Millet ittifakı 24 Haziran 2018 Cumhurbaşkanlığı ve Milletvekili seçimi öncesi kuruldu. CHP, İyi Parti, Saadet Partisi (SP) ve Demokrat Parti (DP) ortak çatı altında milletvekili seçimlerine girerken, DP hariç ittifaktaki diğer partiler Cumhurbaşkanlığı için kendi adaylarını çıkardı. Sonrasında ittifak varlığını kısmen yerel seçimlerde de devam ettirdi. CHP ve İyi Parti, 2019 yerel seçimlerinde 21 büyükşehir ile bazı il ve ilçelerde ortak adaylar çıkardı.
Nisan 2017’de başkanlık sistemine dair halkoylaması, ardından 2019 yerel seçimleri böyle bir muhalefet ittifakının gerekliliğini ve kaçınılmazlığını siyasi aktörlerin önüne koymuştu.
Nitekim uzun tartışmalar sonrası 12 Şubat’ta bir araya gelen altı parti lideri, yaptıkları yazılı açıklamayla Millet İttifakı’nın genişleyerek sürdürülmesi konusundaki kararlılığı ilan etti.
Yayınlanan metin ve verilen fotoğraf, siyasi alanda önümüzdeki döneme dair önemli ipuçları veriyor.
Geçmişleri, şimdiye dek yaptıkları yapamadıkları, çeşitli kritik konularda aldıkları pozisyonlar nedeniyle haklı birçok eleştiri almış olsa da öncelikle Kemal Kılıçdaroğlu ve Meral Akşener ittifakın genişleyerek sürdürülmesi konusundaki kararlılıklarıyla öne çıkıyor.
Kılıçdaroğlu zaman zaman CHP’nin geleneksel birçok siyasi pozisyonuna, partinin kurumsal aklına, seçmen kitlesinin bir kesiminin duyarlılıklarına karşı farklı pozisyonlar üretti. Radikal bir dönüşüm hamlesi yerine tabanı dışarıdan eklemelerle genişletmek ve müttefikleri artırmak gibi bir strateji seçti. O günler ve o günkü meseleler için yetersiz, eksik görünse de minik adımlarla ve sabırla bu süreci inşa etti. Bu süreç CHP’nin oy tabanını hâlâ genişletememiş olsa da muhafazakâr dünyanın partilerinde ve özellikle de liderlerinde Kılıçdaroğlu’na dönük güven üretti. Bugün ittifakın tüm aktörlerinde Kılıçdaroğlu’na kişisel ve siyasal güvenin oldukça yüksek olduğunu gözlemek mümkün.
Meral Akşener ise “Ben Başbakanlığa talibim” diyerek kurguladığı siyasal strateji ile partisinin önüne uzun vadeli bir hedef koyarken hem ittifaka hem de Kılıçdaroğlu’na güvenini ilan etmiş oldu.
Temel Karamollaoğlu dâhil üç liderin kararlılıkları iktidarın muhalefeti bölmeye dönük tüm siyasi çaba ve söylemlerini ez azından bugüne kadar boşa çıkardı.
12 Şubat fotoğrafı üzerine birçok spekülasyon yapılacak olsa da bence o fotoğrafın asıl gösterdiği Kılıçdaroğlu ve Akşener’in tevazuları ve kararlılıkları. Hangi partinin kaç oyu var meselesine takılmadan toplantının organizasyonundan fotoğrafa kadar tüm detaylar eşit altı partinin ittifakını gösteriyor.
Oy oranına göre ağırlığın, liderliğin, sözcülüğün değil siyasi varoluşlar üzerinden eşitlik meselesi ülkenin geleceği için önemli.
Bugün karşımızda “muhafazakârlar, sekülerler, Kürtler” şeklinde tanımlayabileceğimiz üç Türkiye var. Partilerin her biri de bu üç Türkiye’den birine az veya çok sıkışmış durumda. İktidardakiler dâhil hiçbir parti aslında tam manasıyla kitle partisi değil ne yazık ki.
Ülkenin karşı karşıya olduğu mesele de Erdoğan’ın yerine yeni bir Erdoğan bulabilmekten öte üç Türkiye’nin ortak geleceğini inşa etme…
Tam da bu nedenle altı liderin yayınladığı mutabakat metnindeki şu paragraf önemli: “Türkiye’nin istişare ve uzlaşı ile çözülemeyecek hiçbir sorunu yoktur. Önemli olan, tüm farklılıklarımızla beraber ‘biz’ düşüncesini, Avrupa Konseyi ve Avrupa Birliği normları çerçevesinde temel hak ve özgürlüklerin güvence altına alındığı, herkesin kendini eşit ve özgür vatandaş olarak gördüğü, düşüncelerini özgürce ifade edebildiği, inandığı gibi yaşayabildiği demokratik bir Türkiye’yi inşa etmektir.”
Beş buçuk saat süren görüşme yalnızca hal hatır sormaktan ibaret olmayacağına göre bu paragrafın son derece düşünülmüş, tartışılmış ve üzerinde uzlaşılmış bir paragraf olduğunu kabul edebiliriz.
“Türkiye’nin istişare ve uzlaşı ile çözülemeyecek hiçbir sorunu yoktur” cümlesiyle, münazara ve münakaşanın yerleşik olduğu siyaset kültürünün müzakereye dönüşmesi vurgusu yapılıyor. En azından bu altı partinin ilişkilerinde müzakere-ikna-uzlaşmanın esas olacağı kamuoyuna taahhüt ediliyor.
Nitekim önceki paragrafların birisinde de “altı siyasi parti olarak hepimizin ortak sorumluluğu, uzlaşarak ve birlik içinde bu krizi aşmak, derin sorunlarımızı demokratik siyasetin alanını genişleterek, çoğulculuk temelinde çözebilmektir” denilerek yeni bir siyaset tarzına işaret ediliyor.
Paragrafın ikinci cümlesindeki “tüm farklılıklarımızla beraber ‘biz’ düşüncesi…” vurgusu tam da işaret ettiğim ortak yaşam iradesi ve ortak ufku inşa ederken “biz” duygusunu güçlendirme hedefini gösteriyor.
Ama asıl önemlisi hemen ardından gelen “Avrupa Konseyi ve Avrupa Birliği normları çerçevesinde” vurgusu bence. Avrupa Konseyi denilerek Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları da dâhil hukuki normlarına, Avrupa Birliği normları denilerek siyasi, ekonomik, sosyal hayat, kurum ve kurallara dair üst seviyeye ulaşma vurgusu var. Bu vurgu söylenen-söylenmeyen, söylenebilen-söylenemeyen birçok meseleye dair bir hedefler manzumesini ima ediyor. İster hak ve özgürlükler konusunda, ister bağımsız kurumlar konusunda, ister karar süreçleri ister ürün, hizmet ya da altyapı kalite standartları ve hedefleri diye anlayın ama yeniden hedefin “muasır medeniyet” olduğu konusunda net bir tercih var.
Paragrafın bitiş cümlesinde “temel hak ve özgürlüklerin güvence altına alındığı, herkesin kendini eşit ve özgür vatandaş olarak gördüğü, düşüncelerini özgürce ifade edebildiği, inandığı gibi yaşayabildiği demokratik bir Türkiye’yi inşa etmektir” denilirken de yalnızca iktidara ve Erdoğan’a muhalefetin değil düzene ve gidişata muhalefetin esas alındığına dair somut bir duruş var.
Buraya kadar sabırla okuyan her bir okur muhtemelen “Biz böyle ne parti programları, seçim beyannameleri, vaatler gördük” demiştir. Haklıyız da böyle düşünmekte.
O nedenle Millet İttifakı’nın birinci meselesi inandırıcılığı sağlamak olacak. Her bir liderin öncelikli meselesi, topluma seçimi kazanabileceklerine, sonrasında da yeniden inşa sürecini karmaşa ve kaosa neden olmadan yönetebileceklerine dair güven vermeleri gerekiyor.
Topluma bu ittifakı bir ortak yaşam, yeni bir demokrasi projesi olarak anlatabilmeleri gerekecek. Topluma ‘farklılıklarla beraber onurlu bir ortak yaşam’ vaat ettiklerine göre önce kendileri kimlik siyasetinden arınmalı.
Demokrasinin Diyarbakır’dan ya da Ankara’dan değil kendi mutfaklarından başlaması gerekir örneğin. Metinde yer alan “Siyasi Etik Kanunu ile siyasi makamların millete hizmetten başka bir amacının olmamasının garanti altına alınması” cümlesi yerine siyaseti düzenleyen tüm kısıtlamalar kaldırılacaktır denilebilseydi örneğin.
Siyasi partiler yasası, dernekler, vakıflar, sendikalar gibi örgütlenmeye dair tüm yasalar, toplantı ve gösteri yürüyüşlerine, polis vazife ve salahiyetlerine dair tüm yasalar, ceza kanunundaki terör tanımı dâhil siyasi alanı düzenleyen tüm yasalar ve kısıtlamalar hemen değiştirilecek ve demokratikleştirilecektir diyebilseler keşke.
Müzakere-ikna-uzlaşma süreçlerini esas alan yeni bir siyaset tarzına ihtiyacımız varsa bunun ön şartı herkesin kendi ihtiyaçları, talepleri, tercihleri için örgütlenebilmesi, kendi düşüncelerinin propagandasını yapabilmesi.
Bu ortamın olmadığı bir yerde müzakere kültürü nasıl gelişecek, uzlaşmalar nasıl üretilebilecek? Bugün hiçbir partinin önceliği parti içi demokrasi değil. Genel başkanın seçilmiş her bir kurulu görevden alabildiği, her bir üyeyi üyelikten atabildiği bir yapı ile ülkede demokrasiyi nasıl anlatacak, nasıl inandırıcı olabileceksiniz?
İkinci mesele ittifakın HDP’ye ve Kürt meselesine bakışındaki muğlaklık. Anlaşılıyor ki hem iktidarın önce HDP’yi sonra da HDP üzerinden başta CHP olmak üzere diğerlerini kriminalize etme çabasının etkisi var. Aynı zamanda 6 partinin Kürt meselesine bakışlarında farklılıklar var. Ama üç Türkiye’nin yeniden biz olmasını hedefliyorsanız Kürtler olmadan bunu başaramazsınız. Hele yeniden inşa gücüne ulaşabilmeniz için gereken siyasal desteğin en az yüzde 58 ve üstünde bir oy oranını gerektirdiği koşullarda Kürt seçmen oyunu almadan bu orana nasıl ulaşacaksınız? Daha da önemlisi Kürtlerin kendilerini var hissetmedikleri yeni bir “biz” duygusu mümkün mü, sürdürülebilir mi?
Liderlerin bu konuda farklılıkları olsa da eksikliğin farkında oldukları anlaşılıyor. Nitekim toplantı sonrası Kılıçdaroğlu’nun açıklaması ve HDP vurgusu bunu gösteriyor.
Üçüncü mesele ittifakta yalnızca Kürtler değil kadın hareketi, çevre hareketi, emek hareketi, sivil duyarlıklar ve sivil toplum da yok. Bu hareketlerin enerjisini, ihtiyaç ve taleplerini tam anlamıyla sahiplenen parti de yok. Buradaki handikaplardan biri partiler ile sivil hareketler arasındaki karşılıklı güvensizlik.
Oysa ittifakın demokratik bir Türkiye’yi, yeni “biz” duygusunu inşa etmek, hatta önce seçimi kazanabilmek için sivil hareketlerin enerjisine ihtiyacı var. Bunun yolu şeffaflıktan, bugünden müzakere, uzlaşma süreçlerini hâkim kılmaktan geçiyor.
İttifakın partilerine güvenden önce toplumun siyasete güvenini yeniden güçlendirmeye ihtiyacı var. Ancak böylesi bir şeffaflık ve katılımcılıkla toplumun farklı kimlikleri, kümeleri yeniden bir arada olma duygusunu yaşayarak hissedebilir.
Son olarak 6 liderin imzasını taşıyan metnin en önemli eksikliklerinden birisi yerel yönetim vurgusunun eksikliği. Yurttaşların kendilerine dair kararlara yerel mekanizmalarla katılamadıkları, sorunların yerinden yönetilmediği durumlarda katılımcılık, demokrasi falan sağlanamıyor. Katılımcılığın da çok temel bir ilkesi var, yurttaşına güven.
Elbette tüm bunları yapabilseler bile bundan sonrasını yalnızca Millet ittifakının bileşenleri değil iktidarın karşı hamlesi ve ittifak dışı toplumsal-siyasal muhalefetin neler yapacağı da belirleyecek.
Bekir Ağırdır'ın bu yazısı, Oksijen gazetesinden alındı