Başbakan’ın açıkladığı "demokratikleşme paketi"nden çıkan seçim sistemine dair önerileri hızla tartışmaya başladık. Ama bir sorun var. Var olan seçim sisteminin teknik sorunları ile siyasi sorunları bir arada tartışıyoruz.
Teknik gerekler ve doğal sonuçlar var. Ama bir de var olan (ya da olmayan) siyasi rekabetin ürettiği sonuçlar ve siyasi gerekler ve düzeltilmesi gerekenler var.
Bu dizi de biraz seçim matematiğine ve grafiklere de dayanarak var olan durumu ve önerileri tartışmaya çalışacağız.
Önce seçim sistemleri üzerine tartışmaya başlarken temel ilkeleri belirleyelim. Seçim sisteminden beklenen üç sonuç var:
1. Sistemin “temsil adaletini” sağlaması. Yani toplumdaki farklı görüşleri temsil eden her bir partinin aldığı oy oranına yakın oranlarda parlamentoda sandalye sahibi olması.
2. Sistemin “yönetimde istikrar” sağlaması. Yani seçimin ardından hükümet kurulabilecek çoğunlukları ya da koalisyon kombinasyonlarını sağlaması.
3. Bu ilke, literatürde yaygın kabul gören yukarıdaki iki ilkeye, ülkenin veri halini ve ihtiyacı dikkate alarak benim eklediğim bir ilke. Sistem seçmen-seçilen ilişkisi üzerinden toplumun parlamento çalışmalarına katılımına olanak tanımalı.
Şimdi önerilenlere bakalım. Başbakan’ın önerdiği birinci seçenek, var olan sistemin devamı. Var olan sistemin sorunları üzerinde yaygın bir mutabakat olsa da bu mutabakat genellikle yüzde 10'luk baraj üzerinden. Halbuki sistemin matematiğinin ürettiği sorunlar da var.
Aşağıdaki grafikte AK Parti’nin üç seçimdeki oy oranlarını ve milletvekili dağılımı içindeki yüzdelerini görüyorsunuz.
2002 Seçimlerinde AK Parti yüzde 34,3 oranında oy almış. Fakat seçimde barajı yalnızca iki parti geçebildi. 41,4 milyon seçmenin 32,7 milyonu oy kullandı, AK Parti 10,8 milyon oy aldı. Barajı geçen iki partinin oy toplamı 16,9 milyondu. Yani 32,7 milyon oyun yalnızca yüzde 54’ü parlamentoya yansıyabildi. Yüzde 34,3 oranında oy alan AK Parti milletvekilliklerinin yüzde 66’sını elde edebildi.
Benzer grafiği CHP için de yaptığımızda aşağı yukarı böyle bir grafik ortaya çıkıyor.
Grafikte görüldüğü gibi 2011 seçimlerinde parlamentoda temsil edilen oylar yüzde 95 mertebesine geldiği için sonuçların adaletsizliğini seçmen düzeltmiş oldu.
Var olan sistemin bir matematik sorunu daha var. Ülkede iç göç hâlâ yoğun biçimde sürüyor ve sürecek de. Nüfus ve seçmen batıdaki metropollere doğru yığılmaya devam ediyor.
Sistemimize göre milletvekillerinin illere dağılımı hesaplanırken önce her bir ile bir milletvekilliği veriliyor. Sonra geri kalan 469 milletvekilliği seçmen oranlarına göre illere dağıtılıyor. Ama bir şartla, oran ne olursa olsun her bir ile bir milletvekilliği daha ekleniyor.
Sonuçta şöyle bir tablo ortaya çıkıyor, bazı illerde 30 bin seçmene 1 milletvekilliği düşerken metropollerde 110 bin seçmene 1 milletvekilliği düşüyor. Göç süreceği için bu sistem de devam ediyorsa eğer, muhtemelen 2019 seçimlerinde İstanbul’da 150 bin dolayında seçmene 1 milletvekilliği düşecek noktaya geleceğiz.
Bu durum yalnızca matematik değil, siyasi sorun da üretiyor. Örneğin İstanbul’da ne seçilen seçmenini, ne de seçmen seçtiğini tanıyor, ilişki kurabiliyor. Böyle olunca da milletvekillerin seçmenin hizmetkârı olmak yerine partilerinin neferi haline geliyor.
Bir de siyasi durum var. Ülkede siyasi rekabetin tam olduğunu söyleyemeyiz. 2011 seçimleri de ve bugün hâlâ süren durum da gösteriyor ki, partiler arası siyasi rekabetin tam olmaması seçim sonuçlarını etkiliyor. AK Parti’ye "bazı illerden oy isteme, seçime girme" diyemeyeceğimize göre bu açığı kapamak muhalefet partilerinin işi olmalı. Yani bu noktadaki sorun AK Parti’den değil muhalefet partilerinden kaynaklanıyor.
AK Parti bir il hariç tüm illerde yüzde 20’den fazla oy alıyor. Yani tüm ülkede yaygın ve hemen hemen tüm demografik, sosyolojik, kültürel, ekonomik ve coğrafi kümelerden oy almayı başarıyor. Fakat izleyen diğer üç parti (ayrıca uzun uzun tartışmaya muhtaç biçimde) bu durumda değil. Aksine her birisi çeşitli nedenlerle bazı sosyolojik, kültürel, ekonomik ve coğrafi kümelere sıkışmış durumdalar. AK Parti her ilden milletvekili çıkarabilirken diğerleri bazı illerden oy da alamıyor. Bunun sonucu olarak AK Parti yüzde 40-42 oy aralığına geldiğinde iktidar çoğunluğuna ulaşabilirken muhalefet partilerinin iktidar çoğunluğunu yakalayabilmesi için yüzde 50 dolayında oy almaları gerekiyor.
Bu sistem kurulurken temel dürtü "temsilde adalet" değil "yönetimde istikrar" idi. Ama şimdi görüyoruz ki yalnızca baraj değil, hem teknik, hem de siyasi sorunlar nedeniyle bu sistem artık sürdürülemez.
Yine bugünkü sistemin işleyişi hakkında dikkate alınması gereken bir bilgi de milletvekili dağılımının nasıl hesaplandığı.
Bir seçim çevresinde veya ilde toplam bin seçmen olduğunu ve partilere dağılımının 2011 seçimlerindeki partilerin ülke oy yüzdelerine paralel olduğuu varsayalım.
Aşağıdaki tabloda gördüğünüz gibi barajı geçen üç partinin her birinin oylarını önce 1’e, sonra 2’ye, sonra 3’e bölerek sıralıyoruz. O ilin veya seçim çevresinin milletvekili sayısına kadar işlemi tekrarlıyoruz.
Varsayalım ki 30 milletvekilliği dağıtacağız. Yukarıdaki hesaplamayı yaptıktan sonra tabloyu aşağıdaki hale getiriyoruz. Yani yukarıdaki tablonun her bir hücresindeki oy sayılarına göre en yüksekten en düşüğe doğru sıralıyoruz. Milletvekili toplam sayısına ulaşana kadar sıralamadaki hücrelere sahip olan partilere milletvekilliğini vermeye başlıyoruz.
Sonuçta 30 milletvekilliğini AK Parti'ye 18, CHP'ye 8 ve MHP'ye 4 olmak üzere dağıtıyoruz.
Bu hesaplama yöntemini hem bilgi anlamında detaylı yazdım, hem de yarınki bölümde daraltılmış bölgelerin milletvekili sayıları ne olmalı simülasyonlarını tartışırken matematik olasılıkları da bilelim istedim.