Sürecin başındaki toplumda var olan "duygusal tepkiler" "davranışsal tepkiye" dönüşmedi. Toplum tereddütlü fakat serinkanlı bir biçimde izliyor ve bekliyor. Bundan sonrasında olumsuz pozisyon ve tutum alanlarda nasıl bir aşınma olacağı süreci nasıl yönettiğimize bağlı.
Yanda “değişim eğrisi” dediğim grafiği görüyorsunuz. Dikey eksen “memnuniyetsizlik-memnuniyet” ekseni, yatay eksen de zamanı gösteriyor.
Değişim ihtiyacını besleyen şey esas itibariyle bir duruma dair memnuniyetsizlik ya da mutsuzluk durumu. Memnuniyetsizlik, mutsuzluk hâlinden kurtulabilmek için önce bunu yaratan meseleyi düşünmeye, sorgulamaya başlarız. Sonra bir niyet ve irade olarak değişim arzusuyla yola çıkarız. Değişim niyeti ve iradesinin açık beyanı bile kendi başına bir heyecan yaratır. Sonra duygu hâlimiz ilk zirveyi yapar. Değişim niyet ve iradesinin ürettiği o ilk heyecan dalgası henüz “umudu değil ama umutlanma arzusunu” kabartmıştır.
Her değişim süreci eski bildiklerimizden, alışkanlıklarımızdan bilinçli olarak kopmayı ve yeni bilgileri, duyguları üretmeyi ima eder. Özellikle alışkanlıkları değiştirebilmek o denli kolay değildir çoğu zaman.
Hayatın her alanında değişim sürecinin ilk duygusal ve zihnî zorlukları yaşanmaya başladığında iki şey olur. Bir yandan yeni davranışların sonuçları alışkanlıklarımızın ürettiği rahatlığı bozmaya ve içimizde huzursuzluk üretmeye başlar. Bu bozulma bazı endişe ve korkuları besler. Çünkü kötü de olsa eski durumda bir denge hâli mevcutken, şimdi dengesizliktir esas olan. Bu noktada değişimi de sorgulamaya başlarız, “Doğru mu yapıyoruz acaba” soruları her yeni problemde önce “buna değdi mi”sorusunu besler. Yeni problemler ve sorgulamalar arttıkça “eyvah, yanlış mı yaptık” sorusu kurcalamaya başlar beynimizi.
Bu nokta değişim sürecinin en kritik noktasıdır. Eğer değişim niyeti ve iradesi yeterince güçlü değilse, henüz yeni davranışlar alışkanlıklara dönüşmeye zaman kalmadan vazgeçeriz.
İçinde bulunduğumuz süreçte bugün ilk olumlu zirvedeyiz. Ama bir süre sonra o grafikte gördüğünüz gibi eğri aşağı doğru dönecek. Bir süre eğri de olaylar ve tartışmalar da olumsuza doğru yönelecek, tartışmalar daha da setleşecek.
Dip noktaya vardığımızda değişim eğrisinin yönünü olumluya doğru dönme zamanını ve süresi belirleyecek kritik durumlar, adımlar ve aktörler olacak. Çünkü toplumun gerçek tepkisi dip nokta aşıldıktan sonra gelişecek.
En kritik birinci şey sürece bilinçli ve örgütlü olarak karşı olanların yapacakları ve bunlara karşı önlemlerin ve tepkilerin nasıl yönetileceği olacak. Bu periyotta çok daha örgütlü, hazırlanmış, incelikli provokasyonları tahmin etmek zor değil. Asıl önemli olan hükümetin, Kürt siyasetinin ve sürece dâhil olan barış ve demokrasi yanlılarının değişim niyet ve iradelerindeki kararlılık dozunun bu provokasyonları göğüsleme ve boşa çıkarma kapasitelerinin ne olduğu.
İkinci kritik şey çözümden yana olanların senaryosuzlukları olacaktır. Eğer sürece dair farklı senaryolar yok ise ve yalnızca masada tek bir yol haritası var ise bu durum kendi başına risk olacaktır. Bu denli karmaşık bir mesele, kontrol edilemez bu denli çok aktör ve dinamiğin birarada olduğu zeminde hayatın tek bir plana göre çalışmayacağını bilmeliyiz.
Üçüncü risk üretecek kritik şey hükümetin veya Kürt siyasetinin kibirlerinin yükselmesi ve dayatmaların çoğalması olacaktır.
Dördüncü ve asıl sorun üretme potansiyeli yüksek alan ise hâlâ toplumun ve siyasi aktörlerin büyük çoğunluğunun PKK’yı doğru tanımlayamıyor oluşudur. Sanılıyor ki bu yıl içinde PKK bitecek ve yok olacak. 2001 ekonomik krizinde devletin el koyduğu, on iki yıldır tümüyle devletin kontrolünde olan bankaların bile hâlâ tasfiye edilemediği bir ülke ve koşullarda PKK gibi bir ekosistemin bir iki yılda yok olmayacağını herkes baştan bilmeli, dilini ve adımlarını buna göre kurmalıdır.
(T24 / Taraf – 1 Nisan 2013)