Aşağıdaki tabloda 12 Eylül darbesinden sonra yapılan tüm genel ve yerel seçimlerin sonuçları var. Bazı temel göstergelere yakından bakalım… Birincisi 1983 ve 87 seçimlerinde ANAP, 2002 ve 2007 seçimlerinde AKP dışında peş peşe birinci olmuş parti yok. Neredeyse her genel seçimde birinci ve hatta ikinci partiyi seçmen değiştirmiş. İkinci gösterge genel seçimleri takip eden tüm yerel seçimlerde iktidar partisi oy ve güç kaybetmiş. Üçüncü gösterge de partilerin sıraları kadar adları da değişmiş. Bunlara bakarak siyasi parti düzenimizin henüz tam istikrara ulaşmadığını, bir başka bakış açısıyla da seçmenin siyasi temsilinde henüz kararlılık olmadığını söylemek de mümkün. Tabi bir de seçmenin akılsız, uçarı olduğunu, kafasını ya da göbeğini kaşıyarak her seçimde başka bir partiye boncuk dağıttığını da söyleyebilirsiniz. Bilim ve siyaset dünyasında seçmen davranışı üzerine yapılmış binlerce çalışma ve hipotez var. Bu bakımından Türkiye deneyimi eşsiz bir örnek belki de. Japon bilim adamı Yasusi Hazama son kitabında Türkiye seçmeninin uçarı mı rasyonel mi davrandığını inceliyor ve tartışıyor. Seçmen oy tercihini belirlerken neleri dikkate almaktadır? Güncel meselelere sıkışmadan değerleri, yaşam biçimi, etnik köken veya dini gibi temel kültürel farklılıklardan kaynaklanan ayrımlar ve bu ayrımlar üzerinden düşünme, tercih belirleme ne kadar yaygın? Örneğin Kürt yurttaşların böyle düşünerek, gündelik siyaset üzerinden değil daha derin bir dürtü ve taleple davrandıkları bu seçimin temel göstergelerinden birisi. Geleneksel eksenler geçerli mi? Seçmen davranışlarını anlamak için bir başka bakmamız gereken nokta merkez-çevre, sermaye-emek gibi toplumsal ayrımlar. Ancak değişen gündelik hayatın ritmi ve düşünce sistematiği içinde bu ayrımların artık ne kadar geçerli oldukları da tartışmalı. Bu ayrımlar doğal olarak önemli ama çok statik ayrımlar olduğu için, örneğin Türkiye’deki büyük iç göç ile beraber son yirmi yılın değişimlerini, dinamiklerini dikkate almadığı için de tartışmalı ve yerel seçimlerdeki oy tercihlerinin bu ayrımlar üzerinden geliştiğini söyleyebilmek zor. Seçmen davranışındaki bir diğer biçim ise seçmenin iktidar partisinin geçmiş icraatlarının değerlendirmesine dayanıyor. Bu tür davranış rasyonel tercihi yansıtır ve ağırlıklı olarak ekonomik duruma ve gidişata bağlı olarak açıklanır. 22 Temmuz seçimlerinde bu davranışın ağırlıklı olduğunu, küresel kriz ile beraber artan işsizlik ve krizin derinleşmesi korkusunun etki olduğunu söyleyebiliriz. Fakat bu yaklaşımın tüm sonucu açıklamadığını da kabul etmeliyiz. Örneğin Bursa, ekonomik krizin en ağır hissedildiği, otomobil ve tekstil sanayinin dünya ölçeğinde gelişmiş olduğu, son altı ayın işsizlik rakamlarının en yüksek olduğu bölge ama AKP orada neredeyse tüm belediye başkanlıklarını kazandı. Bir başka yaklaşım, toplumsal ayrımların açıklayıcılığı azaldığına göre seçmen davranışlarını değerler üzerinden açıklamak olabilir. Değerler üzerinden bakıldığında elbette değişen değerler de var ama geleneksel ya da bizim gibi ülkelerde geçerli olan toplumdaki sağ-sol ayrışması parti adları ne olursa olsun özünde devam ediyor. Bu yaklaşıma göre Türkiye’de şematik olarak söylersek toplumun üçte ikisi sağ, üçte biri sol değerlere sahip. Siyasi tercihlerini de bu değerleri taşıdığını, temsil ettiğini düşündüğü, kendince tanımladığı sağ ya da sol partilere oy veriyor. Aşağıdaki tabloya bu gözle bakılınca bu yaklaşımın açıklayıcılığının hiç de az olmadığı söylenebilir. Fakat bu yaklaşım partilerin sağ veya sol olmalarını değil, seçmenin onları ne olarak algıladığına dayanıyor. Yoksa bugün CHP’nin ve hatta ona oy verenlerin önemli bir kısmının geleneksel solun eşitlik, özgürlük taleplerinin ne kadar temsilcileri oldukları tartışmalı. Umut mu korku mu? Seçmen davranışını açıklamanın bir yöntemi de beklentilerin ve korkuların davranışa yansıdığı. Ülkemizde özellikle de yerel seçimlerde korkuların oldukça önemli rol oynadığı görülüyor. AKP iktidarını hayat tarzları üzerinde tehdit olarak algılayanların yerel seçimlerde bu endişe ve korkudan yola çıkarak bir siyasi tavır geliştirdikleri konusunda tüm kamuoyu hemfikir. İster aşağıdaki seçim sonuçlarına, ister tüm yaptığımız araştırmaların ortak verilerine, istersek de yukarıda kısaca not etmeye çalıştığımız seçmen davranışı açıklamalarına bakarak benim kanaatim şudur: Bu ülkenin insanının, bugünün reel sorunlarına çözüm üretecek, hayat tarzı, kültürel, etnik veya dini farklılıkların kavga konusu değil zenginlik ve övünç konusu olduğu, laikliğin demokrasinin altyapısı olduğu temel kabulüne dayanan, sosyal devlet ilkesinin vazgeçilmez olduğu, çağdaş, demokrat bir değişim projesini ve partisini arayışı devam etmektedir. Her seçimde bir umutla o günkü şartlarda değişimin öncülüğüne talip yakıştırması yaptığı bir partiye oyunu veriyor, olanlardan sonra biraz hayal kırıklığı biraz da yeni umutlarla bir başka partiye yöneliyor. Sorun şu ki, var olan partilerden hiçbirisi şu anda ne böyle bir değişim projesine sahip ne de önderliğine talip.