan seçmenlerden oluşmaktadır." Bu seçmen profili İnce'nin Kılıçdaroğlu'nun potansiyel oyundan yani Erdoğan karşıtlığı pozisyondan oy aldığını göstermektedir. Peki ne oldu da ocak ayında bile araştırmalarda yüzde 1-2 seviyesinde olan Memleket Partisi oyu yüzde 6'ya ve İnce oyu yüzde 13'e çıktı? Daha önemli soru, bu oranlar geriye düşer mi yoksa daha da yükselir mi?
Bu köşenin okurları, seçimin sonucunu belirleyecek en önemli unsurlardan birisinin seçimlere katılım, özellikle de gençlerim katılımı olacağını sıkça yazdığımı hatırlayacaklardır. Deprem felaketi ve bu felaket karşısında iktidarın politikaları ve dili, ardından kamuoyuna açık biçimde HÜDA PAR ve Yeniden Refah Partisi ile yürütülen kadının gündelik hayattaki rolüne dair kısıtlayıcı ve yasakçı tartışma gençleri ajite etti. Sonbaharda ilk kez oy kullanacak seçmenlerin üçte biri, 30 yaş altı seçmenlerin dörtte biri seçimlere katılmayacağını söylerken şimdi bu oranlar yüzde 90'ı aşmış durumda. Gençlerin kararlı biçimde seçime katılacakları anlaşılıyor.
Gençlerin katılım arzusundaki artışın Erdoğan karşıtı bloku güçlendireceği öngörülüyordu ve öyle de oldu. Ama kayda değer büyüklüklerde bir kısmının oy tercihlerinin Kılıçdaroğlu ve CHP'ye doğru değil Memleket Partisi ve İnce'ye doğru olduğu anlaşılıyor. Bu oy oranları ve eğilim aynen devam ederse cumhurbaşkanlığı seçiminin ikinci tura kalma olasılığı güçleniyor demektir. Bir bakıma İnce seçimin ikinci tura kalıp kalmayacağının anahtarını eline geçirmiş durumda. Tüm araştırmalar gösteriyor ki gençler endişeli ve umutsuzlar, hayalleri ve idolleri de yok. Bu geleceksizlik onların bir kısmını çok ama çok kızdırıyor. Kızgınlık öfkeye dönüşüyor. Daha hızlı ve karmaşık gündelik hayat yalnızca gençlerin değil hepimizin başta düşünce sistematiğimiz, zihin haritamız olmak üzere çok şeyimizi etkiliyor. Daha fazla boyutun, unsurun, aktörün eskiye oranla çok daha yoğun şekilde gündelik hayatımızı etkiler olması karmaşıklığı artırırken, bireysel hayatlarımızda bir duyguyu da körüklüyor. Bu çok aktörlü, çok boyutlu ve elbette oldukça hızlı gündelik hayat aynı zamanda endişe üretiyor. Belirsizlik ve karmaşıklık esaslı bir hayata karşı bireyler de kurumlar da tedirgin oluyor. Endişe bireylerin ve toplumların günlük yaşamında önemlice bir duygu haline gelmiş durumda. Göremediğiniz ve dokunamadığınız bir düşmandan gelebilecek hızlı değişim dalgası ya da güvenliğimiz üzerindeki güçlü bir tehdit algısı hep bizi paralize ediyor. İşinizin, ailenizin, kimliğinizin, topluluğunuzun en küçük istikrar taşımayan adı sanı konulmamış toplumsal, ekonomik ve teknolojik kuvvetlerce her an tehlike altında olduğu duygusu ve korkusu davranışlarımıza hâkim olmaya başlıyor. Hele bir de bizim ülkemizde olduğu gibi bu hızlı değişim ve karmaşıklık yönetilemiyor ya da ters tarafa doğru yönetiliyor kaygısı da varsa endişeler giderek korkuya, o da giderek paranoyaya dönüşüyor. Belirsizlik, öngörülemezlik duygusu hepimizi serseme çeviriyor. Bir de bu belirsizlik, her gün değişen dönüşen dünyanın yeni dinamikleriyle, yaşanan dizi felaketlerle beslenince belirsizliğin ürettiği endişe yoğunlaşıyor. Siyasi aktörler ve medyanın korkuyu bir politika, tiraj, rating aracı haline getiriyor, endişe duygusuyla pelteleşmiş beyinlerimizin ve gözlerimizin önüne "öcüler", "ötekiler" konuyor. Gündelik hayatımızın içinde siyaset ve geleneksel veya sosyal medya her türlü endişeyi her gün yeniden kurguluyor, çoğaltıyor ve bize geri sunuyor. Gerçeklikten daha çok korkularımızla yeniden tanımlanan ve ağırlaşan sanal meseleler gerçek korkulara dönüşüyor, paranoya çoğalıyor.
Şimdi artık devlet politikaları da korkudan, güvenlik temelli bakıştan, devletin bekası söyleminden besleniyor. Diğer yandan ülke hala hızlı hareketlilik ve göçle beraber metropolleşme yaşıyor. Metropol hayatı içinde bilinen veya var olan ekonomik, toplumsal, kültürel ve siyasal tüm yerel kodlar, kurumlar, kurallar, normlar, ilişkiler dağılıyor. Tanış olmadığımız kalabalıklar halinde ve ötekilerle yan yana yaşam, ötekilerin bugünkü sıkıntılarımızın kaynağı olduğu anlatısı öfkeyi besliyor. Ve metropollerin içinde ama metropole dahil olamamış varoşlar, öfkeli varoşların umutsuz ve pusulasız kalmış gençleri çoğalıyor. Metropollerde, varoşlarda bireyler, özellikle de gençler endişe, korku duygularıyla bir yandan kurulu düzene, hakim iktidara karşıt ama daha sert ve keskin pozisyonlara radikalizme – fanatizme – şovenizme doğru savruluyorlar. Daha hafifinden ise lümpenleşme her yeri giderek sarıyor. Kot taşlama işçilerinin maruz kaldığı silikozis hastalığını ve nedenini biliyorsunuz. Kot taşlama işçileri üretim süreci boyunca kullanılan malzemelerden silisyum maddesini solumak zorunda kalıyorlar. Çok uzun süre, her gün azar azar solunan silisyum akciğerlerde birikiyor ve belli bir seviyeden sonra akciğerlerde tedavisi olmayan yaygın iltihaplanmaya yol açıyor. İşte gündelik hayatın içindeki endişe duygusu da silikozis hastalığına benzer toplumsal arazlar üretiyor. Tam bu noktada da birileri önümüze Suriyelileri, bazen Kürtleri bazen Alevileri, bazen sekülerleri ve hatta kadınları, özgürlükleri hedef olarak koyuyor. Toplumlar, gençler silikozis olmuyor belki ama endişe ve korku, kızgınlık ve öfkeye dönüyor ve ötekileştirme, ayrımcılık ve nefret söylemi ve de giderek ötekileştirilenlere karşı önce manevi sonra maddi şiddete dönüşüyor.
Bugün araştırmalara göre özellikle gençlerde var olana, ataerkilliğe, iktidara ve güç sahiplerine karşıtlık güçlenirken ana akım siyasetlere karşı öfke de güçleniyor. İnce ve Memleket Partisi de bu duygudan besleniyor. Seçmenleri de iktidar kadar CHP'ye ve Kılıçdaroğlu'na da itiraz edenlerden oluşuyor. Bu nedenle seçmenlerinin arasında HDP iş birliğine kızan milliyetçiler de Deva-Gelecek-Saadet partileriyle iş birliğine kızan Atatürkçüler de var. Altılı masadaki gelgitlere kızan, yedi başkan yardımcılığına bağlanan yeni mutabakata tepkili, keskin iktidar karşıtı, "neye karşı" olduğunu bildiğimiz, "neden yana" olduğunu bilmediğimiz, yarısı gençlerden oluşan 3-5 milyonluk bir kitlenin pozisyonu bu seçimin kaderini belirleyecek. Bu kitle yakın zamana kadar Zafer Partisi, Memleket Partisi arasında bölüşülüyordu, şimdi İnce'nin arkasında konsolide olmuş görünüyor. İnce'nin duygusal tepkisi bu kitlede karşılık buluyor. Tüm bu duygusal siyasi karmaşa yıkıcı sonuçlar da üretebilir. Eğer siyaset zemininde yeni bir "biz" duygusu üretemez isek. Ki "biz" duygusunu güçlendirmeyi hedef seçtiğini kamuoyuna açıkladığı ilk metninde yazılı olan Millet İttifakı ve Kılıçdaroğlu bu hedefi toplu bir taahhüde çeviremez, iktidarın popülizmiyle benzer popülist söylemler ve proje vaatlere yaslanan kampanya devam eder ise bu olasılık hiç de az değil korkarım.
Bekir Ağırdır'ın bu yazısı, Oksijen gazetesinden alındı